İNSAN DÜŞ/LE/MEDEN YAŞAYAMAZ

Akif EMRE

VAN 24.12.2015 12:20:22 0
İNSAN DÜŞ/LE/MEDEN YAŞAYAMAZ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Yeryüzü sürgünümüz de bir ebedi düşten düşüş değil mi ki? Düşmeden ayağa kalkamayacağımız gibi bastığımız zemini idrak etmeden düşlediğimiz hayata ulaşamayız. Toplumların düşü ile düşüşü arasında da benzer ilişki mutlaka vardır. Büyük hedefleri düşlemeden düştüğümüz yerden kalkmamız da mümkün değil.
Hayat varsa düş de olacaktır. Düşleyerek tutunuruz hayata, düşlerle anlam kazanır yapıp ettiklerimiz. Hayal kurmadan hayat kurulmaz. Hayal sahibi olunmadan yaşanmaya değer bir hayat inşa edilmez.Hayal sahibi olmakla hayal aleminde yaşamak birbirini tekzip eder. Hayatı terk edip hayal aleminde yaşamak hayal sahibi olmayı ve düş kurmayı iptal eder çünkü.
Bu dünyada yaşayabilmemizin en büyük düşü sonsuzluğa ermektir. Sonsuzluk yani cennet düşü.
Bu dünyayı cennet sanmak, cenneti yani insanın en büyük düşünü kaybetmesi demektir.
Hayalleri oldukça insan vardır. Büyük hayalleri olmayan toplumların yarınlara söyleyeceği, emanet edeceği anlamlı cümleleri olamaz.. Yaşanmaya değer hayatı hayal aleminde yaşayarak kuramazsınız.
Nasıl düş görmek ötelerden bir nebze olsun haber almaksa düş aleminden düşmeden, hayatla temas etmeden ötelerin işaretlerini döşeyemezsiniz. Düşten kurtulmakla yani düş/mekle ancak düşler gerçek olabilir.
Yeryüzü sürgünümüz de bir ebedi düşten düşüş değil mi ki?
Düşmeden ayağa kalkamayacağımız gibi bastığımız zemini idrak etmeden düşlediğimiz hayata ulaşamayız.
Toplumların düşü ile düşüşü arasında da benzer ilişki mutlaka vardır.
Büyük hedefleri düşlemeden düştüğümüz yerden kalkmamız da mümkün değil.
Hayat ve rüya, gerçek ile hayal arasındaki yakıcı çelişki yapıp- eylediklerimize hem dinamizm katar hem anlam katar… Rüyadan uyanıklık haline düşmemiz zaman ve mekan boyutunda gerçekliğe dönüştüğünde imtihan düzleminde kendimize gelmiş oluruz.
Büyük bir düşüş yaşadı İslam alemi. Bu düşüş bir tür karabasandan sonra yaşanan bozgun sabahları gibiydi. Rüya değil kabus…
Büyük hayaller kurmayı unuttuğu bir demde gelen, düşlemeye cesaret edemediğimiz, yorgun düştüğümüz bir dönemde gelen düşüş… Yeni yeni hayal kurmaya, hafızamızı tazelemeye başlar gibi olduk. Bozgun sabahı ile rüyanın, hayalle kabusun farkına yeni varabiliyoruz.
İnsan hafızasını tazeleyebildiği anda rüyası ile temasa geçiyor. Ne var ki bu kez hayalleri olmakla hayal aleminde yaşamak farkını yok sayan gerçekten, kendi gerçekliğinden kopuş haline sürükleniyor. Kendi, gerçeği ile yüzleşemeyenler ne düşledikleri sonsuzluk alemini ne de kurdukları hayali gerçekleştirebilirler. Önce düşülen zeminden doğrulmayı bilmeli.
Zaman ve mekân boyutunda yaşamaya değer hayatı kuramayanalar kurdukları hayali de kaçırırlar.
Siyasetten, insanlık durumuna, medeniyet tasarımından pratik realiteye uzanan çizgide hassas sınırları yani ölçüyü kaçırdıkça ideal olandan da uzaklaşıyoruz. Nasıl öte dünyayı kazanmak içinse bu hayat, yani öteyi kazanmak için bu dünyayı yaşanabilir kılmak zorunda isek, düşlere ulaşmak için düştüğümüz zemini biliyor olmak, yeniden kurmak görevimiz.
İdeal ile gerçeklik arasındaki gerilim metafizik ile somut olan arasındaki ilişki gibidir. Aşkın değerden beslenmeyen hiç bir siyaset, hiç bir ideal yani bir hayat ufku açamaz.
Türkiye’nin siyasette yaşadığı çelişkiler biraz da hayal kurmakla hayal aleminde yaşamak arasındaki derin farkı yok saymasından kaynaklanıyor. Büyük hayalleri olmadan büyük hedeflere koşamayacağını idrak etmeye çalışırken hayal alemine takılıp kalmanın açmazı…
Oysa toplumsaldan siyasal olana bir bütün olarak hayatımız derin sarsıntılardan yeni yeni uyanmaya başlayan insanın mahmurluğunu yaşıyor. Bir anda uyandığımız düşleri düşünmekten düştüğümüz zemini, savrulduğumuz zamanı unuttuk. Belki de bu unutuş geçici bir süre içimizi rahatlatan bir his oluşturdu. Üstelik bir rüyadan mı yoksa karabasan sorasının sabahına mı uyandığını bile fark edemeyen gerçekliğe henüz uyanmamış bir toplum hali sergilemekteyken…
Retoriğin ayartıcı tılsımı, hayallemeye ayartılmış yenilgi psikolojisi, büyük sözlerin etkisiyle çizilen geniş ufuklar ulaşılması gereken hedefin kaybolmasına da neden oldu.
Düşlediğimiz dünya ne kadar büyük ve ulaşılabilirse, içinden kopup geldiğimiz bozgunlarımız da o derece gerçekti. Bozgunları yok sayarak düşleri gerçekleştirmek de imkansızdı. Düşlerimiz kadar bozgunlarımız da düştüğümüz zeminde muhatap olduğumuz sınavlardan biriydi. Sınavdan kaçarak hesaba çekilmekten kurtulma yanılsaması böyle bir şey olsa gerektir…
Kurulması gereken hayatın gerçeklerini yok saymaya tevessül ettirmediği müddetçe kurduğumuz hayaller anlamlıdır. Yoksa büyük türküler söylerken yüzleşilmesi gereken gerçekleri yok sayan hayalperestlerin durumuna düşmek işten bile değil.
Düştüğümüz yerden kalkmak, neyi düşlediğimizi ve nereden düştüğümüzü fark etmekle mümkün olabilir.

Yenişafak/Akif EMRE