İlyas Yorulmaz: Allah’tan Başkalarına Kulluk Etmek

Bir müslüman, Allah’a şirk koşmanın, ahiret hayatını kaybetmenin en başta gelen sebebi olduğunu bilmelidir. Bu sebeble iman etmesinden sonra Allah’a yapılacak doğru bir kulluk için neler yapılması gerektiğini öğrenmelidir…

VAN 21.01.2018 11:50:43 0
İlyas Yorulmaz: Allah’tan Başkalarına Kulluk Etmek
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Bir müslüman, Allah’a şirk koşmanın, ahiret hayatını kaybetmenin en başta gelen sebebi olduğunu bilmelidir. Bu sebeble iman etmesinden sonra Allah’a yapılacak doğru bir kulluk için neler yapılması gerektiğini öğrenmelidir…

Arapça mastar olarak “Abden=kulluk etmek, kul olmak, kölelik etmek, boyun eğmek” anlamına gelen bu kelime, neye niçin kulluk ettiklerinin farkında olmayan insanlar, topluma hitap eden görsel yayınlarda kulluğun ne anlama geldiğini seyredenlerine, kime veya kimlere kulluk edilmesi gerektiğini kendilerine göre anladıkları batıl İslam anlayışlarımı açıklarken, Allah’ın dini İslam’dan ne kadar uzak ve Allah’ın kitabının cahili olduğu açıkça görülüyor. Yüce Rabbimiz insanı muhatap alarak “Sizin gördüğünüz ve görmediğiniz her şeyi bana kulluk etsinler diye yarattım.”(51 Zariyat 56) derken, insanın dışındaki yaratılmış her varlık seçme ve tercih etme imkânları olmadığı için, yaratılış amaçları gereği kendilerine yüklenen kulluk görevlerini, ister istemez yerine getiriyorlar. Yaşadığı arz’ın ve her şeyin sahibi Rabbi Allah’ın insanı imtihan ve denemeye tabi tutmasından dolayı, kulluk etmekte insanı serbest bırakmış olduğunu bildirdikten sonra, yaptığı tercihe göre hesap gününde karşılığını göreceğini de hatırlatmıştır.

İnsanın sıklıkla hatırlaması gereken bir gerçeği, yaratıldığını ve yaratılmasından dolayı da muhtaç olduğu yaratıcısının kulu olduğunu unutmaması gerektiğidir. Ne olursa olsun, kendisi gibi yaratılmış varlıklardan herhangi birinin, birkaçının veya hepsinin kulluk edilmeye layık olduğuna inanıyorsa, kulluk yapsın veya yapmasın, Allah’tan başkasının ilahlığını kabulleniyor demektir. Allah bu durumu, yarattığı varlıkların kendisinden başkalarını denk tuttuğu şeklinde (27 Neml 60) kabul ediyor ve affedilmez bir davranış olarak bağışlamayacağını bildiriyor.(4 Nisa 48) Allah’a kulluk etmek, ucu açık bir emir veya davranış değildir. Öyle ise! İnsanın yaratıcısına kulluk etmesinin kuralları insana bırakılmamış, insanların arasından kendileri gibi insanlar, Allah tarafından elçi olarak seçilmişler ve eğitilmişlerdir. Elçiler önce kendileri Allah’a kulluklarını Rablerinin öğrettiği gibi yerine getirerek, tüm insanlara örnek kullar olarak, Rablerine nasıl kulluk edileceğini öğretmişler ve tüm insanlara onlar gibi kul olmalarını emir/tavsiye etmişlerdir.(33 Ahzap 21) Rabbimiz Allah kendisine kullukta örnek gösterdiği elçilerini överken, elçiler de Allah’tan başkalarına yapılan ibadetlerin şirke bulaşmak olduğunu, şirk koşmaktan vaz geçmezler ise, yaptıkları erdemli davranışların boşa harcanmış bir çaba ve kaybedilmiş bir gelecek olduğunun mücadelesini vermişlerdir.

“Allah’a kulluk edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya, akrabalara, yetimlere, fakirlere, yakın akrabaya, yanı başınızdaki komşuya, yanı başındaki arkadaşa, yolda kalmışa ve bakmakla mükellef olduklarınıza iyilik edin. (Şunu bilin) Muhakkak ki Allah, böbürlenip övünenleri sevmez.”(4 Nisa 36)

Bir müslüman, Allah’a şirk koşmanın, ahiret hayatını kaybetmenin en başta gelen sebebi olduğunu bilmelidir. Bu sebeble iman etmesinden sonra Allah’a yapılacak doğru bir kulluk için neler yapılması gerektiğini öğrenmeli, kendisine öğretenlerin de en başta, neler Allah’a şirktir, Allah’a şirk koşulması nasıl olur, şirk koşmaktan nasıl uzak durulur bunları öğretmeleri gerekir. Aynı zamanda Kur’an’da bahsi geçen müşriklerin yaptığı hataların neler olduğunu sık sık okumalı ve kulluk görevlerini boşa çıkartacak, Allah’ın yasakladığı, yapılmaması gereken her şeyin öğretilmesi ve öğrenilmesi gerekir ki bu yanlışlar yapılmasın. İnsanın geleceğini karartan ve ahiret hayatında kendini ebedi mutsuzluğa mahkûm edecek affedilmez fiil ve amellerin başında Allah’a ortak koşmak (4 Nisa 48, 116); şirk koşmanın birinci sırasında da, Allah’tan başkalarına kulluk edileceğine inanmak ve inandığını fiiliyata dökmek gelir. Bugün yaşadığımız şu günlerde, kendilerini tasavvuf inancına sahip olduğunu söyleyen biri bayan, biri erkek iki kişi, televizyonlarda boy gösteriyor. Bu bayan “Bakın Hindistan da ne güzel insanlar ineklere tapıyorlar, ineklere tapmak Allah’a tapmaktır” derken, erkek konuşmacı (ayrı bir kanalda ve ayrı zamanda) “Bir insan Allah’a kulluk edecekse önce peygamber Muhammed’e kulluk edecek, böylece peygambere kulluk edenler Allah’a kulluk etmiş olacaklar” demekle, Allah’ın Kitab-ı Kerimin’de yüzlerce defa tekrar tekrar yasaklanan “Allah’tan başkalarına kulluk etmeyin” emri ve yasağı hiç yokmuş gibi, yüzde doksan dokuzunun müslüman olduğu iddia edilen(!) bir coğrafyada açıkça insanları Allah’a ortak koşmaya davet ediyorlar!

Bu tür insanlara Rabbimiz Allah’ın Zümer suresindeki şu ayetlerini hatırlatmak gerekir ki, insanları davet ettiği pisliğin ne olduğunu ve bu rezil daveti peygambere kulluğa çağırıyor diye kabul edenlerin ve hoş görenlerin ne duruma düşeceklerini iyi bilsinler: “Onlara de ki; ‘Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?’ Sana ve senden öncekilere ‘Eğer Allah’a ortaklar koşarsan, bütün yaptıkların boşa gider ve kaybedenlerden olursun’ diye vahy olundu. Hâlbuki bana ‘Yalnızca Allah’a kulluk et ve O’na şükredenlerden ol’ diye emredildi.” (39 Zümer 64-66) Allah’ın kitabında öğrettiği doğru bir İslam bilincine sahip olan müslümanların bu insanların çağrılarını red etmeleri, Allah’ın doğruya ileten kitabı olarak inandıkları Kur’an’ın öğretisi ile kolay. Ama özellikle insanlara dinlerini öğrenecek kaynaklar olarak tavsiye ettikleri Kur’an’dan beslenmeyen insanların eserleri olan kitaplardan öğrenenler, maalesef bu tür çağrılara olumlu bakıyorlar ve inanıyorlar. Allah’ın bahşettiği seçme hakkını kullanan insanların tercih ettiği yol, o insanların sorumluluğunda olup sonuçlarını da ahiret hayatına kendisinin çekeceğini bilmesi gerekir. Allah’ın dinini indirdiği kitabı Kur’an’dan öğrenen her müslüman, Kur’an’dan öğrendiği doğrulara uymayan ve bu doğrular ile çelişen her yanlışı, yanlışa inanan ve o yanlışı yaşayan insanı, Kur’an’dan öğrendiği doğrularla uyarması ve hatırlatması, Allah’ın inanan müslümanlara yüklediği bir kulluk görevdir. “Allah’tan korkarak, Allah’ın mesajlarını insanlara ulaştıranlar, Allah’tan başka hiçbir kimseden korkmayanlardır. Allah hesap sorucu olarak yeter.”(33 Ahzap 39)

İnsanların hür iradeleri ile seçtikleri doğru olsun yanlış olsun, hiçbir kimsenin tercihini değiştirmesi için zor kullanılamaz. Kullanan insan Allah’ın ayetlerine karşı gelmiş olur ve bu da Allah’ın ayetlerini inkâr etmek anlamına gelir. “Rabbin dileseydi yeryüzünde yaşayan bütün insanlar iman ederlerdi. Sen, insanlar inanıncaya kadar onlara zor mu kullanacaksın?”(10 Yunus 99) Rabbimiz, elçisine emrettiği ayetlerdeki sorumluluklardan, inanları da sorumlu tutuyor. Her müslüman Rabbinin kendisine yüklediğinden başka, insanlara Allah’ın ayetlerini tebliğde taşkınlık yapmaması, yakınları da olsa zorlayıcı olmamalıdır. Buyurun bu konudaki ayetlerinden birisi: “Bundan sonra sen, yalnızca hatırlat. Çünkü sen, ancak ve ancak hatırlatıcısın. Onları zorlayıcı da değilsin. Ancak kim gerçeklerden yüz çevirir ve inkâr ederse. Artık böylelerine Allah, büyük bir azap verecektir. Şüphesiz ki, onların dönüşleri bizedir. Sonra, onların hesabını sormakta, elbette bize aittir.”(88 Gaşiye 21-24)

Görüldüğü gibi her nimetin bir külfeti var ve verdiği nimetlerin karşılığında kulundan istediği, yalnızca kendisine kulluk etmesidir. Bir insanın Rabbimizin bildirdiği gerçekleri kökten “Ben ahirete, dirilişe ve hesaba, onlar ‘Bizim için yalnızca dünya hayatı vardır. Dünyada ölür, dünyada yaşarız. Bizi yok edecek olan, yalnızca zamandır’ derler. Onların bununla (ahiret ve hesap günü ile) ilgili hiçbir bilgileri yok, yalnızca öyle zannediyorlar.”(45 Casiye 24) ayette olduğu gibi “inanmıyorum, reddediyorum” diyebilir. O’nun bu inkârcı inancı, hesap gününde mazeret olarak geçerli olmayacaktır. Çünkü onu dünya hayatında yaratmayı takdir eden (planlayan) Yüce Allah kendisine “Seni yaratayım mı? İstemezsen seni yaratmayacağım” diye sormamış ve sormayacak da. Allah dilediğini yaratandır. Yaratılan hiçbir varlık “Ben yaratılmayı istemedim” deme hakkına sahip değildir. Allah’ın verdiği akıl nimetini kendi lehine kullanmayan insanı Allah “Pislik içinde bırakır.”(10 Yunus 100) Allah’ın verdiği aklı doğru yönde kullanmayan insan hak ettiği sonuca boyun eğmekten başka yapacak hiçbir şeyi yoktur. Bence bu dünya hayatı içinden ziyade, ahiret hayatında ki o ateşin içinde düşeceği ve orada kendisine hazırlanan mekândaki “Onu saran bir ateşin içine girer. Kaynayan bir pınardan su içirilir. Onlar için orada acı otlardan başka yiyecekte yok. O yiyecekler ne besler, ne de açlıklarını giderir.”(88 Gaşiye 4-7) yaşayacakları pislikler içindeki hayata işaret etmektedir.

Bir de Allah’ın istediği gibi kulluk edenlere, ahiret hayatındaki hazırladığı ikramları hatırlatıyor. “Ahirette yüzler vardır sevinç içerisinde. Yaptığı amellerin karşılığından (Allah’ın verdiği hükmüne) razı olmuştur. Yüksek cennet bahçeleri içindedirler. Orada boş ve faydasız sözler işitmezler. Onlar için orada akıp duran kaynaklar, yüksek koltuklar, doldurulmuş bardaklar, yaslanacakları sıra sıra yastıklar ve ayaklarının altlarına serilmiş halılar vardır.”(88 Gaşiye 9-16) Rabbimizin inananlara dünya hayatındaki vaat ettiği nimetleri bu ayet de bildirmektedir: “Allah sizden iman edip salih ameller yapanlara, daha öncekileri yeryüzünün sahipleri yaptığı gibi, onları da yeryüzünün sahipleri yapacağını, onlar için razı olduğu (İslam) dinini yerleştireceğini ve onların korkularını da, güven içinde yaşamaları için değiştireceğini vaat etmiştir. Bana hiçbir şeyi ortak koşmadan kulluk etsinler. Kim bu açıklamalardan sonra Allah’ın doğrularını inkâr ederek yüz çevirirse, işte onlar doğru yoldan çıkmış olanlardır.”(24 Nur 55) Ayette görüldüğü gibi, hiçbir vaad edilen gelecek, karşılıksız değil. İnananlara “Hiçbir şeyi ortak koşmadan bana ibadet etsinler” diye emrederken, Allah’a şirk koşarak yapılan kulluğun, nasıl gerisin geriye çevrildiğini görüyoruz. Şimdi ineklere tapanları öven bayan ve Peygambere yapılan kulluğun Allah’a yapılan kulluk olduğunu iddia eden zavallı, eğer tövbe etmeden bu hal ve inançla ölürseniz, Rabbimizin sizin gibi inkârcı müşriklere vaad ettiği gelecek çok yakın. Sizin gibi Allah’ın dininde şeytanlık yapanlara ve bu şeytanlara uyanlara, Allah’ın kitabın da vaad edilen akıbetler, onları bekliyor. Okuyun Allah’ın kitabını, bu hatırlattıklarımızdan çok daha fazlasını göreceksiniz.

Allah’ın kitabını anlamak için okuyan her müslüman, Allah’ı ve Allah’ın insanlar arasından seçtiği elçileri en doğru şekilde tanıtıldığını görecektir. Her şeyin sahibi Allah, insanlara kendisini tanıtırken “Ey insanlar siz Allah’a muhtaçsınız, Allah ise hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve övülmeye layık olandır.”(35 Fatır 15) diye bildirmiştir. Rabbimizin bu ifadelerini anlamak için “Allaam=Her şeyi bilen” olmaya gerek var mı? Allah’ın insanın kulluğuna ihtiyacı yok ama insanın yalnızca O’na kulluk etmeye ihtiyacı var. Çünkü seni ve senin her türlü ihtiyaçlarını yaratıp önüne seren O dur. Senden istediği tek şey Rabbinin tek ilah olduğunu kabul etmen ve O’ndan başkasını O’nun yerine koymadan yalnızca ona kulluk (ibadet) etmendir. Allah’ın insanlar arasından dilediklerini elçiler seçmesinden dolayı, elçilerin insani özelliklerinden hiçbir şey kaybetmedikleri gibi, insani özelliklerine de diğer insanlardan farklı bir şey artırılmış değildir. “De ki; Ben de sizin gibi bir insanım. Yalnızca bana, sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahy ediliyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih ameller işlesin (doğru işler yapsın) ve Rabbine ibadet ederken hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi O’na ortak koşmasın.”(18 Kehf 110)

Ayeti kerimede görüldüğü gibi, bir insan elçi seçilmekle diğer insanlardan farkı, insanlara Allah’ın mesajlarını, emirlerini, yasaklarını bildirmek ve bunları öğretip uygulatmak amacıyla vahiy alması olmaktadır. Bir peygamberin gönderilmesindeki en önemli amaçların başında, Allah’ın kuluna emrettiği kulluk görevini yerine getirirken, hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi Allah ile kendi arasına sokmaması istenmekte emredilmektedir. En başta elçi olarak seçilmiş insan, Allah’ın bu en önemli emrini hayatında uygulayacak ki, uyguladığından en ufak bir şüphemiz yok, diğer insanlar da (en başta sahabeleri=arkadaşları) Allah’ın Elçisinden gördüklerini uygulasınlar. Rabbimizin kitabında sürekli tekrar edilen Allah’tan başkalarına kulluk etmeme konusu, en çok işlenen ve tevhid akidesinin inananların gönüllerine yerleşmesini sağlayan ve öğreten ayetlerden birisi de bu ayettir: “Allah’ın kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiği bir insan için, insanlara ‘Allah’tan başka bana kulluk edin’ demesi olası değildir. Aksine insanlara ‘Kitaptan öğrendikleriniz ve öğrendiklerinizi yaşamınıza uygulayarak ve yaşayarak Rabbinize kulluk edenlerden (Rabbaniler) olun’ diye söylerler. Peygamber size, melekleri ve peygamberleri rabler edinin diye asla emretmez. Müslüman olduktan sonra, inkâr edin diye size emir verir mi?”(3 Al-i İmran 79-80)

Evet! Allah’ın tüm elçileri muhatapları insanlara “Kitaptan öğrendiklerininiz ve öğrendiğinizi yaşayarak uygulamanız” cümlesi ile tavsiye ettiği ve elçilerden sonra gelen insanların “Allah’ın indirdiği hakikatları en doğru şekilde yalnızca Allah’ın kitabından öğrenebilirsiniz”anlamına gelmez mi? O halde insanlara Allah’tan başkalarına kulluk etmeyi öneren ve Allah’tan başkalarına kulluk edebilirsiniz anlamına gelen davetleri yapanların, Allah’ın kitabı Kur’an ile uzaktan yakından hiçbir bağlantıları olmadığı görülmüyor mu? Yaşadığımız şu zamanda Allah’ın kitabıyla dinini, imanını öğrenen müslümanlar, Kur’an dışı söylemler ve uygulamaların hiç birine itibar etmemeli ve Rabbimizin buyurduğu gibi “Sen sana vahyolunana sımsıkı sarılırsan, o zaman dosdoğru bir yol üzerinde olursun. Elbetteki o (sana vahyolunan), sana ve senin yaşadığın toplumuna bir öğüttür. (hesap gününde) ondan sorulacaksınız.” (43 Zuhruf 43-44) Rabbinin kendisine yüklediği sorumlulukları en doğru şekilde, yazılı belge olan kitabından öğrenip “İşittim, itaat ettim”(24 Nur 51) diyerek teslimiyetini göstermelidir.

“Kitap verilenlerden sana indirilene sevinenler olduğu gibi, aynı zamanda onlardan bir grup da, sana indirilenin bir kısmını inkâr ediyorlar. De ki; Ben yalnızca Allah’a kulluk etmek, O’na ortak koşmamak ve yalnızca O’na dua etmekle emrolundum. Dönüş O’nadır.”(16 Rad 36) Yüceler yücesi Allah indirdiği bu ayetinde özellikle vurguladığı gibi işine geldiği ayetleri kabullenip, işine gelmeyen ayetleri “bu bana yaramaz veya bu ayetin bildirdiği veya emrettiğini aklım kabul etmiyor” diye seçmecilik yapması doğru olmadığı gibi, kitabı indiren Rabbimiz bu davranışı “müstekbirlik” olarak nitelendiriyor. Kendilerine kitap verilenlerin yaptığı gibi, kitabın bir kısmına inanan, bir kısmını ret eden birisi “kitaba inandım” dese, söylediğinde ne kadar samimi olur ki? Rabbimizin Şura suresi 14’üncü ayetinde “Kitab’a mirasçı (sahip çıkanlar) olanlar Kitaptan şüphe etmekte, o’nun bir kısmının doğruluğundan tereddüt içerisindeler.” diye bildirdiği bu tip insanların kitaba olan bakış açıları, kitaba iman ve teslimiyetlerinin doğru olmadığını göstermektedir. Bugün aynı tereddüt ve şüphe, Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğine inanan, fakat anlamak için insanların, âlimlerin yorumlarına, izahlarına ihtiyaç var deyip de yalnızca anlamadığı orijinal Arapçasını yeterli görüp, anlamak için çaba sarfetmeyenler, Kur’an’ın anlaşılmaz olduğunu kabul ediyorlar demektir. İnsanın anlamadığını kabul ettiği bir kitabın da, o insanı doğru yola iletmesi, onunla amel etmesi her hâlükârda düşünülemez ve beklenemez.

Atamız İbrahim (as)’ın tevhid akidesine gönül vermişliği ve bu uğurda kavmi ve babasıyla yaptığı mücadeleyi örnek olarak verdiği Şuara suresi ile konumuzu bağlayalım; “İbrahim, babasına ve kavmine ‘(Bu) taptıklarınız da nedir?’ diye sormuştu. Onlar da ‘Putlara tapıyoruz ve bunları içimizden gelerek yapıyoruz’ dediler. İbrahim ‘Peki, siz onları çağırdığınızda sizi işitiyorlar mı? Yahut size fayda veya zarar verebiliyorlar mı?’ dedi. Onlar da ‘Ama biz atalarımızı böyle yaparken bulduk’ dediler. İbrahim onlara ‘Şimdi siz ve daha önceki atalarınızın taptıklarını görüyor musunuz? Âlemlerin Rabbi dışında, taptıklarınızın hepsi benim düşmanımdır. Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren, beni yediren ve içiren, hastalandığımda bana şifa veren, beni öldürüp, sonra tekrar hayat verecek olan, din gününde hatalarımı bana bağışlamasını umduğum, yalnızca O dur.”(26 Şuara 70-81)

Tevhid akidesini anlatan en önemli Kur’an ayetlerinden olan ve yorum yapmaya dahi gerek duyulmayan bu ayetlerin verdiği mesaj ve ders açık anlaşılır. Öyle değil mi?

Yaşadığımız şu dünyada İbrahim (as)’ın kavmi gibi bizlerden önce ölmüş peygamberlerden ve insanlardan putlaştırılmış, ilahlaştırılmış Musa (as)’ı ve Üzeyir peygamberi, İsa (as) ve annesi Meryem’i, tasavvufçular tarafından Muhammed (as)’ı ve gavs, aktap, mürşid dedikleri şeyhlerini, uzak doğuda Buda’yı kutsallaştırmışlar tapıyorlar. Atamız İbrahim (as) gibi biz de, Allah’tan başka tapınılan her şeye düşmanlarımızdır diyoruz.

İKTİBAS