İlm-i Siyaset ve Ahmet Davutoğlu

Ömer ALTAŞ

VAN 18.05.2016 11:10:14 0
İlm-i Siyaset ve Ahmet Davutoğlu
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Küçükken henüz metropoller yokken kırlarda, eğilerek bacaklarımızın arasından tabiatı ve gökyüzünü izlerdik.

Gördüklerimizi yüksek sesle ve coşkuyla birbirimize anlatırdık.

Bu evrensel temayı 1989’da "Ölü Ozanlar Derneği" filmi de beyaz perdeye aktardı.

Hans Holbein’in meşhur  “Elçiler” tablosuna karşıdan bakıldığında fark edilmeyen ama başı hafif sola eğerek bakıldığında ise bir kafatasının resmedildiği görülür.

Eşyaya farklı açılardan bakma fıtrî bir duygu.

Özellikle Doğu’nun müşkülleri düz bakışla anlaşılmaz.

Politikanın zatı pozitivisttir.

Rasyoneldir.

Somuttur.

Sathidir.

Ama Doğu ve Doğulu idealisttir.

Dogmatiktir.

Soyuttur.

Derindir.

Doğu’nun Müslüman’ı da böyledir, Laik’i de.

Solcusu da böyledir, Kürtçüsü de Türkçüsü de.

Türkiye’de her siyasetçinin benliğinde bu çelişki çatışır durur.

Derundaki varoluşsal çatışma bitmez bir enerji açığa çıkarır. Karizmatik lideri var eden aslında bu enerjidir.

Türkiye siyaseti de bu anlamda geçmişinden kaçamaz.

Doğasının bütün özelliklerini eylemlerinde gösterir.

İnsanlar Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlıktan ayrılmasının künhüne varmak istiyor.

Davutoğlu için birbirine zıt sekter  ve uç  iki kanaat oluştu.

İnatla, kanaatlerinin topluma yayılmasını, kitleselleşmesini bekliyorlar.

Klasik doğulu ve duygusal tepki veriyorlar.

Ama etkileşimin maksimum seviyesi ve yayılma istiabı bu, daha fazlası olmayacak.

Konu; sade, basit ve aslında teknik bir konudur.

İbn-i Haldun’un “Bedevilik ve Hadarilik” kuramını hatırlatıyor:

Başlamayı bilmek sürdürmeyi bilmemektir.

Yokluk döneminde mahir olanın varlık döneminde tecrübesiz olmasıdır.

Çeperde durmayı bilmek merkezde kalmayı öğrenememektir.

Muhalefet dilini ezbere bilmek, iktidar diline yabancı olmaktır.

Siyasetin teorisini bilmek pratiğinden uzak olmaktır.

Bazıları üzülse de kendini kahretmemeli.

Ahmet Davutoğlu’nun istifası olayı davaya dair bir sonuç değil.

Kimse tedirgin olmamalı.

İstifa süreci, doğal etkiler hariç bilfiil İslamcılığa yönelik bir operasyon da değil.

Kim bu olguya vurgu yaparsa, bilinmeli ki canının yanması nedeniyle zihnî ve ideolojik tatmin yaratmaktadır.

Hükümetin; özel ve bağımsız alt bir liderlik alanı açma bağlamında sürecin ve devrimin ruhuna, siyasetin akışına ters tutumu bedel ödetti.

Tüm duygusal kritikleri bir tarafa bırakıp esas nedeni, asgari ilmî siyaset kurallarının ihmal ya da ihlal edilmesinde aramalı.

Artık bu fasıl kapanmalı.

Ömer b. Abdülaziz, ehliyetli gördüğü Hz. Ebubekir’in torunu Kasım b. Muhammedi için “elimden gelse halifelik vazifesini ona verirdim” derdi.

Ama İslam tarihinin referans isimlerinden Ömer b. Abdülaziz bunu yapamadı.

O zamanki politik hayatın tabiatı, Emevilik olgusu bu atamaya izin vermedi.

Abbasi Halifesi M’emun da, Hz. Ali soyundan gelen Ali Rıza’yı veliaht olarak tayin etmek istemişti.

Ama o da yapamadı.

O zamanki iktidarın doğası, Abbasilik rejimi bu tayine izin vermedi.

Her dönemin kendine ait bir karakteri var ve siyaset onun üzerinden yürür.

Harun Reşit’in veziri Cafer b. Yahya öyle güçlüydü ki ona “Sultan” derlerdi.

Cafer b. Yahya süreci okuyamadı.

Öyle ki o dönem yabancı devletlerden gelenlere “Cafer b. Yahya ve adamlarıyla görüş gerisi önemli değil, işin hallolur” derlerdi.

Sonunda Harun Reşit; bir Bermekî olan Cafer b. Yahya üzerinden bütün Bermekîleri devletten tasfiye etti.

Tarih farklı kalıplar ve değişen biçimlerle tekrar eder durur.

Dönüşümlerin yörüngesi vardır.

Devrimlerin kurgusu.

Süreç kendi doğasında devam ederken yörünge değiştirilmez, kurgu değişmez zira hükmen fasit olur.

“Her şey kendi fıtratı üzere yol alır.” (İsra 64)

Ama artık başbakanın müessif istifası olayını geçip gitmeli.

Üzerinde oyalanmamalı.

Kimin isteği nedir bilinmez ama süreç; bu olayı, ne olursa olsun fiilen ve ruhen “içeride” tutacak.

Süreç; bu sarsılmayı kısa sürede toparlayacaktır.

Dava, kaldığı yerden hep birlikte yola devam edecek.

Dönüşümün debisi dışardan gelen tehditleri bertaraf ettiği gibi içerideki problemleri de aşacak güçte.

Bilinmeli ki, en dip sosyo-psikolojik tepki en belirleyici göstergedir, üst siyaset bu dip dalgaya göre kendini dizayn etmeli:

Davutoğlu’nun istifasında, ülkenin dört bir tarafında, aklı karışan, anlam veremeyen ve gönlü kırılan piri fani dedelerin bu olaydaki duygusu, kurucu siyasete yön vermeli.

Öyle görünüyor ki, entelektüel seviyede anlaşılması zor olmayan ama kitlesel bazda içselleştirilmesinde sıkıntı olan bu olayda, toplumun Ahmet Davutoğlu’na dair beklentisi karşılanmalı.

Toplumda, buradan hareketle davaya  dair ilk defa tebarüz eden eleştiri sarmalı tashih edilmeli.

Sıra dışı bir gelişme olmazsa muhtemel ki Reisicumhur, Davutoğlu’nu yanında, yakınında, oyunda tutacak.

Doğru yönetilirse beklenenin aksine tarihi istifa, Türkiye siyasi geleneğine ve AK Parti’ye bir zenginlik katacak.

Asaletli bir örf oluşturacak, Müslüman demokrasi kültürünü pekiştirecek.

Tarihte birbirleriyle çatışan Müslüman toplulukları hatırlayıp tedirgin olmamalı.

Bugün benzer durumların yaşanabileceğine dair beklentiler mantıkî bir dayanaktan yoksun.

Cemel ve Sıffin örneklerinde, Müslümanlar, kendi başlarına kalmış işte bu yüzden birbirleriyle uğraşmışlardı.

Türkiye’de  düşman koduyla örgütlenenler, öylesine sert ve amansız hücum ediyorlar ki, devrimci unsurlar kendini blok olarak muhafaza ediyor. Dönüşüm iradesinin tabii iç çelişkileri, yapıyı dağıtmıyor bilakis tahkim ediyor!

Her seferinde rüzgârın önündeki başak gibi yeniden ayağa kalkmak mümkün oluyor.