İlim Mihverinde İnsanın Hilafeti

Zeki SAVAŞ -

VAN 12.02.2013 14:38:37 0
İlim Mihverinde İnsanın Hilafeti
Tarih: 01.01.0001 00:00

Bir önceki yazının mihverini Bakar 31. Ayetin ilk cümlesi oluşturmuştu. Bu yazı da aynı ayetin diğer kısmıyla ilgili konular etrafında olacak.

"Allah Ademe bütün isimleri öğretti. Sonra onları önce meleklere arz edip: 'Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin' dedi." (Bakara:31)

Allah u Teala meleklere, onların hilafet konusunda yetersiz ve aciz olduklarını göstermek ve insanın hilafete seçilmesinin hikmetini izhar etmek için insana öğrettiği isimleri, hakikatleri meleklere arz ediyor ve onlardan bu isimlere ilişkin rapor vermelerini istiyor.: "Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin".

Melekler insanın halife olarak hilkatine itiraz etmişlerdi. İtirazlarının iki temel dayanağından biri, insanın kan dökücü ve ifsad çıkarıcı olması ve ötekisi, kendilerinin tesbih ve hamd ehli olmaları idi. Meleklerin bu itirazı, kendilerinin hilafete daha layık olduğu anlamını, iddiasını ihtiva ediyordu.

Ademe öğretilen isimler hakkında meleklerden bilgi vermeleri istenerek bir bakıma iddialarını ispatlamaları isteniyor. Bir sonraki ayette görüleceği gibi, melekler cevap veremiyor, hilafete Ademden daha liyakatli olduklarını kanıtlayamıyorlar.

Meleklere yöneltilen, "şunların isimlerini bana bildirin" şeklindeki ilahi emirden bazıları şöyle bir sonuç çıkarmaktadır: Allah u Teala meleklerin bu soruya cevap veremeyeceğini muhakkak ki biliyordu. Meleklerin cevap veremeyeceği, onların gücünün yetemeyeceği bir emri onlara verdi. Öyleyse muhal olan, yani gerçekleşmesi mümkün olmayan bir emri sadır etmek caizdir.

Bu çıkarım tamamen yanlıştır. Çünkü buradaki emir fiili, teklif amaçlı değildir. Buradaki emir fiili, meleklere mutlaka yerine getirmeleri, aksi halde görevi eda etmemekten dolayı ceza görecekleri türünden bir emir değildir. Buradaki emir, karşı tarafın aczini açığa çıkarmak içindir. Meleklerin aczini göstermek içindir.

Ademe öğretilen isimlerle meleklerden istenen aynı şey midir?

İnsana isimler öğretildi. Burada bir ta'lim söz konusudur. Öğretilen şey de bizzat ilahi isimlerin, esma-i ilahinin hakikatleriydi. Oysaki meleklerden istenen anba' idi. Yani haber vermek, bilgi vermek. Yine meleklerden istenen bizzat esma-i ilahinin hakikatleri değil, bu hakikatlerin zihindeki mana ve tasavvurlarıdır. Zira esma-i ilahi, hakikatlerin kendisidir. Bu hakikatlerin zihindeki karşılığı gerçekte o hakikatlerin isimleridir. Zihindeki mana ve tasavvurlar da lafızlarla dile getiriliyor. Dolayısıyla esma-i ilahi olarak telaffuz ettiğimiz kavramlar/lafızlar, gerçekte ilahi isimlerin isimlerinin isimleridir. Meleklerden istenen, ilahi isimlerin bizzat hakikatleri olmayıp o hakikatlerin zihinlerdeki mana ve tasavvurudur ki, enba' olarak ifade edilmiştir ve melekler buna da güç yetirememiştir. Yani hakikatlerin mana ve tasavvuru hakkında dahi bilgi verememiştir. Böylece de hilafet görevini üstlenmekten ne kadar uzak olduklarını idrak etmişler, kendileri ile insan-ı kamil arasındaki farkı görmüşlerdir. Hakikatlerin isimleri, hatta isimlerinin isimleri hakkında bilgi veremeyen meleklerin, bizzat o hakikatler hakkında bilgi vermeleri nasıl mümkün olabilecek?

İlahi hakikatler hakkında salt bilgi vermekten aciz olan varlıkların, o hakikatlerin mazharı olması, o hakikatlerin aynası olması ve o hakikatler ile müzeyyen olması da mümkün olamaz. Oysaki insan-ı kamil, ilahi isimlerin yeryüzündeki mazharıdır, aynasıdır.

İnsan yer yüzünün sorumlusudur, idare edicisidir, müdürüdür. (İnsan-ı kamilin tüm evrende böyle bir göreve sahip olduğu görüşü de ayrı bir konudur) Yer yüzünü idare etmenin en belirgin ve en esaslı şartı, ilahi isimler ile donanmış olmasıdır. Bu temel şarttan yoksun olan melekler, böyle bir görevi üstlenemezler.

İlahi isimler içinde Allah'ın 'alim' علیم ismi, insanın hilafetinde çok özel bir yere sahiptir. İnsanın hilafetine itiraz eden meleklerin itirazını müteakiben Allah u Teala, "Muhakkak ki sizin bilmediğinizi ben bilirim" buyuruyor ve 'alim ismine dikkat çekiyor. İnsana ilk olarak ilmi öğretiyor. Hakeza melekler kendi acziyetlerini ifade ettikten sonra da Allah u Teala kendi ilmine teveccühleri celbediyor: "Ben size, muhakkak yerde ve göklerde görünmeyenleri (oralardaki sırları) bilirim. Bundan da öte gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim?" diyor.

İnsanın hilafeti ilim mihverinde ve esma-i ilahiden 'alim' ismi ekseninde cereyan ediyor. Diğer isimler kemali tamamlayıcı ve zemin hazırlayıcı mahiyettedir; her ne kadar Allah u Teala'nın zatında bütün isimleri birbirinin aynısı olsa da. Dolayısıyla ilmi ile amel etmek şartıyla, ilmi çok olanlar, hilafet görevini daha layıkıyla yerine getirebilirler demektir.

İlimle ve insanın ilmiyle ilgili dikkatlerden kaçmaması gereken bir husus vardır: Her ilim, hilafetin ölçüsü değildir. Hilafet ile ilgili ilim, esma-i ilahi hakkındaki ilimdir, o hakikatlere götüren ilimdir. Eğer pozitif bilimler veya İslami ilimler, sahibini muvahhid yapmıyorsa, kendi ilminin Allah'ın ilminden neş'et ettiğini göremiyorsa, kendini Allah'tan bağımsız görüyor ve istiklalini ilan ediyorsa o ilim, hilafet ilmi değildir ve o alim de hilafetten nasiplenmiş değildir.

Bir doktor, insan vücudunu; bir jeofizik mühendisi, yer yüzünü ve içini; bir astronot gök yüzünü Allah'ın ayetleri olarak görmüyorsa onun ilmi yer yüzüyle sınırlıdır, maddi alemle mahduttur ve dolayısıyla o ilim sahibini hilafetten nasiplendiremez. Kur'an-ı Kerim, bu türden bilgi sahiplerini ve alimleri eleştiriyor: "Peygamberleri onlara apaçık bilgiler getirince, onlar kendilerinde bulunan (beşeri) bilgiye güvendiler. Alaya aldıkları şey, kendilerini boğuverdi."(Gafir: 83) Bu ayet, geçmişteki bazı kavimlerin pozitif bilimlerde mesafe kat ettiğini ve bu bilgilerine dayanarak ilahi vahye karşı çıktıklarını haber veriyor. Sahip oldukları bilim, onları hakikatlerin ilmine ulaştırmamıştır.

Hakeza Karun, bir iş adamıydı ve ekonomi ilmine sahip idi. Ama ilmi ve servetiyle Allah'ın 'alim ismi arasındaki ilişki ve irtibatı kuramadığı gibi, bu türden bir ilişkiyi reddetti: "Karun ise O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, dedi." (Kasas:78)

İnsanın en öne çıkan özelliği ilimdir. Melekler insanın hilafetine kendilerindeki tesbih ve takdis ile itiraz ederken, Allah u Teala insanın da tesbih ve takdiste bulunacağını bildirerek cevap vermiyor meleklere. Aksine insanın ilim boyutunu öne çıkararak cevap veriyor. Oysaki insan da Allah'ı tesbih, takdis ediyor ve Allah'a hamd ediyor ve insanın bu sıfatlarına Kur'an'da işaret edilmiştir. İlim sıfatının öne çıkmasının nedeni, diğer sıfatların ilim derecesinde olamamasıdır. Çünkü diğer sıfatların değeri, ilim ve marifet ile ölçülmektedir. Diğer sıfatlarda da insanı kemale ulaştıracak olan ilim ve marifettir. Örneğin ilim sahibi insanın ibadet ve zikirde yakalayacağı kemal derecesine ilim ve marifeti az olan insanlar ulaşamazlar. Zikir, tesbih, hamd ve tefekkür konuları da böyledir. Alim bir insanın tefekkürü ile vasat bilgiye sahip bir insanın tefekkürü arasında çok büyük farklar vardır. Hakeza tesbih, takdis ve ibadet halis niyet ve ubudiyet temelindedir ki, bu temel de ilim ve marifet ile elde edilir.

Halife olan insanı, diğer bütün varlıklardan ayıran bir özelliği vardır. Bütün varlıklar ya maddi olup yer yüzüne aittir veya semavi olup mücerred aleme aittir. Hem maddi olup yer yüzünde tabii fiillerde bulunan hem de mücerred alemle ilişkisi olan tek varlık, halife olan insan-ı kamildir. Meleklerin yer yüzüne inip insanlar gibi yaşama imkanı yoktur. İnsanın dışında da maddeye ait hiçbir varlığın meleklerin sathına veya fevkine çıkması mümkün değildir. Bu özelliğiyle insan, evrende eşsiz bir varlıktır. Kendisine, "Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabbine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin; sonunda O'na varacaksın." (İnşikak: 6) diye hitap edilen tek varlık insandır. Bir tarafı maddi aleme dönük, öbür tarafı Allah'a ulaşmaya (likaullah) yönelik bir varlıktır. Bir yanı, "Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım"a (Sad: 71) dönük; öteki yanı, "Ey huzura kavuşmuş insan"a (Fecr:27) yöneliktir. İki alem de böyle bir varlığın hizmetindedir ve ancak böyle bir varlık 'emanet'i taşıyabilir. Allah u Teala meleklere isimler ve hakikatleri sorduğunda cevap veremediler. Emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettiğinde üstlenemediler, korktular. Mücerret ve maddi varlıklardan hiç birinin üstlenemediği ve cevap veremediği emaneti üstlenebilen varlığın, diğer tüm varlıklardan üstün olması ve halifetüllah makamına nail olması gerekir.

Ancak bu makama her insan ulaşamaz. Çünkü Allah'ın halifesi olabilmek de 'ahd-i ilahi'dendir ve bu ahid zalimlere ulaşmaz. "Ahdim zalimlere ermez." (Bakar:124) Hakeza müşrikler de böyledir. Allah, kendisini ve Resulünü müşriklerden beri sayıyor. Dolayısıyla Allah'ın sevmediği ve kendisini ondan beri saydığı bir insanı halifesi olarak görmesi hiçbir surette mümkün olamaz.

Alemde en yüce makam, hilafetüllah makamıdır. Her insan yaratılış ve potansiyel itibariyle bu makama ulaşma veya yakınlaşma imkanına sahiptir. Esma-i ilahinin mazharı olanlar halife olma cihetinde ulvi makamlara doğru seyrederlerken, bu mazhariyetten uzak duranlar da aksi istikamete doğru seyrederler.