İlim Erbabı ve Gönül Erbabı

Ömer Öcal

VAN 23.03.2013 10:59:31 0
İlim Erbabı ve Gönül Erbabı
Tarih: 01.01.0001 00:00

Hâkim medeniyet birkaç yüzyıldır dünyayı fiili işgali altında tutmaktadır. Bundan daha elim ve vahim olmak üzere, bütün dershanelere girilmiş ve gücünü devletten alan bütün eğitim müesseseleri lağvedilmişti. İslam âlimleri, batının bu yıkıcı etkisine karşı direnmenin yollarını araştırdılar. Akıntıyla birlikte hareket etmek daha güvenli olabilirdi. Hâkim paradigma bilimde pozitivist, düşüncede liberal, inançta deisti. Alimler kendilerini, inançlarına pozitif izahlar bulmak zorunda hissettiler. Bu nedenle, yüzyıllardır mucize sayılan olayları, “doğal afet” fenomeni ile açıklamaya çalıştılar.

Müstevli İşgal ettiği ülkelerde kalıcı olmak istiyordu. Bu yüzden eğitim faaliyetlerine hız verdi. “Yerli” için okullar açtı. Yerli burada, efendinin dilini öğrendi. Piyano çalmaya ve heykel yapmaya heveslendi. Okullar efendinin ihtişamına dair sayısız kanıtlar sunmaktaydı. Yerli, kendi kültür ve tarihinin, efendisinin kültürüyle kıyaslanamayacak derecede geri olduğuna bu okullarda ikna edildi. Kendi dilinin niçin bilim dili olamayacağını bu okullarda anladı. En inatçı yerli bile, dininin emirleri ile efendinin öğretisinin “temelde aslında aynı şey” olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Eğitilmiş yerliye göre Mr. Brown babasından daha kibar, Mss. Brown annesinden daha kültürlüydü. Mis Brown ise ince, sarı saçlarıyla çok güzeldi. Batı medeniyeti böylece kitlelerin algı ve ahlakını temelden değiştirdi. Fiili kölelik, fikri kölelik ile perçinlendi.

Okullar yerlinin ağzına büyük laflar soktu: “Demokrasi, insan hakları, özgürlük...” Yerliye göre Dünya’nın ortası Paris’ti veya oraların yakınında bir yerdi. Hayali, Paris’te bir akşam yemeğiydi. Onlar gibi süslendi, kravat taktı.[1]

Müstevli eğitim faaliyetlerinden memnundu ve “Eğitimli Yerli” yi çok sevmişti. Eğitimlinin muhalefeti bile hoştu. Değerlere sahip çıkıyor, “Sorun değerlerde değil, sorun uygulamada.” diyordu. “Efendi, medeniyet vermişti ve geri almaya hiç niyeti yoktu.” Asimilasyon her yerdeydi.

İşte bu Fikri istila sonrasıdır ki İslam dünyasında bütün aydınlar –İslamcılar dâhil-siyasal olarak Nato’cu, felsefede rasyonalist, bilimde pozitivist, düşüncede liberaldir. Solcusuyla sağcısıyla tamamı “Aydınlanmacı” dır.

Ancak bir kesim var ki onlar fikri istiladan neredeyse hiç etkilenmediler. Batıya karşı en aydınca tavır, paradoksal bir biçimde, işte bu en yobazımızdan geldi: Tarikatlardan. Sofi; sofrasını, elbisesini, düşüncesini hiç değiştirmedi. Keşif ve keramete inanmaya devam etti ve dönüştürülmeye karşı bilinçli/bilinçsiz bir direnç sergiledi. Bu gün bir sofinin ilk seyahat imkânında gideceği yer Hicaz’dır. Oysa İslamcı aydının tercihi farklı olabilir. Benzer şekilde sofiye istediği ülkede yaşama imkânı sunulsa, o mutlaka bir Müslüman ülkeyi tercih eder; ancak Müslüman aydın için aynı şey söylenemez. İslamcı aydın için “İnsanların birbirine saygılı davrandığı gelişmiş bir özgürlük ülkesi” daha uygun olabilir. İslamcı aydın olumsuzluklardan kendi halkını sorumlu tutar ve “Geri kalmış ülkelerdeki sefalet zulüm ve baskılardan da ‘Gelişmiş Ülkeler’ sorumludur.” Diyemez.

Açın dini, direnişçinin tarikatı sorulmaz.

 ------------------------------------------------

[1] “İnsan her zaman kendisine üstün gelen, boyun eğdiği kimsede bir mükemmellik olduğuna inanmıştır. Bu, boyun eğdirme nedeninin sıradan bir galibiyetten değil, galipte bulunan bir mükemmellikten olduğu yanlış fikrinden kaynaklanır. Eğer kendini buna şartlandırırsa, artık bu onda bir inanç haline gelir ve her şeyde galibi örnek alır. Giyiminde, binitinde, silahlarında ve diğer hususlarda galibe benzemeye çalışır, tıpkı çağımız Endülüs’ünde olduğu gibi… (İbn-i Haldun Mukaddime)”