İki T24 yazarı ve “PKK ile mücadele” okumaları üzerine (I)

Fırat Erez

VAN 14.10.2016 10:54:26 0
 İki T24 yazarı ve “PKK ile mücadele” okumaları üzerine (I)
Tarih: 01.01.0001 00:00

Hasan Cemal belki de Türkiye’de, Kürt sorunu ve PKK terörü ile en çok ilgilenen insanlardan biri.

 

Konuya değindiği ona yakın kitabı ve sayısız makalesi var. Bunlardan son ikisi 8 ve 9 Ekim’de yayınlandı. İlki “PKK’yı toptan imha stratejisi” ve ikincisi “Toptan imha, topyekûn savaş” başlığını taşıyor (bkz http://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/pkkyi-toptan-imha-stratejisi,15604 ve http://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/toptan-imha-topyekun-savas,15612).

Hasan Cemal, hemen her yazısında olduğu gibi, yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bahsederek giriyor söze: Erdoğan, PKK’ya karşı savaş stratejisi uygulamaya devam ediyor. Her geçen gün şiddetlenen bir savaş bu. Bugünleri bile aratabilecek bir kan ve ateş dönemine doğru yol aldığımız söylenebilir.

Bu cümlelerin ardından ise şu geliyor: “PKK’ya karşı yürütülen bu mücadele, kimine göre, bir toptan imha stratejisi...  Metin Gürcan’ın şu satırlarının altını çizmekte yarar var…”Devamında, Gürcan’ın yine kendisiyle aynı sitede, T24’de çıkan “Türkiye’nin en zor havuz problemi” yazısından bir alıntı yapıyor.

Alıntı basitçe iki kısma ayrılabilir.

Bunlardan ilkinde Metin Gürcan “öncelikle Ankara’da, PKK’nın silahlı eylemlerine başladığı 1984’ten bugüne kadar askeri mücadele ile sivil alandaki mücadelenin hiçbir zaman eş zamanlı ve geniş kapsamlı yapılmadığı, bunun da PKK’yı yok edememedeki asıl neden olduğu kanaati hakim” demekte.

 
İkinci kısımda ise söylenen şu: “Terörizm çalışmalarında kritik sorudur: Terörü yöntem olarak kullanan silahlı devlet dışı aktör caydırılabilir mi, yoksa yok mu edilmelidir? Görünen o ki, 15 Temmuz sonrasında OHAL ile aldığı yasal yetki ve FETÖ ile mücadele konusundaki tecrübeleri ışığında Ankara PKK’yı caydırıp marjinalize etmek ve onu muhatap alarak yeni bir müzakere süreci başlatmak yerine, onu tüm bileşenleri ile tasfiye etmeyi amaç edinen bir toptan imha stratejisi yürürlüğe koydu”(http://t24.com.tr/yazarlar/metin-gurcan/turkiyenin-en-zor-havuz-problemi,15447).

Bu yazının devamında, adını verdiğim iki yazarın yazdıklarının üzerinden gideceğiz ama burada yolumuz çatallaşıyor.

Zamanında PKK ile sahada silahlı mücadele de vermiş bir eski asker olan Metin Gürcan ile sorunu eskiden beri takip eden Hasan Cemal’in yazılarında hem paralellikler hem farklar var.

Paralellikler, Hasan Cemal’in iki yazı boyunca süren “savaş değil barış” vurgusunda düğümleniyor. Tekrar altını çizeyim; Hasan Cemal buna bir felâket alarmıyla başlıyor:Bugünleri bile aratabilecek, çok daha beter bir kan ve ateş çemberinin içinde bulabilir kendini Türkiye...” Sonunu ise şu tavsiyeyle getiriyor: “Savaş değil barış stratejileri yapmak lazım. Barış artık namlunun ucunda değil.” Metin Gürcan’ın bazı söyledikleri ise buna ancak bir yanlış anlama/anlatma veya abartma yoluyla yaklaştırılabilirse de, eh, bu kadarına bir paralellik demek yine de mümkün gözüküyor.

 
Buna karşılık farklılıklar Metin Gürcan’ın analiz ve eleştirilerini besleyen birçok önemli detayda düğümleniyor.

Anlatımı kolaylaştırmak için, önce Gürcan’ın grafiğini buraya aktaralım:



Gürcan, sırayla kendinden bir sonrakini besleyen insan havuzları tasavvur ediyor. Bunları “etnik uyuyan… kültürel uyanmış… kültürel ve siyasal uyanmış… PKK sempatizanı… PKK milisi… PKK’lı” diye isimlendiriyor ve kabaca şunu soruyor: “Hepsi en son tahlilde ‘PKK’lı’ havuzunu besleyen bütün bu havuzları hangi noktada ve nasıl birbirinden koparacak, aşağıdan yukarıya doğru hangilerini tasfiye edeceksiniz?”

Gürcan yazısında, Avrupa, İran, Suriye ve Irak’ı da en alttaki iki havuzu, yani “PKK milisi” ve “PKK’lı” havuzlarını muhtemelen besleyecek ayrı bir havuz olarak kabul ediyor (ve temel hatâsını da burada yapıyor), ama bu konuya daha sonra değineceğim.

Gürcan, açık ama kısıtlı kaynaklara dayanarak her bir havuzdaki insan sayısını tahmine çalışıyor; bu tahminlerini makûl buluyorum. Ardından, bu kitlelerin “tasfiye edilecek” dediği “PKK’lı” havuzuna akışının nasıl engellenebileceğini tartışıyor, daha doğrusu bunun imkânsızlığını ispata uğraşıyor.

Tüm Kürt nüfus içinde 5-8 milyon dediği “Etnik uyuyanlar” havuzu tehlikesiz; PKK’ya uzak duranlardan oluşuyor. (Havuza verdiği “niyet beyanı” niteliğindeki isim üzerinde durmayı, bu yazı bağlamında gereksiz buluyorum.)


“Kültürel uyanmış”tan “PKK’lı”ya kadar olan diğer havuzlara da, toplam 15 milyon olarak kabul ettiği Kürt nüfusun geri kalanını, yani kabaca 10 milyon insanı dağıtıyor.

Pek somutlaştıramadığı (a) “kültürel uyanmış”ların; (b) HDP’ye oy veren 4,9 milyon kişi olarak aldığı “kültürel ve siyasal uyanmış”ların; nihayet (c) aileleriyle birlikte 1.5 milyon olarak kabul ettiği “PKK sempatizanı - PKK milisi - PKK’lı”ların toplamı, Gürcan’a göre, işte bu 10 milyonu buluyor.

Sözün özü, bu 10 milyonun yarısı PKK/HDP’liler ve “tasfiye”den kasıt da örgütün, yani aslında bu 5 milyonun imhası.

Kullandığı grafikten de görülebileceği gibi, örgütü tasfiyesi çatışma ve operasyonlarda öldürülenler veya hapse atılanlar yoluyla ilerliyor; ama tabii Türkiye dışındakilerin de örgüte yardıma gelme olasılığı var.


Sadece onlar da değil; diğer havuzlardan, örneğin “kültürel uyanmışlar”dan da “PKK’lı” havuzuna akış olabilir, Gürcan’a göre.

Dönelim Hasan Cemal’e. İlk baştaki Gürcan alıntısından sonraUygulamaya sokulan ‘toptan imha stratejisi’nin çerçevesi şöyle çizilebilir” diyor ve bunun adımlarını şöyle sıralıyor:

 

PKK’ya karşı silahlı mücadele... HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve onlara hapis yolunun açılması... Kürt medyası’nın tümüyle susturulması... Kürt gazetecilerinin hapse atılması... Kürt öğretmenler başta olmak üzereGüneydoğu’daki kamu çalışanlarının -- PKK sempatizanı ya da üyesi diye -- açığa alınması, tutuklanması... Belediyelere kayyım atamalarıyla devlet tarafından el konulması... PKK sempatizanı olarak bilinen herkesin korkutulması, gözaltına alınması, tutuklanması...”

Hasan Cemal alarmını bu kadarla bırakmıyor; TSK’nın Erdoğan tarafından Kandil üzerine sürülebileceğini de düşünüyor. “Toptan imha, topyekûn savaş” başlıklı ikinci yazısına şu cümleyle başlıyor: “Bu köşede dün devletin PKK’ya karşı uyguladığı toptan imhastratejisini özetlemeye çalıştım.
Bu strateji yeni mi?”
 
Evet, tahmin edilebileceği Hasan Cemal bizi buradan “90’lar”a götürüyor. Şöyle diyor:“Yoksa, 1990’larda izlenen mücadele stratejisiyle benzer bir çerçeveye mi oturuyor? İkisi arasında galiba büyük bir farklılık yok. Her ikisinde de kök edebiyatı var: PKK’nın kökü kazınacak! Bugünkü adı toptan imha stratejisi.”   


Oysa o “imha stratejisi” deyimi kendisine ait. PKK’yı “imha” etmekten bahseden, bir tek o. İlk yazısında bunu“Bu mücadele, kimine göre, bir toptan imha stratejisi” şeklinde kullanmış ve hemen ardından Metin Gürcan’a referans vermişti -- ama Metin Gürcan  “imha”dan bahsetmiyor. Gürcan, Ankara PKK’yı tüm bileşenleri ile toptan tasfiye etmeyi planlıyorsa…” cümlesinin içinde geçen şekliyle, “toptan tasfiye”den söz etmekle yetiniyor; kendini bu deyimle sınırlıyor.


Hasan Cemal’in yazısının kalanı, çoğunlukla bir “90’lar” tarifi.

Sanıldığından daha baskın, güçlü ve yaygın bir PKK; hukuk dışına çıkan devlet; parti kapatmalar; bilinen devlet terörü uygulamaları, köy boşaltmalar, infazlar, işkenceler üzerinden ilerliyor…

Kan ve gözyaşı oluk gibi aktı” diyor; aslında o dönemde kurulmasına asla izin verilmeyen “taziye çadırları”nı da getirip tüm bunların üzerine kuruyor ve soruyor Hasan Cemal: “1990’larda yapılamayan bugün mü yapılabilecek?”

Metin Gürcan da kendi havuz analojisi üzerinden bir dizi soru soruyor ama son tahlilde söyledikleri Hasan Cemal’den çok farklı değil. Mealen “devlet bunu başarabilecek mi?” diyor.

İkisi de yazılarını “işler daha da kötüye gidecek” tespiti veya çağrışımı ile bitiriyor.

İkisinin de, yukarıda söylendiği gibi paralellikleri ve farklılıkları var; öte yandan, belirtmek gerekir ki özgün çizgilerinde belirli bir tutarlılıkları da var.

Gürcan eskiden beri konuya böyle analojilerle, bolca sayısal veri kullandığı analizlerle, görece daha teknik bir açıdan yaklaşır.


Hasan Cemal için ise asıl suçlu hep devlettir ve 90’lar hiç bitmemiş, devlet Kürtler konusunda hiç değişmemiştir.


İkisinin ortak noktası ise hep aynıdır.


Her zaman, göründüğünden de güçlü bir PKK vardır yazılarında.


Bu, Hasan Cemal’de biraz daha “haklı PKK,” Metin Gürcan’da ise “imkansız bir askeri problem” olarak yansır okuyucuya.


Ne yapılsa olmamaktadır ve ilerde de olmayacaktır.

Örneğin Çözüm Süreci’ne ilerlenirken Hasan Cemal devlete/AK Parti’ye / Erdoğan’a güvensizliğini belirtiyor, uyarılarını sıralıyor, “Seçim hesaplarıyla gerçekler karıştırılabilir” diyordu (bkz 18 Kasım 2014; http://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/cozum-sureci-ya-da-yogurdu-ufleyerek-yemek,10616).

Ne olursa olsun, “Erdoğan iktidarı’nın, Ankara’nın gerçek ve kalıcı bir barışı getirebilecek nihai bir oyun planı olduğundan da, dün olduğu gibi bugün de, kuşku duymaya devam” ediyordu.

7 Haziran seçimlerinden ve son PKK savaşının başlangıcından kısa bir süre sonra, 5 Ağustos 2015 tarihinde, “askere kafa tutan Erdoğan Kürtlere umut olmuştu”  diye başlayan yazısı, inişteki AKP, daha da inecek. 9 puanlık kayıptan sonra, geride kalan Kürt oyları da AKP’yi büyük ölçüde terk edecek” ve “AKP tabela partisi olacak Güneydoğuda” diye bitiyordu. (Bu tür iddialı öngörüleri neden kimse hatırlamıyor ve hatırlatmıyor acaba?)

Metin Gürcan ise bu yılın başında, hendek savaşlarının sonu daha belli değilken yazdığı yazılarda, terörün Batı illerine yayılacağı uyarısını yapıyordu: “En son PKK’nın şehirlerdeki yapılanması KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık ‘Yakında Türkiye içinden ve dışından gelen başka örgütlerle birlikte bir devrimci direniş cephesinin kuruluşunu ilan etmeyi öngörüyoruz’ diyerek gelecek aylarda Türkiye'deki çatışmaların ağırlaşacağı tehdidinde bulundu” (bkz http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2015/12/turkey-kurdish-militant-clashes-pkk-tak.html).

Gürcan’ın yazısında “Çünkü PKK hem Türkiye içinde hem de bölgesel anlamda proksi kullanma kabiliyeti hızla yükselen ve bu konuda önemli vasıta ve yöntemler kazanan bir örgüte dönüşüyor diye tanımladığı örgütten, çok geçmeden bir açıklama geldi.


Duran Kalkan “Halkların Birleşik Devrim Hareketi[nin] kurulduğu”nu deklare etti ve alay konusu oldu (https://www.youtube.com/watch?v=EqEGPbi4qaM).

Metin Gürcan’ın yukarıda alıntıladığım yazısındaki analizlerine dair, “PKK savaşı kaybederken stratejik oyalamalar” başlıklı, eleştirel bir  çözümleme yazmış ve orada şunu söylemiştim: “Burada da kişisel bir tercih devreye giriyor: Eylemi parlatmak veya soldurmak. Yazarımız ilkini tercih ediyor gibi görünüyor.”

Metin Gürcan da, Hasan Cemal de tabii PKK’lı değiller.

Ama genel olarak AK Parti hükümetinin karşısında yer aldıkları için, PKK konusunda da AKP’nin politika, strateji ve taktiklerini hep eleştirme pozisyonunda duruyor; uzmanı oldukları alanı bunun için çarpıtmaktan çekinmiyorlar.

Bu konuyu işlemeye bir sonraki yazımda, özellikle Metin Gürcan’ın belli ki üzerinde emek sarfedilmiş analizinin çözümlemesi ve eleştirisiyle devam edeceğim.


SERBESTİYET