İİT zirvesi neden başarılıydı?

Mensur Akgün

VAN 17.12.2017 10:16:14 0
 İİT zirvesi neden başarılıydı?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Uluslararası örgütlerden, özellikle de İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan ve üyelerinden verebileceğinden fazlasını bekleyenler, bir de dünya siyasetini Türkiye’nin iç politikasındaki denklemler üstünden okuyanlar 13 Aralık zirvesini yeterince başarılı bulmadılar. Katılım düzeyini, bazı katılımcıların siyasi samimiyetini yapılan açıklamalardan ve ilan edilen eylem planından daha fazla önemsediler.

Oysa bu zirve başarılıydı. Çünkü Nihai Bildirge ve İstanbul Deklarasyonu ile hem tüm üye ülkeler Filistin sorununun temel çözüm müktesebatına bir kez daha bağlandı hem sorunun doğrudan muhatabı Filistin Devlet Başkanı desteklendi hem de dünyaya oldu-bittilerin kabul edilmeyeceğine dair güçlü bir mesaj verildi. Üstelik tüm bunların Türkiye’nin, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısıyla gerçekleştiği de tescil edildi.

***

Daha iyisi mutlaka olabilirdi. Suudi Arabistan başta olmak üzere pek çok ülke daha güçlü bir katılım, daha hevesli bir destek verebilirdi. Ama onların desteğinin ve samimiyetinin zirvede olmaması toplantının başarısız geçtiği anlamına gelmez. Tam tersine bu toplantının önemini arttırır, ayrıca onlara rağmen böylesi kararların alınabilmiş olması Türkiye’nin diplomatik ağırlığını gösterir.

Unutmayalım ki, bu zirve ABD Başkanı Trump’ın aldığı keyfi bir kararın doğurabileceği siyasi sonuçları ortadan kaldırmak için toplandı. Filistin sorununun en tartışmalı alanlarından biri olan Kudüs’ün BM Güvenlik Konseyi kararları ile tescil edilmiş statüsünün değişmemesinin sağlanması, Washington’un teşviki ve Riyad’ın desteği ile Doğu Kudüs’e İsrail’in el koymasını engellemesi hedeflendi.

Aralarında Suudi temsilcilerin de olduğu katılımcılar oy birliğiyle kabul ettikleri iki belgede de BM Güvenlik Konseyi’nin geçtiğimiz hafta detaylarını aktardığım iki kararına, yani 478 ve 2334’e atıfta bulunarak 1967 sınırlarına geri dönülmesi dışında başka bir çözümü kabul etmeyeceklerini (bazıları istemeye istemeye de olsa) dünyaya ilan ettiler. Başka bir deyişle yaptıkları iki açıklamayla kendilerini bağladılar.

Bundan sonra bu örgüte üye ülkelerin Filistin sorununun çözümünün bilindik parametrelerinde herhangi bir nedenle delik açmaya çalışmaları, mesela diyelim ki yeni Suudi liderliğinin ABD’nin teşvikiyle Doğu Kudüs’ü İsrail’e bırakıp, Filistin’e başkent olarak inşa edilen duvarın dışındaki bir yerleşim birimini önermeleri ya da düşünmeleri mümkün olmayacak.

Türkiye’nin bu inisiyatifi, yani İİT Zirve Toplantısı sadece Trump’ın açıklamasını etkisizleştirmekle kalmadı, aynı zamanda unutulmuş olan Filistin sorununu, sorunun çözümünün temel parametrelerini de dünyaya hatırlattı. ABD kararından caymasa bile İİT üyesi ülkeler bu kararın doğurabileceği sonuçları kabul etmeyeceklerini, karara karşı uluslararası hukukun ve rejimlerin kendilerine tanıdığı tüm imkanları kullanacaklarını ilan ettiler.

İİT bu açıklamaları yaptı diye Filistin sorunu tabii ki bitmedi. Mücadele bundan sonra da farklı platformlarda sürecek. Ancak Zirve sayesinde Filistinliler 13 Aralık öncesinde olduklarından çok daha güçlü hale geldiler, dünyaya neden haklı olduklarını bir kez daha anlatma imkanı buldular. Üstelik Müslüman çoğunluklu ülkeler de en azından bu konuda tek bir ses çıkartarak caydırıcı olabileceklerini gösterdiler.

***

Bundan sonra yapılması gereken İstanbul’da alınan kararların takipçisi olmak, BM Güvenlik Konseyi’ni Kudüs’ün statüsüne ilişkin kararlarını teyit etmeye ikna etmek, o olmuyorsa BM Genel Kurul’undan bir karar çıkartmak, 4 milyon 700 binden fazla Filistinli mülteciye yardım sağlayan UNRWA’ya kaynak sağlamak, Fas Kralı’nın başkanlığındaki Kudüs Komitesi’nin yeniden hayatiyet kazanmasını temin etmek.

Nihai Bildirge hepimize sorumluluk yüklüyor, devletlere de sivil topluma da izleyebilecekleri bir yol haritası sunuyor. Ama sanırım bu yol haritasını hakkıyla takip edebilmek için bizlerin, Türkiye’deki üniversitelerin, düşünce kuruluşlarının, hatta basının Filistin sorunu konusunda daha fazla çalışması, çözümün parametreleri üstünde daha çok düşünmesi, arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık çabalarını AB ve ABD’deki muhataplarına bırakmayacak donanıma sahip olması, kamu diplomasisi yapabilecek yeteneğe kavuşması gerekecek...