II. Yeni ve HDP

Ömer Altaş

VAN 16.06.2015 11:01:07 0
II. Yeni ve HDP
Tarih: 01.01.0001 00:00
 HDP olayı ve bölgede yaşananlar danışıklı dövüşise hala sorun yok. Bütün taşlar yerine oturuyor.

Çözüm sürecinde daha iyi bir aşamada olduğumuz anlamına bile gelir.

Eğer, seçim sonuçlarıyla yüzümüze çarpan realite, danışıklı dövüş değil doğal ve serbest bir sonuçise, bölgedeki gelişmeler ‘devlete’ ve yeni Türkiye iradesine rağmen devam ediyorsa “açık bir tehlike” var.

Aslında lafı dolandırmadan söyleyelim:

Bir süredir “iç savaş psikozunun” kaldırım taşları diziliyor.

İç savaş şeklinde sadece yazmak bile kendimize yedirebileceğiz bir duygu değil ama teyakkuz içinde olmanın zararı yok.

Dünyada nice şeyler olmadan önce imkânsızdı. Japonya’da tsunami görüntüleri de akıl almaz ama oldu!

Biraz irdeleyelim:

Bugünden geriye verileri üst üste koyduğumuzda HDP olayı ve bölgedeki gelişmeler bir danışıklı dövüş değil.

Bu koşullarda bölgedeki tablo şu:

Bölge PKK’nın kontrolünde.

Askerin kışla, polisin müdürlük binası, kaymakam ve valinin resmi daire dışında bir hükmü bulunmuyor.

Resmi daireler haricindeki toplumsal boşlukların tamamına hâkim olan güç PKK.

Vergi alıyor. Yargılama yapıyor. Ceza kesiyor. Ödüllendiriyor.

Sokakların, mahallelerin, şehir merkezlerinin, ilçelerin, köylerin, mezranın, ovanın, yaylanın bekçileri onlar.

Devlet sahayı tamamen boşaltmış durumda.

PKK istediği gibi at koşturuyor, kimsenin bir şey dediği yok.

Durumu yerinde görenler şaşkınlıktan küçük dillerini yutabilirler.

Devletin bıraktığı boşluğun sonuçları şunlar:

· Gözlerimizle tanık olduğumuz ve bölge insanının ittifakı: Her yer PKK’nın elinde.

· Devlet kaynaklarına göre: Bu süreçte her zamankinden daha fazla genç dağa çıktı.

· PKK’lı medyanın itirafı: Türkiye sınırları içine ağır silahlar ve doçkalar konuşlandırıldı.

Kürtler, işte bu fiili gerçek ile yaşıyor. Bu fiili durum elbette kendi sosyolojisini de inşa edecekti, etti.

Bu yazının ana teması sadece bu.

A- Gelişmeleri önce Kürtlerin bakışından okuyalım:

“Devlet ile PKK anlaşmış. Bize bu durumu kabullenmek düşer.”

“Bölge onlara bırakılıyor, tersine gidersek üstene suçlu oluruz.”

Neler döndüğüne dair yetkili mercilerden tatmin edici bir cevap alamayan bölge halkının aklı karmakarışık oldu.

AK Parti’nin 7 Haziran aday listeleri yayınlandığında Kürtler bu kararsızlıklarını da yendiler:

“İyice anladık ki, devlet bölgeyi aşama aşama PKK’ya bırakıyor!”

AK Parti’nin seçim sonrası yaptığı muhasebede de, ilk sıra, yanlış aday tercihi idi.

Öyleyse büyük soru bu:

AK Parti neden öyle yaptı?

Sükûnetle ifade edersek, Doğu listelerini kim, neden böyle yaptı? Kışkırtarak söylersek, bu listelere kim, neden müdahale etti?

Bu sorunun cevabı çok önemli.

Cevaplanana kadar kamuoyu, bu sorunun iç yüzünü merak edecek!

Kürtler işte bu atmosferde seçim sürecine girdi.

Bu süreçte değişen konjonktürü/ psikolojiyi gören HDP’ye cesaret geldi ve yüzde 10 barajına rağmen seçime parti olarak girmeye karar verdi.

HDP’nin bu kararı Kürtlerin kanaatini pekiştirdi: “Devlet, HDP’nin seçime parti olarak girmesine karar verdi.”

Hepimiz aynı inandık.

Gördük ki, ortada ne böyle bir devlet var ne de böyle bir akıl!

HDP’nin, önünde kendine sonuna kadar bir koridor açıldı: “Bölgede ilk defa bu boyutta lehimize sosyal dalga var. Biraz da Batı tarafından omuz aldık mı barajı aşmak mümkün.”

Bunun için, kendi gerçekliklerini ikinci plana ittiler.

Esen her rüzgâr yelkenlerini doldurdu.

Öyle ki, HDP, miting yapmasa yine kazanacaktı.

B- Şimdi de gelişmeleri AK Parti bağlamında değerlendirelim:

AK Parti, kendini tüketen bir iç çelişki ile seçim sathına girdi.

Otorite temelinde balık baştan kokar misali en tepede yaşanan gizli bir kriz vardı.

Bu kriz aylarca sürdü. Kimse farkında değildi ama bu AK Parti’nin bütün iç enerjisini tüketip durdu. Bunu, çelişkiyi tahrik etmek ya da büyütmek için değil derinlemesine bir muhasebeye geçiş yapmak için yazıyoruz. Sonucu önemli. Bu nedenle iç çelişkinin ne olduğunu sadece bilenlere bırakıyoruz.

Bu kriz tüm krizlerin anası oldu. Siyaset boşluk kabul etmedi.

Toplum devletteki zafiyeti hissetti. O dönem Devlet altı ay boyunca hiç yoktu. Her sözü boşluğa aktı.

Bülent Arınç’ın şaşırtıcı çıkışı ile devletteki gedikler halka da aşikâr oldu.

Arınç’ın çıkışı ile aynı gün; iki sosyal uçzihinsel olarak, AK Parti çatısını terk etti.

Güvenlik, en hızlı hareket eden ve en hızlı yer değiştiren duygudur.

Bu iki sosyal uç, kendine daha güvenli partiler aradı.

İşte; Kürtlerin psikolojisi, bir de tersten hükümetten destek aldı.

Batı bölgeleri de bu devlet zafiyet nedeni ile kendine daha milliyetçi bir sığınak aradı.

“PKK meclise girecek, karşılarında güçlü durmalı.”

Artık projektörler MHP’yi gösteriyordu.

O dönemin anketlerinde MHP %23’e kadar çıktı.

Anketin ertesi günü, çözüm masası tekmeyi yedi, Dolmabahçe mutabakatı ortadan ikiye yırtıldı, müzakere heyeti veto edildi, anlamı farklı da olsa Kürt sorunu yok denildi.

Bunlar, “can havliyle” yapıldı. Zira % 8 kayıp vardı.

Masaya atılan tekme ile milliyetçi oyların kaçışı durmuştu ama boşlukta kalan tekme Kürtlerin döşüne değdi.

Doğu’da ateş bacayı sardı. Meclis çatısı altında daha güvenli oluruz duygusu hızla yayıldı. Şu mesaj tüm Kürtleri ikna etti.

“HDP mecliste olmalı, tek çaremiz bu. Devletin iniş-çıkışlardan manyaklaşmaktan ancak meclise girmekle kurtulabiliriz.”

(Aslında yanlış okuma yapılıyor; Kürtler HDP ile ana eksenin Kandil değil devlet olduğunu söyledi. HDP bu demek. Kürtler, aslında devletin çatısı altına girdi. PKK bu gerçek deşifre olmasın diye çırpınıp duruyor.)

Devlette ve hükümette zafiyet olmasa idi HDP ve MHP’nin aldığı sonuç asla böyle olmayacaktı.

Sıralanacak diğer sebeplerin tamamı detay.

(Dolayısıyla nasıl ki devlet, kudretini gösterdiğinde MHP’ye kaçan pay bir ay içinde geri döndüyse; bu kez, devlet, empati yapıp şefkatle ve basiretle gereğini yerine getirdiğinde, HDP’ye kayan oylar döner.)

AK Parti MHP ile mücadelesinde başarılı oldu.

HDP stratejisinde ise başarısız.

Doğu’yu HDP’ ye kendi ellerimizle hediye ettik.. Sonra olan biteni unutup psikolojimiz bozulmuş gibi birden bire de değiştik. HDP’ye “sövdük.” Onlar değişse bile yerimizde durmalıydık. (Kişisel çırpınmalarımız sonuçsuz kaldı.)

Pişmiş aşa su kattık(!)

Menzile varmış oturmuş Kürtlere “dönün” dedik.

MHP’ye kayan oyları engelledik; şimdi, HDP’ye kayan oyları ne kadar engellersek kardır dedik. Kürtleri göz önünde özneden aldık nesneleştirdik. Samimiyeti bıraktık politika yaptık.

Bu dönüş gerçekleşsin diye Kürtleri, “Müslümanlık” ile de karşı karşıya getirdik. Bencillik ettik. Bir hata daha yaptık, “Müslümansanız geri dönün” dedik.

Onlar el-hak Müslümandı ama dönmediler.

Böylece, en kötü sonuç oldu, öylece kaldık: En kilit olgu olan Müslümanlık referansını da hoyratça harcadık.

Biz, en büyük yanlışı işte burada yaptık.

Ama:

Aydınlar için, 7 Haziran sonuçlarının ana konusu artık HDP’ye oy veren “muhafazakâr Kürtler” değil.

7 Haziran sonrasının ana konusu “muhafazakâr Türkler.”

Gelinen noktada, bugün, AK Parti kitlesi konuyu tarif etmek için, ilk defa, “PKK’lılar”, “HDP’liler” değil “Kürtler” diyerek konuşuyor.

Bunun önü alınmadığında ayrışma öyle hızlı yayılacak ki, şaşıracağız.

“Bir günde nasıl böyle olduk” diyeceğiz.

Seçim sonuçlarını değerlendiren kamuoyu, ilk bakışta Kürtlerin HDP/PKK’ya oy verdiğine kanaat getirdi.

Zaten böyle düşünen MHP blokuna AK Parti bloku da eklenmiş oldu.

Bu tanım şu an sokağın her yerinde dillendiriliyor.

“ Dün bir düğüne gitmiştik. Önemli bir bakan ve milletvekili de vardı. Artık tamam. Kürtlerle alışveriş yapmayacağız.” Bunu bir esnaftan kendi kulaklarımla duydum.

“Biz onlar için ne yaptık, onlar bize ne yaptı!” diyenler ise sayısız.

Batı bölgesinde, ilk defa, bu kadar yoğun, “o da Kürt bu da Kürt” şeklinde bir algı ayrışması yaşanıyor.

Tehlikeli yolun “en tehlikeli” bir aşamasına daha girildi.

Bilinmeli ki, bu gelişmeler şişede durduğu gibi de durmayacak.

Büyüyecek, yayılacak ve köpürecektir.

İki taraftan, her açıdan gardını alıp bekleyen silahlı-militan öbeklerin oluştuğundan emin olun.

Türklük ve kürtlük bir tanım olmaktan çıktı, provokasyonlara açık nesne haline geldi.

Türkiye; Gerici- Laik, Sağcı-solcu gibi Türklük-Kürtlük üzerinden bir iç kaosa sürüklenmek isteniyorsa; şartlar olgunlaşıyor.

Devlet bu hatadan el birlik dönebilir.

Güreşte kendi oyununa düşmek diye bir tabir vardır.

En görkemli tekniğini yapan güreşçi basit bir hata ile kendi oyunu ile tuş olur.

Eğer bu soruna erken müdahale edilmezse Doğu’da tankların sokakları inmesini hiçbir güç engelleyemeyecek.

Her zamankinden daha sert bir dönemin postal sesleri duyuluyor.

Bir devlet, sınırları içinde bölgede şu anki gibi bir manzaraya asla razı olmaz.

Eğer izin veriliyorsa bu projenin uluslararası bir proje olduğuna dair açık bir kanıt elde etmiş oluruz.

Rahatça deriz ki; “bu küresel güç projesidir. Biz de buna mecbur bırakıldık!”

(ABD, Suriye’de PYD lehine etnik temizlik yaparken ve Suriye Kürdistan’ını inşa ederken, Demirtaş durup dururken Hizbullah’a ve İran’a selam çakarken bugün Batı ikinci İsrail mantığıyla kendi Kürdistan’ını kurmak için her zamankinden daha hareketli)

Asker tekrar bölgeye indiğinde; Türkiye’nin her tarafında 12 Eylül öncesi manzaraların yaşanmasının önüne hiç kimse geçemeyecektir.

İçi boşalmış bir deyim ama “oyun büyük.”

Topluma ve devlete dayatılan strateji net.

“Ya bölgede projelerimize ortak olun ya da iç savaşa hazır olun!”

Hükümet kurma telaşı Türkiye’nin yeni döneminin handikabı.

AK Parti, tuhaf bir şekilde, en büyük sınavının kapısı önünde hazırlıksız bir ruh hali sergiliyor.

Bilinmeli ki, bu süreçte, en az MHP kadar, net olarak HDP’ye ihtiyaç var.

HDP’nin üst akıl olarak, darbeci misyonunu sürdürdüğünü ve PKK’ya gerekli tavır koyamadığını biliyoruz. Bu doğru. Batıcılıklarıyla akıllı mücadele zaten devam eder, etmeli.

Ama, HDP olgu olarak, Türkiye için bir kayıp değil. Bir kazanç. Hatta bu konuda “şans”. Bardağın dolu tarafını görmemek kendi kaybımız olur. HDP eliyle gerçekleşen uçlar arası sosyal uzlaşı zeminini kendi halimizle bir elli yıl daha beklerdik!

HDP; kısa vadede AK Parti olgusunun aleyhine bir görüntü verebilir. Ancak devlet, toplum, yeni Türkiye, II. yeni Türkiye dönemi için lehte, bir rehabilitasyon merkezi ve barışı taşıyan demokratik bir araçtır. Sabırlı ve olgun olmalı.

Şu an ki görüntü yanıltmamalı, esasta ve ontolojik olarak HDP bir PKK değil, bir yeni Türkiye organizmasıdır. HDP, AK Parti’nin Diyarbakır manifestosunun zamana yayılmış refleksidir. Araç bizim, yol bizim, yolcu bizim, şoför iltisaklı.

Büyük bir vizyon, üst bir akıl, kapsayıcı üst bir dil ile Batı bu minderde gölgesi ile baş başa kalmalı.

II. Yeni’nin en büyük yeni sınavı budur.

Ak Parti, bunu anladığı gün yenilenecektir.

Türkiye siyasetindeki 10 yılda bir metaforu başka bir açıdan medet bekliyor:

Yıl 2005. Herkesin umudunu ve aklını kaybettiği bir zamanda Diyarbakır’a gidip Kürt sorunu diyen ve Türkiye’yi yeni bir Türkiye’ye taşıyan Erdoğan olgusunu, tarih, bir kez daha arıyor.

Yıl 2015. Türklerin ve Kürtlerin, fiili ya da duygu olarak tam ortadan ikiye bölünmeye çalışıldığı, akıl tutulması ve şokların yaşandığı bu en kritik vasatta, Yeni Türkiye’nin II. döneminin de şiarı olacak yeni büyük söz, iki sembolik ilde, Diyarbakır ve Balıkesir’de söylenmeli.

Statükodan ve daralmışlıktan kurtulmanın bir işaret fişeğine ihtiyacı var.