Bilgin Erdoğan
Diri diri gömülen kız çocukları sorduğunda ( Tekvir:81:8)
Hunharca katledilen Eylül isimli sekiz yaşındaki kızcağızın içimizi burkan elim hadisesi insanlığın dibe vurduğu utanç verici bir tablodur. Küçük bir kız çocuğuna tecavüz edilmiş ve zalimce öldürülerek toprağa gömülmüştür.
Öyle ki insan onur ve haysiyetini ayaklar altına alan bu cinayet vahyin dilinde “Ve izâl mev’ûdetu suilet” “Diri diri gömülen kız çocukları sorduğunda” ayetine cahiliye şartlarında muhatap olan bu işi irtikap eden bedevileri dahi geride bırakacak cinstendir.
Zira onlar bu cinayeti sahip oldukları kız çocukları ilerde fakirlikten güya yanlış yola düşmesin ve aile namuslarına halel gelmesin gibi çarpık bir mantıkla yapıyorlardı.
Lakin onlardaki bu çarpıklık misak-ı milli içinde irtikap edilen bu utanç verici cinayetle kıyas dahi edilemez.
Kur’an insanlık vicdanı’nın evrensel sesidir. Bu ayeti tarihselci bir tasavvurla salt bir zaman ve mekan içinde okumak değil bilakis her zaman ve zeminde geçerliliğini koruyabilen bir olgu olarak okuyabilmek gerekir.
Şayet Tekvir Sûresi’ndeki “Bu kızlar hangi suçundan dolayı öldürüldü” âyetini biz hayatın bizzat içinde aramıyorsak, bu âyet camilerin soğuk köşelerinde, hafızların ezberinde ve tarihin tozlu sayfalarında tutuklu kalır.
Oysa bu âyet tedebbür edilirse, o dem bu âyet insan yüreğinde bir feryada dönüşecek ve bu haykırış organ mafyalarının içinde, mektep önlerindeki fuhuş mafyasında, Nataşa pazarlarında, kanlı kürtaj masalarında aranacak ve vahyin diriltici soluğu hayatın her sahasında şifa olabilecektir.
Zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşmekte ve vahyin verdiği kötü misallerin modern versiyonları geçmiştekilerine adeta pabuç çıkartmaktadır. Modern Firavunlar, Nemrudlar mazidekilerden daha zalim modern cinayetler ve tecavüzler tarihtekilerden daha utanç vericidir.
Zulüm hangi topraklarda kime karşı ve hangi tarihte yapılırsa yapılsın zulümdür ve insanlığını kaybetmemiş olmak bunlardan uzak durmayı gerektirir.
Savaş karşıtı ABD'li muhalif, tarihçi, Howard Zinn’in de ifade ettiği gibi “Masum bir insanı öldürmenin utancını kapatacak büyüklükte bir bayrak yoktur”
Zulme uğrayan her daim haklı olmayabilirler lakin zulmeden hep haksız olanlardır.
Tüm bu zulümlerin temelindeki ahlaksız zaafiyetin adı bencilliktir. Bencillik insanlık isimli ağacı zehirleyen beladır.
Eylül isimli bu yavru’nun ölümü hedonizm darağacında masumiyetin idam edilmesi değil de nedir?
Asıl üzerinde durulması gereken insanoğlu’nun niçin bu kadar bencil, acımasız canavar olduğudur?
Peki bu işin çözümü nedir?
Ceza’nın şiddetini arttırarak bu zulüm bertaraf edilebilir mi? Kanımca ceza’nın şiddetini arttırmak nispeten mağdur ailenin içindeki yanan o kocaman ateşi nispeten hafifletir. Lakin hasta ruhlar ne pahasına olursa olsun bu zulmü irtikap etmeye devam ederler.
Yeryüzünde hiç bir ceza sistemi çocuğu bir zalim tarafından en adı şekilde öldürülen bir ebeveyin acısını teskin edemez. İşte bunun için kuluna sonsuz rahmeti olan Rabbin, Kahhar isminin tecelli edeceği ve bu tür zalimlerin orada mükim kalacağı bir cehennem yurdu var. Yaşasın zalimler için cehennem!
Eylül
Bu Eylül içim bir ayrı buruk
Kış değil henüz, lakin bir yerim donuk
Damarlarımda sanki kan yerine hüzün var
Üşütmemişti içimi böyle ne yağan kar ne esen rüzgâr
Bayram dahi bayram değil, sanki donuyor iliklerim
Gurbet değil acıtan sadece, lakin bilmiyorken bildiklerim
Tiryak oluyor bir nebze gönlüme yıllar evvel yazdığım bir şiir
Lakin bilmiyorum gözyaşıyla erir mi bu muannid demir
Hobbes haklıymış demek geliyor içimden
İnsan insanın kurduymuş meğer
Kalmamış sanki vicdandan, irfandan, insaftan bir nebze eser
Sokaklarda çocuk cesetleri, annelerde feryat, yetimlerde hıçkırık
Vefasızlık diz boyu, zira vicdanın kolu kırık
Abdülhak Hamid’in dediği gibi her yer karanlık her yer makber
Lakin bana umut veren, yine mabedden yükselen o ses
Allahu Ekber, Allahu Ekber
Biliyorum bitecek bu uğursuz gece ve gelecek beklenen sabah
Sabret gönül sabret
La taknetu min rahmetillah