HÜR DÜNYA’DA “MÜSLÜMAN SORUNSALI”

Sinan Özdemir

VAN 11.10.2014 11:38:00 0
HÜR DÜNYA’DA “MÜSLÜMAN SORUNSALI”
Tarih: 01.01.0001 00:00
 “Hür dünya” İşid’e karşı mücadele ederken Batı’da parmakla gösterilen Müslümanlar yaşananlar konusunda tutum almaya, açıklamada bulunmaya zorlanıyor
Dünyabülteni/Sinan Özdemir / Brüksel
“Benim adımla yapma” etiketi (#Notinmyname) son günlerde sosyal medyada en fazla etiketlenen başlıkların başında yer alıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin önderliğinde başta Ortadoğu devletleri olmak üzere “hür dünya” İşid’e karşı mücadele ederken Batı’da parmakla gösterilen Müslümanlar yaşananlar konusunda tutum almaya , açıklamada bulunmaya zorlanıyorlar. Medya yaşanan vahşeti bütün çıplaklığıyla göstermekten çekinmezken, duygusallığın eleştirel bakışı hapsettiği bir ortamda beklentilerin karikatür düzeyine indirgenmesine şaşırmamalı. Böylesi bir ortamda başta İngiltere’de yaşayan Müslümanlar olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşayan Müslümanlar #notinmyname etiketiyle sosyal medyada seslerini duyurmaya çalışıyorlar.
“Benim adımla yapma” sloganı yeni değil. On yıl önce Ikinci Körfez Krizi’nde gündeme gelen slogan daha sonra Gazze müdahalelerine tepki gösteren Israillilerin başvurdukları sloganların başında yer alıyor. Şimdi de Batı’da yaşayan Müslümanlar kendilerine yöneltilen eleştirileri “boşa çıkarmak” için kullanıyorlar.
Avrupa’da yaşayan Müslümanlar dünyanın herhangi bir yerinde İslam adına işlenen bir cinayet söz konusu olduğunda her dem tutum almaya zorlanıyorlar. İyi-kötü Müslüman dini yaşama eğilimine ve Batılı değerlere karşı aldığı tutuma göre belirleniyor. Bunda toplumsal baskı kadar aydınların, medyanın ve siyasetin rolü yadsınamaz. Bazen Müslümanlar yalnız “günah çıkarmaya” zorlanırken bazen üç semavi dinin temsilcileri bir araya gelmek suretiyle “din ve şiddet” konusunda açıklama yapmak durumunda bırakılıyorlar. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ni hedef alan 11 Eylül saldırılarından sonra bunların sayısı arttı. Dinler arası diyalog yerini kültürler arası diyaloğa bıraktıysa da “çözümün/sorunun” adresi değişmedi.
Bu tutum İslam karşıtlığından beslenen gruplara yeni gerekçeler vermekle birlikte siyasetin sorumluluklarını hafifletmesine olanak veriyor. Bugün Batı’da siyasetle iştigal eden dini hassasiyeti yüksek veya kültürel düzeyde de olsa inanan vekiller yok değil. Hem sağ, hem de sol, hem de merkez partilerinin “çözümü” dini gruplardan beklemesi veya her olayın ardından yalnızca onlarla temasa geçmesi -ister istemez- zihinlerde “dinin şiddetten , şiddetin dinden beslendiği” fikrini pekiştiriyor.
“Hür dünya” tehdidin yalnızca Ortadoğu’yu değil kendi iç dünyasını da doğrudan hedef aldığını düşünüyor. Dışa yansıya şiddetin kökenlerinin ararken , basit akıl yürütme teknikleriyle ileri sürdüğü önermeler, suçluluk duygusunu pekiştirmekle kalmıyor İslam’da reform tartışmalarına da bir şekilde zemin hazırlıyor. Bu çerçevede “benim adımla asla” kampanyası taşıdığı bütün iyi niyete rağmen sesleri ancak terör veya saldırı hadiselerinden sonra daha geniş kitlelere yayılan Müslümanları başka bir tartışmanın konusu haline getirmekte. Batı, “cihada” gidenlerin nihilist reflekslerle hareket ettiğini düşünürken yaşananların kendi yok oluşuna zemin hazırladığına inanmaktadır.
NATO’nun Ukrayna-Rusya sınırına ve Ortadoğu’da yaşananlara yoğunlaşmasını tarihin cilvesi olarak görmek mümkün. Birincisi Sovyet Rusyası’na yaptığı göndermeyle 1990′dan sonra tarihe karıştığı düşünülen ‘homo Sovieticus’un dönüşünü haber verirken , Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kızıl tehdidin yerine ikma edilen yeşil tehdidin farklı yüzleriyle dışa yansıması “tarihin sonu” tezini kadük hale getirirken Liberalizm karşısında tarihin dönüşünü haber vermektedir. Ne var ki, yaşanan bu kırılma Karl Marx’ın , “Hegel bir yerde şöyle bir gözlemde bulunur: Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak” sözlerinde anlamını bulan tarih yorumuna bakılırsa yaşamakta olduğumuz tarihi dönüşüm daha çok karikatür boyutuyla dışa yansımaktadır.
Bu çerçevede modern Avrupa’nın oluşmasında önemli rol oynamış olan Otuz Yıl Savaşları’nın (1618-1648) sık sık gündeme getirilmesi ve yalan yanlış anakronizmlerle izah edilmeye çalışılması “kaçınılmazlık” fikrini artırıyor.
Son haftalarda din savaşlarının ötesinde Batı medyasında yapılan yanlış mukayeselerin biri de İşid’in Nazizm’le aynı kefeye konulmasında yaşanıyor. Zorlama çabalarla bir fikri/tarihi arka plan oluşturulmaya çalışılıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcının yüzüncü yılında, Ikinci Dünya Savaşı’nın bitişinin 70. yılında , tarih gündeminin bu iki hadisenin etrafında şekillenmesi, bu tür kestirme yorumların önünü açıyor. Bölgesel herhangi bir realitesi olmayan İşid’in köklerini tarihin derinliklerinden ve Alman felsefi/kültürel dünyasından alan Nazizm’le kıyaslanması ilk bakışta sorunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olduğu izlenimini versede bir sonraki adımda mücadelenin rengi ve ekseni değişerek Avrupa da bir “Müslüman sorunu” olduğu görüşünü kendiliğinden dayatmaktadır.
.iktibasdergisi