HİKMET’Lİ VE DİNAMİK BİR İSLAM’I KEŞFETMEK

Hikmet Zeyveli

VAN 4.09.2015 10:41:20 0
HİKMET’Lİ VE DİNAMİK BİR İSLAM’I KEŞFETMEK
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Kur’ân, evrensel ilke ve prensipleriyle ilk muhatap topluma rehberlik ederken, bu ilke ve prensiplerin o toplumda yaşanması sürecini de bizzat deruhde etmiştir.
Allah; insanlara ‘hikmet’ vahyetmekte olduğunu (17/39); ‘hikmet’ bahşettiği kullarının birçok hayra sahip kılınmış olduğunu (2/269); Peygamberlerin, kendilerine bahşedilmiş olan ‘hikmet’i (2/231 vd.) ümmetlerine de öğretmek sorumluluğunda olduklarını (2/129 vd.) son mesajı Kur’ân’la bizlere bildirmektedir.
Ayrıca Kur’ân’da 39 yerde Allah’ın ‘Hakîm’ (Hikmet Sahibi) sıfatı vurgulanmış olup Kur’ân’ın kendisi de, hakîm (hikmetli) bir kitabdır (3/58, 36/2). Ve Rabbi’mizin yoluna daveti de öncelikle ‘hikmet’le’ yapmak zorundayız (16/125).
Hikmet kavramı hakkında Merhum Elmalılı, Bakara 269. âyeti münasebetiyle 23 tarif verir. Bütün o tariflerden şöyle bir muhassala çıkarmaktayız:
Hikmet: Varlıklar, olaylar ve olgular arasındaki ilişkileri fıtrata ve akla uygun derin bir kavrayışla bilme, yorumlama ve yönetme kabiliyetidir ki buna Türkçemizde ‘Bilgelik’ denir. Bu kabiliyete sahip olan kişilere de ‘hakîm: bilge kişi’ denir.
Hakîm (Bilge) bir Yaratıcı tarafından insanlara bahşedilen dinin de ‘hikmetli’ olması aklî bir zarurettir. Zira ‘Hak’ bir din, anlamı ve hedefi bilinmeyen (hikmetsiz) ritüellerden ve dogmatik inançlardan oluşamaz. Aksi halde “akla-rağmen bir din” olur ve ‘Kur’ânî İslâm’ anlayışına ters düşer. Kur’ân, “akleden bir topluma” (8 yerde), “tefekkür eden bir topluma” (7 yerde) uyarılarıyla muhataplarını hep “hikmetli” bir dine davet etmiştir.
Akletmeyi, tefekkür etmeyi böylesine vurguyla öngören bir dinin akılla/akletmekle asla bir problemi olamaz. Dolayısıyla İslâm hakkında “Bu din akıl dini değildir” kabilinden hükümler, hesabı verilmeyen iddialardır. Böyle bir ifade yanlış olduğu gibi, “Bu din akıl dinidir” şeklindeki kesin bir önerme de problemlidir. Ve yine, bize göre, “Akılla nakil (nass’lar) çelişirse hangisine öncelik tanınmalı?” şeklinde bir problem tasavvur etmek de yanlıştır1.
Nüzûl Sürecinde Hikmetli ve Dinamik Bir Din
Kur’ân, evrensel ilke ve prensipleriyle ilk muhatap topluma rehberlik ederken, bu ilke ve prensiplerin o toplumda yaşanması sürecini de bizzat deruhde etmiştir.
Bu ilk uygulamada, yerel ve özel şartların dikkate alınmasında, Hz. Peygamber’e yeteri kadar inisiyatif verildiğini görüyoruz. Allâh’a itaatin yanısıra Hz. Peygamber’e de itaati şart koşan âyetler2 Peygamber’in (s) bu ‘özel uygulama’ sürecindeki yetkisini vurgulamaktadır. Muhatap toplumun dilini araç olarak kullanan Kur’ân’ın3 bizzat kendisi de, o toplumun arka-plânını ve örfünü (müte‘arefini) gözönüne alarak ahvâle uygun özel hükümler vaz’etmiştir. Ve bütün bunlar ilk İslâm toplumu için rahmetin tâ kendisi olmuştur.
Ancak, daha sonraki İslâm toplumları için, bu ‘özel uygulama’, rahmet olmakla beraber aynı zamanda ‘imtihan’ da olmuştur. Bu imtihan; ‘zamanın/mekânın değişimi ile nelerin sabit kalacağı ve nelerin değişebileceği’nin tespitinde, diğer bir ifadeyle, evrensel olanla tarihsel olanın ayırdedilmesinde sözkonusu olmuştur.
Mâmâfih, bu problem, Hz. Peygamber sonrası ilk İslâm toplumunda varlığını fazla hissettirmemiştir. Çünkü hem zaman ve coğrafya fazla değişmemiş, hem de bizzat Peygamber uygulamasıyla İslâm’ın temel esprisini kavramış güzîde insanlar yönetimde söz sahibi olmuşlardı. Bu dönemin en hikmetli davranış ve uygulama örneklerini Hz. Ebubekir’le Hz. Ömer’de buluruz.
Hz. Ebubekir’in, Hz. Peygamberin (s) vefatının hemen ferdâsında O’nun minberinden insanlara yaptığı tarihî uyarı muhteşemdir:
Ey insanlar! Kim Muhammed’e tapıyor idiyse bilsin ki O ölmüştür. Fakat kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki Allah Hayy’dir, ölümsüzdür.
Kur’ân’ın hikmetini ve uygulama sünnetini en iyi kavrayanlardan olmaları cihetiyle onlar, İslâm’ın evrensel dinamizmini yaşatmak için alınacak tedbirlerde tereddüt etmemişlerdir. Onların örnek yönetimleri döneminde alınmış olan karar ve tedbirler, bize, Kur’ân’ın hikmetini kavramada ve evrensel temel ilkelerini tayinde rehber olacak niteliktedir.
Statikleşmenin Belli Başlı Âmilleri
Ne yazık ki Hz. Ebubekir ve Ömer’in hikmetli ve dinamik Kur’ân anlayışları, Hicretin ilk asrının sonuna doğru, giderek yerini tutucu bir zihniyete terk etmeye başlamıştır.
Hz. Peygamber’e karşı, müşriklerce dayatılan “atalarımızdan böyle gördük” psikozu4, bu defa, âdeta İslâmî bir söylem kazanmıştır. Bu gelenekçi psikoz, aynı statükoculuğu, bu defa, Hz. Peygamber’in ilk uygulamasını, yani Kur’ân’ın ilk yorumunu bütün teferruatıyla şablonlaştırmak suretiyle sürdürmeye çalışmıştır.
Önce bir ‘bid‘at’ kavramı yaygınlaştırıldı. Hemen hemen her yeniliği kapsayan bir tarif yapılarak5 en mâsum yenilikler bile bu kapsam içerisinde din adına mahkûm edildi. Öyle ki, pazarda ne alacağını unutmamak için küçük parmağına ip bağlayan dindar bir Müslüman, Hz. Peygamber zamanında bu âdetin mevcut olduğunu tahkik edinceye kadar parmağını avucunun içinde gizlemek zorunda kalıyordu6. Çünkü ‘Her yenilik bid‘at, her bid‘at sapıklık ve her sapık cehennemde!’ sloganı, Hz. Peygamber’in hadisi olarak tedavüle konmuştu.7 Bid‘atlerekarşı geliştirilen ‘sünnet’ kavramı ise giderek hem statikleşti, hem de yarı-vahiy (gayr ı metlûv vahiy) karakterine büründürülerek âdeta Kur’ân’a alternatif bir dogma haline getirildi.
Hicrî üçüncü yüzyılın başlarında ise, Kur’ân’ın, Allah’ın Kelâmı olarak kadîm (yaratılmamış) olduğu ileri sürülerek Kur’ân hükümlerinin ahvâl ve şartları gözeterek nazil olduğu tezi çürütülmeğe çalışılmış ve dolayısıyla ictihada ve akletmeye karşı durulmuştur. Çünkü eğer Kur’ân kadîm (Allah’ın ezelî kelâmı) ise onun hükümlerinde illet ve gâiyyet veya tarihsellik aramak ve onları ictihada malzeme yapmak asla caiz olmayacaktır.
Abbasî Halifesi Mütevekkil’in8 resmî bir devlet politikası olarak benimsemesiyle bu tutucu ve şabloncu (hikmetsiz) zihniyet, İslâm toplumunun vazgeçilmez bir inanç esası haline getirilmiş ve bu temel sapma günümüze kadar ‘ehl-i sünnet’ geleneği olarak yaşatılmış/dayatılmıştır.
Oysaki ‘hidayet’, yol gösterme, rehberlik demektir. ‘Yol gösterme’de aslolan, insanı nihaî hedefine kadar bilfiil götürmek değil, yeterli âyetler (işaret taşları/nirengi noktaları/röperler) vererek onun, kendi irade ve inisiyatifiyle o hedefe varmasına yardımcı olmaktır. Aksi halde, insanın aklının ve iradesinin fonksiyonu gözardı edilmiş olur ve içgüdüleriyle hayatını idame ettiren diğer canlılardan farkı kalmaz.
Kur’ân-ı Kerîm’de, insanlara öncelikle evrensel ilkeler ve röper noktalarıverilmiştir. Ancak, evrensel hidayetin yanısıra –örneklemelerin insan tabiatı üzerindeki etkileri gerçeğinden hareketle– ilk muhatap toplum üzerinde bir özel uygulama da beraberinde sunulmuştur.
Bu yönüyle Kur’ân, herhangi bir hukuk kitabına benzememektedir. Zira o, bir defada vücuda getirilmiş bir hukuk mecellesi olmayıp yirmi iki senede, evrensel ahlâkî değerlerini, gerekçesini ve uygulamasını beraber getirmiş; bu süre zarfında prototip bir İslâm toplumu oluşturmuş ve bütün bu özellikleriyle hikmetli, kadîm değil hadîs (sonradan/ahvâl ve şerâiti gözetmiş) bir mesajdır.
Bu itibarla, Kur’ân-ı Kerîm’in, nüzûl ve uygulama ortamı içerisinde, hidayet ettiği toplumun gelişmesine uygun olarak ve tedrice riayet ederek, evrensel inanç ve amel esaslarının yanısıra tarihsel/yerel, hatta geçici hükümler koyması çok tabii görülmelidir. Müslüman cemaatin dûçar olduğu problemlerin âcil çözümünden, Hz. Peygamber’in aile hayatına kadar uzanan düzenlemelere varıncaya kadar, Kur’ân-ı Kerîm’de birçok özel/tarihsel hükme rastlamak mümkündür.
Burada, ‘geçici hüküm’ mesabesinde kalan nassa örnek olarak, Hz. Peygamber’in vefatından sonra, geriye bıraktığı eşleriyle kimsenin evlenemeyeceğine dair hüküm verilebilir (33/53).
Yapılması Gerekenler
Günümüzde, İslâm’ın/Kur’ân’ın aktüalize edilmesindeki problemlerin üstesinden gelebilmek için Kur’ân mesajındaki hikmeti, illet ve gâiyyeti yeniden düşünmek zorundayız:
Mecelle’nin 39. ‘küllî kaide’si şöyledir: Ezmânın tağayyürü ile ahkâmın tağayyürü inkâr olunamaz! (Yani, zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişebileceği inkâr olunamaz bir gerçektir).
Bu kaide kapsamında Kur’ân’ın/İslâm’ın sabitelerinin ve değişkenlerinin, başka bir ifadeyle ‘evrensel’ ve ‘tarihsel’ olan hükümlerinin doğru tespit edilmesi gerekmektedir.
Aşağıda Kur’ân’ın/İslâm’ın bazı evrensel ve fıtrî ilkeleri verilmeye çalışılmıştır:
•       İnananlar için bütün bir yeryüzü ‘ma’bed’dir, bütün ahlâki davranışlar ‘ibâdet’dir.
•       “Beraat-i zimmet asıldır” (İnsanın doğuştan suçsuzluğu ve borçsuzluğu asıldır).
•       Her şey insanın maslahatı için vardır:
“Kendinden [bir nimet olarak] göklerde ve yerde ne varsa size musahhar kılmıştır.” (2/29, 31/20, 45/13)
•       “Eşyada asl olan ibâhedir.” Ancak istisnalar için ölçüler konulmuştur.
•       Teşride ümmetin gerçek maslahatlarının temini hedef alınmıştır.
“Zararlı şeyleri yasaklamak, faydalı şeyleri ‘mübah kılmak’ esastır”9 kaidesiyle teşrîde fayda-zarar muhasebesine riayet edilmiştir.
Bir şeyin faydası zararından fazla ise o şey için aslolan ‘ibâhe’(mübah kılmak); zararı faydasından fazla ise, aslolan ‘tahrîm’ (yasaklamak) kriterine uygun davranılmalıdır.
Nitekim içki ve kumar yasağında “… zararları faydalarından fazla …” (2/219); Hacc’ın farz kılınması konusunda “… menfaatlerinize tanıklık etmeniz için …” (22/28) gerekçeleri hatırlatılmıştır.
Endülüs’lü büyük âlim Şatıbî’ye göre de “Şer’î ahkâm, insanların maslahatı için teşrî kılınmıştır”.
Bazı usûl âlimleri daha da ileri giderek şu tespiti yapmışlardır:
“Şerîatın hedefi maslahatları temindir; nerede bir maslahatın sağlandığını görürseniz, bilin ki Allâh’ın şerîatı oradadır.”
Aynı anlam, yakın ifadelerle Peygamber’in (s) ‘hadîs’i olarak da zikredilmiştir.
Hz. Ömer’in uygulamaları, maslahatı gözeten, İslâm dinamizmini ve hikmetini yaşatan örneklerdir. (Fey, zekât ve ‘müellefe’… konularındaki uygulamalar.)
•       Fıtrattaki kabiliyetlere gönderme yapılarak tabiî/fıtrî bir teşrî hedeflenmiştir:
Kur’ân’da, helâl ve haram kılınmış örnek nitelikte eşya ve fiillerin yanısıra, bu hükümlere gerekçe olacak küllî (genel) kavramlar da verilmiştir:
Bu cümleden olarak tayyibât (iyi/temiz/güzel şeyler) helâl kılınırken, bunun karşıtı olan habâis (kötü/pis/çirkin şeyler) haram kılınmıştır (2/57, 172; 5/4-5, 87; 7/32). Ma‘rûf (fıtraten iyi bilinen şeyler) emredilmelidir, münker (fıtraten kötü görülen şeyler) yasaklanmalıdır (7/157). Fâhişe, fevâhiş, fahşâ (çirkinlikler) ve sû’ (kötülük) haram kılınmıştır (6/151; 7/28, 33; 2/168-169).
Allâh adl’i (adaleti), ihsan’ı (âli-cenaplığı), yakınlarına îtâ’yı (vermeyi) emreder; fahşa’dan (çirkinlikler’den), münker’den (fıtraten kötü görülen şeyler’den) ve bağy’den (taşkınlıktan) meneder… (16/90).
Bir taraftan adl, ihsan ve îtâ emredilmiş; diğer taraftan fahşâ, münker ve bağy yasaklanmıştır. Bunların hepsinin genel karakterli kavramlar olduklarına dikkat edilmelidir. Kur’ân’da 38 defa geçen ma‘rûf ve bunun karşıtı olan münker, Kur’ân’ın en genel karakterli kavramlarındandır. Bazı âyetlerde ‘örfe uygun’ davranılması emredilmektedir (ve’mur bi’l‘urfi: 7/199).
Müslümanlar arasında alınacak kararlarda şûrâ (müşavere) esastır (3/159, 42/38).
Bütün bu kavramların doğru anlaşılması, teşrî’de Allâh’ın gözettiği illet (gerekçe) ve hikmeti anlamamıza vesile olacak ve yeni yasamalarda kolaylıklar sağlayacaktır.
•       Teşrîde ‘ana hedefler’ gözetilmiştir:
İslam Usûl âlimleri, dinin Meqâsıd-ı Hamse’sini (5 Ana Hedef’ini) tespit etmişlerdir. Bu 5 hedefinsanın “Temel Hak ve Hürriyetler”inin temini ve korunması ile ilgilidir: Din’in, Mal’ın, Can’ın, Akl’ınve Nesl’in korunması…
Daha da özeti: İnanç ve ifade özgürlüğü, mal ve can güvenliği; neslin sağlıklı idâmesi…
•       Ve akletmenin, ictihad etmenin yolları daima açık olmalıdır:
Unutmamalı ki ancak akıllı insanın dini/sorumluluğu vardır. Akletmeyen toplumları Allâh azâb içinde bırakır (10/100, 67/10). Akletmeyen toplumların birliği-dirliği olamaz (59/14). İlim ve akılla yol/sülûk edinmek Allâh’ın emridir (17/36).
Akletmek ve ictihad etmekle mükellefiz. İctihadın en öncelikli olanı ise “ilahî mesajı doğru anlama ve ondaki hikmetleri kavrama ictihadı” olmalıdır. Çünkü o mesajı doğru anlamadığımız sürece, ondan yola çıkarak doğru istinbatlarda bulunmak, isabetli ictihadlar yapmak mümkün görünmemektedir.
İslâm’ın ilk dönemlerindeki dinamikleri ve mesajındaki hikmetleri tenkidci bir aklın eşliğinde kavrayıp günümüze taşımak borcundayız.
Kısacası, Garaudy’nin veciz ifadesiyle “Bugün yapılması gereken iş, atalar ocağından kül değil, ateş taşımak olmalıdır!”.
Bu da, hikmetli bir dini keşfetmekle olur.
Dipnot:
1 Bkz: Kur’ân ve Sünnet Üzerine, Hikmet Zeyveli, Birun Yy. s.89-96.
2 Birçokları meyanında 4/59.
3 Kur’ân Arapça inmiştir. (26/195; 12/2; 13/37; 20/113; 39/28; 41/3; 42/7; 43/3; 46/12): “…ki akledesiniz…”.
4 Kur’ân 28/36, 23/24, 43/22, 7/28.
5  “Yeniliklerden kesinlikle sakınınız” Muslim, Sahîh, Kitâbu’l-Cumu‘a, Hadis No: 43; “İşlerin en şerlisi yeni olanlardır; her yenilik ‘bid‘at’tır; her bid‘at sapıklıktır…” Musned, Dârimî ve Ebû Dâvûd.
6 Muhammed Talbî, Bid‘adler, A.Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C.XXIII, s.445-460.
7 En kapsamlı haliyle bkz: Nesâî’nin Sunen’i (K:19 Salâtu’l-‘Îdeyn; B:22 Keyfe’l-Hutbe), C.3, s.188-189.
8 Hilâfeti: 232-247 Hicrî yılları.
9 Envâru’l-Burûq, El-Qarafî, c.1, s.220; El-İbhâc, Qâdî Beydâvî, c.3, s.165.
- See more at: http://www.iktibasdergisi.com/hikmetli-ve-dinamik-bir-islami-kesfetmek-2/#sthash.oDxyY6Aw.dpufİslamidusunce.net/ Hikmet Zeyveli