Hasip Yokuş ile Suriye'deki Son Gelişmeler Üzerine

'Vadi Dayf zaferi; İdlip, Hama ve Humus arasındaki tüm bölgenin otomatik olarak muhaliflerin kontrolüne geçmesini sağladı.'

VAN 5.05.2015 09:45:03 0
Hasip Yokuş ile Suriye
Tarih: 01.01.0001 00:00
 YÖNELİŞ-HABER

Suriye’de Esed rejiminin İran, Rusya ve Çin’den doğrudan ve “uluslararı toplum”dan dolaylı destek alarak sürdürdüğü sistematik katliamlara rağmen ayakta durmayı başaran Suriye direnişi, son günlerde kazanımlar hanesine peş peşe birçok başarı ekledi.

Esed rejiminin sürdürülebilirliğinin ciddi anlamda tartışma konusu olmaya başladığı ve Cenevre-3’e de start veren bu gelişmeleri Özgür-Der Suriyeli Muhacirlerle Dayanışma Komisyonu Koordinatörü ve Yöneliş-Haber yazarı Hasip Yokuş’la konuştuk.

***

Suriye’de son zamanlarda özellikle de Halep, İdlib ve Cisr es-Şuğur’da muhaliflerin ilerleme katettiği görülüyor. Bu olumlu haberlere bir de birçok direniş grubunun güçlerini birleştirmesi sonucunda oluşturulan Fetih Ordusu isimli birleşme hamlesi eklendi. Suriye sathındaki bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, son günlerde peşpeşe güzel haberler geliyor. Süreç, Vadi Dayf diye isimlendirilen askeri/stratejik bölgenin özgürleştirilmesiyle başlamıştı. Ardından İdlib ve Cisr eş-Şuğur Baas rejiminin elinden çıktı. İdlib’in muhaliflerin eline geçmesi moral ve motivasyon açısından elbette çok önemliydi ancak Vadi Dayf ve Cisr eş-Şüğur askeri ve stratejik açıdan çok daha önemlidir. Vadi Dayf zaferi; İdlip, Hama ve Humus arasındaki tüm bölgenin otomatik olarak muhaliflerin kontrolüne geçmesini sağladı. Rejim bu bölgelerdeki güçlerini Hama ve Humus şehir merkezlerine çekmek zorunda kaldı. Burası yaklaşık 12 km. uzunluğunda ve tamamen ağır askeri techizatla doldurulmuş stratejik bir bölgeydi. Cisr eş-Şüğur ilçesi de Lazkiye ve Halep’in kuzeyindeki tüm bağlantılara hakim olması bakımından çok önemli. Cisr eş-Şüğur’un rejimin elinden çıkması, en önemli kalesi konumundaki Lazkiye’nin de güvenliğini tehlikeye düşürdü. Daha da önemlisi bu zaferler, muhalifler açısından büyük bir umut ve moral, rejim açısından da moral ve motivasyon açısından büyük bir yıkım oldu.

Sizin de ifade ettiğiniz gibi peş peşe gelen bu zaferler, muhaliflerin ortak operasyonları neticesinde gerçekleşti. Başka bir deyişle; dayanışmanın, ittifakın, güçbirliği ve yardımlaşmanın semerelerini topladılar. Gerçekten de muhaliflerin çok parçalı ve dağınık yapıları başından itibaren Suriye İntifadası açısından büyük zaaf teşkil ediyordu. Onlar da bu durumun farkındaydılar ama bunu bir türlü aşamıyorlardı. Gerek muhatabı oldukları ilahi buyruklar açısından, gerek edindikleri bunca tecrübe dolayısıyla, gerekse de akli bir gereklilik olarak işbirliği ve dayanışmanın vazgeçilmezliği ve hayatiyeti tartışılmaz. Dolayısıyla bundan sonra da aynı ruh ve kararlılıkla aralarındaki ittifak ve yardımlaşmayı daha da sıklaştırarak yeni ve daha büyük zaferlere yürüyeceklerini umut ve tahmin ediyorum. 

Tam da bu gelişmelere bağlı olarak Esed rejiminin ciddi anlamda kan kaybettiği, savaşacak gücünü ciddi anlamda yitirdiği söyleniyor. Bu iddiaya ilişkin yorumunuz nedir?

Esasında son iki senedir Esed rejimi operasyon kabiliyetini, sistemsel bütünlüğünü yitirmiş durumda. 2012’den beri önemli ölçüde dümende İran var. Sahadaki operasyonel güç de büyük oranda İranlı komutanların sevk ve koordine ettiği kimi paralı veya gönüllü Şii milislerden oluşuyor. Rejim askerleri arasında firar ve iç çatışmaların arttığı haberleri geliyor.

Baas rejimi başta İdlib olmak üzere yitirdiği kimi yerleri geri almak için karşı bir atak gerçekleştirmek istedi ancak ordunun savaşacak moral ve cesareti kalmadığı için bunu yapamadılar ve daha emniyetli buldukları bölgelere geri çekildiler. Onlar açısından risk teşkil etmeyen hava saldırılarıyla durumu dengelemeye çalışıyorlar. Ellerinden çıkan bölgeleri kadın, çocuk, sivil ayırımı yapmadan bombalamaya başladılar. Başından itibaren muhalifler açısından bir diğer önemli zaaf noktası da; hava taarruzlarına karşı halkı savunabilecek savunma silahlarından yoksun olmalarıydı. Başta ABD olmak üzere küresel emperyalist güçler, Suriye muhalefetine silah ambargosu uygulayarak Baas rejiminin hava saldırılarına karşı halkı koruyabilecek imkanlardan da mahrum bıraktı. Bundan dolayı çoğu çocuk, kadın ve sivil olmak üzere onbinlerce insan katledildi veya sakat kaldı, şehirler viraneye döndü.

De Mistura’nın girişimiyle yeni bir Cenevre görüşmesi hazırlıkları var. Bu hazırlıklarda muhalif koalisyon SMDK da yer alacağını açıkladı. Ayrıca SMDK’nın sahadaki direniş gruplarıyla istişareye hız verdiği ve alınan istişari karara binaen bu görüşmeye katılacağı söyleniyor. Gerek SMDK-Direniş grupları arasındaki bu yakınlaşma gerekse de önümüzdeki Cenevre görüşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Buradan çıkacak muhtemel kararların rejimi ve direnişin geleceğini nasıl etkileyeceğini öngörüyorsunuz?

Doğrusunu isterseniz Cenevre-3 görüşmesinden de bir şey çıkacağını düşünmüyorum. Esasında küresel emperyalist güçlerin, Müslümanların selameti açısından herhangi bir hayırhah adım atmalarını beklemek safdillik olur. Bunun en son ve müşahhas örneği Mısır’daki tutumlarıdır.  Ortadoğu coğrafyasında yaşanan birçok sıkıntının, çelişki ve çatışmanın bizatihi müsebbibi ve planlayıcısı onlardır. Dolayısıyla Suriye’de ortaya çıkan tablo, onlar açısından gökte ararken yerde buldukları altın tepsi içerisinde sunulmuş bir fırsat niteliğindedir. Ortadoğu’daki etnik ve mezhepsel fay hatlarının derinleşmesi, iç kargaşa ve çatışma ortamı onların ekmeğine yağ sürüyor, emperyalist iştahlarını kabartıyor. Bu sebeple, var olan bu ortamın bu denge içerisinde ve aynen devam etmesi için uğraşacaklardır.

Sahada mücadele veren ve bedel de ödeyen Suriye muhalefetinin de Cenevre-3 görüşmelerine bir anlam veya değer yüklediğini sanmıyorum. Onlar, başından itibaren Cenevre görüşmelerini Esed’i kurtarmaya yönelik iyi niyetten uzak bir çaba olarak görüyor. Cenevre-1 görüşmesinde ne söyledilerse yine aynı noktada duruyorlar: Esed ve avanesi kayıtsız şartsız olarak rejimi halka devretsin. Bu sağlandıktan sonra; bunca bedel ödeyen, türlü zorluk ve sıkıntıya rağmen büyük bir olgunluk ve sebat göstererek rüştünü ispatlayan Suriye halkı kendisi için en makul yönetimi de tesis edecektir.

SMDK’nın sahadaki direniş guruplarıyla istişare etmesi ve onların taleplerini göz önünde bulundurması dışında bir alternatifleri de yok. Bugün eğer Esed onları muhatap kabul edip bir masa etrafında oturuyorsa bu, sahadaki direniş guruplarının ve Suriye halkının azmi, kararlılığı ve yılmayan çelik iradesi sebebiyledir. Hal böyle olunca SMDK’nın bu güçlü iradeye rağmen veya onun dışında herhangi bir karar alma veya adım atma imkanı ve ihtimali de kalmıyor.

Bir de Yeni Şafak yazarı Akif Emre’nin de paylaştığı bir iddia dolaşımda… Buna göre Türkiye’nin destek verdiği Yemen’e müdahale koalisyonunun yakın vadede Suriye’de de olumlu yansımaları olacağı iddia ediliyor. Hatta İran’ın nükleer pazarlıklarda edindiği kazanımlar karşılığında Esed rejiminin düşmesini sükûnetle karşılayacağı da bu iddiaya ekleniyor. Bu iddialarla ilgili neler söylemek istersiniz?

 Yanlış anlaşılmak istemem ancak şunu kabul etmek gerekir ki; Türkiye, Ortadoğu intifadalarının başlangıcından bugüne kadar, halkın beklenti ve taleplerinin ve fıtri haklarının savunucusu olarak ilkeli, tutarlı ve değer merkezli bir siyaset izledi. Ortadoğu İntifadalarını ve Türkiye’nin üstlendiği bu rolü, biraz eski ezberler üzerinden, biraz da kavrayış eksikliği dolayısıyla ABD ve Batı’nın taşeronluğu olarak değerlendirenler, ortaya çıkan bu tablo karşısında kendilerini yeniden sorgulamalılar. Türkiye, izlediği bu siyaset dolayısıyla yapayalnız kalmıştır. Bölgedeki diğer önemli aktörler olarak Suudi Arabistan ve İran, birçok temel değeri kendi mezhebsel taassuplarına feda etmekten çekinmeyerek, işlenen birçok zulüm ve katliamın direk veya dolaylı müsebbibi konumundadırlar. Esasında bölgedeki birçok sıkıntının altında yatan temel faktör, bu sözünü ettiklerim başta olmak üzere yönetimlerin kendi saltanatlarını ve gelecek kaygılarını, halkın ve ülkenin bekasının temel güvencesi olarak görerek özdeşleştirmeleridir. Ülkesini harabeye çeviren eli kanlı bir diktatör olan Esad bile bu psikolojiden hareket ediyor, kendisinin başında olmadığı bir Suriye düşünemiyor.

Akif Emre’nin iddiasına bir şey diyecek durumda değilim. Suudi Arabistan yeni kralının Suriye ve Mısır hadisesinde önceki kraldan farklı bir anlayışa sahip olduğu, dolayısıyla Ortadoğu’da yeni bir siyaset izleyeceği de iddia ediliyor. Bu iddianın hali hazırda hiçbir emaresi ortaya çıkmadı. Komplolardan ziyade gördüklerimiz üzerinde konuşmak bana daha gerçekçi geliyor.