Gölgede kalan emekler

MÜŞTEHİR KARAKAYA

VAN 3.04.2014 10:55:46 0
Gölgede kalan emekler
Tarih: 01.01.0001 00:00
Her ülkenin gelişmiş kenti böyle midir bilmiyorum ama Türkiye'de bir kültür insanı olarak İstanbul'da değilseniz sesiniz de adınız da duyulmuyor.



Röportaj: Adil HARMANCI

Bölgede birçok yazar ve şair gibi Müştehir Karakaya da, belki de İstanbul´da olmadığı için verdiği emekler bugüne kadar tam anlamıyla anlaşılmış değil. Şimdiye kadar 30 şiir, araştırma ve roman kitabı yayınlanan şair-yazar Müştehir Karakaya, aynı zamanda Halepçe katliamına ilişkin ilk şiiri ve kitabı da yazan bir yazar.

Mükemmel bir şiir dinleti yeteneği de olan Karakaya, sanat-edebiyata bakış açısını, kitap çalışmalarını ve beklentilerini gazetemize değerlendirdi:

Kendinizden kısaca söz eder misiniz?
1962 yılında Muş ilinin Bulanık (Kop) ilçesinin bir köyünde dünyaya geldim. 1972 yılında evimizin İstanbul´a gitmesiyle İstanbul gibi bir metropolle tanıştım. Uzun süre İstanbul´da yaşadım. Babam görev icabı tekrar geriye Muş´a ve daha sonra da Van´a döndü. 1980 yılında yolum Cağaloğlu´na düştü. Bir daha kopamadım. Çaycılık, hamallık, tezgâhtarlık, kitapçılık, yayıncılık yaptım. İdarecilik yaptım, genel müdürlük yaptım. Sanat ve edebiyat dergilerinde yazı işleri müdürlüğü ve genel yayın yönetmenliği yaptım. Dergilerde yazı ve şiirler yayınladım. 1995 yılında Van´a yerleştim. Gazeteler çıkardım, dergiler çıkardım, Van´da çıkan gazete ve dergilere katkı sundum. 1995 yılından bu yana Van Belediyesi Basın Yayın Bürosu´nda işçi olarak çalışmaktayım. Evli ve dört çocuk babasıyım.

Sizde edebiyat ve şiire yakınlık ne zaman başladı?
Sanırım çok küçük yaşlarda başladı. Çocukken bazı şüpheler içindeydim. Kendi yaşıtlarımla pek eğlenip arkadaşlık yapamıyordum. Sıkıntılı, sinirli, içe kapanıktım. Dedem, babam ve amcalarımın hepsi ilim irfan sahibi insanlardır. Onların üzerimdeki etkisi de olabilir. Okumayı çocuk yaşlardan beri seviyordum. Yazmaya da yanılmıyorsam 12 yaşımda iken başlamıştım.

Kaç kitabınız yayınlandı, en son yayınlananı hangisi?
Uzun süredir yazıyorum. Dediğim gibi 12 yaşımdan beri. Tabii ki ilk yazdıklarımı hatırlamıyorum şimdi. Belki önemsiz şeylerdi, belki beni motive eden de onlar oldu ama her halükarda yazmak benim için önemli bir şey haline gelmişti. 30-35 yıldır okuyup yazan biri olarak bugüne kadar 30 kitaba yakın yayınlandı. Evet, üzerinde uzun süredir çalışmakta olduğum bir roman çalışmam vardı. Tarihi ve mitolojik bir çalışma. 2800 sene öncesini, yani Urartuların başkenti Tuşba´da gelişen olayları anlatmaktadır. İki cilt halinde hazırladım. Birinci cildi 2012 yılı Eylül ayında "Tuşbanın İncisi Semiramis" adıyla Aramis Yayınları´nda çıktı. İkincisi de "Tuşba Yolunda" adıyla yine aynı yayınevi tarafından basıldı. Ayrıca yayına hazır şiir, öykü ve günce kitaplarım da var.

Kitaplarınızın kısaca içeriklerinden söz eder misiniz?
Genelde edebi çalışmalar kaleme alıyorum. Sanatsal faaliyetler içinde, ancak meramımı edebi bir lisanla içimdekileri aktarmayı başarabiliyorum. Onu da ne kadar başarıyorum bilemem. Mesela Türkiye´de Halepçe üzerine yazan belki de ilk yazarlardan biri benim. Halepçe´de Kürtler jenoside maruz kalırken, ilerici, aydın, demokrat geçinen onlarca yazar ve sanatçı olaydan haberdar bile olmadı, bırakın yazmayı onlar kendi perdeleri altında saklanmayı tercih ettiler. İlk Halepçe şiirini yazanlardan biri yine benim. "Mazlum Halepçe" diye bir küçük eserim var. Diğer kitaplara gelince, romanlar genelde acıyan, kanayan yaralara birer neşter vuruyor. İsyan, ezilmişlik, gariplik, yalnızlık, kimliksizlik, acı ve keder, ölüm, sıkıntı, sürgün, arayış temaları üzerinde yoğunluklu duruyorum. Bu, öykülerimde, şiirlerimde, romanlarımda hatta deneme gibi kısa yazılarımda sıkça görülür. Toplumsal gerçekleri sulandırmadan, karıştırmadan, fazla artistiklik de yapmadan verdiğimi, coğrafyamızın kanayan yaralarını, sosyolojik bağlantıları mota mot dile dökerek değil, belki kişiler bazında, onların iç sıkıntıları vasıtasıyla, kaybolmuş, bulunamamış bir kültürü tekrar ortaya çıkarmaktır amacım.

Sizce şiir nedir, şiir ruhsal, kültürel ve toplumsal düzey olarak sizi nasıl etkiledi?
Şiir, ustalıklı söz söyleme ameliyesidir. Bir romanı bir sayfada anlatma, altmış yıllık bir yaşamı iki sayfada özetleme işidir. Şiir, duygu, his, bilgi, kültür, aşk, söz dağarcığı, imge ve simgelere dayalı bir çeşit ruhsal döngüleri yoluyla, yeni bir söylev vermedir. Bu tanımlamaya göre, ki eğer tanımlama içine giriyorsa, o normal bir iştir. Aykırı, ayrıcalıklı, farklı, karmaşık bir ruh tahlili gerektirir bunu anlatmak. Benim anlayışıma göre sanat; özellikle şiir diyelim buna, üç önemli ayak üzerine kuruludur. Bir sacayağı yani. Bunu şuna benzetiyorum, uçan bir kuşun iki kanat bir gövdeden oluşması gibi... Bir uçağın havada uçması gibi, o da bir gövde iki kanattan... Biri eksik olursa uçamaz, ne kuş, ne uçak. İşte bu şiiri oluşturan ve onu sanatın en önemli şıkkı yapan şey; töz-cevher yani, ruhunda bu sanatın mayası olmalı, kabiliyeti kendinden olmalı, doğuşundan itibaren taşımalıdır. Kimi buna ilham der, kimi Allah vergisi, kimi yetenek, kimi töz, kimi cevher, kimi doğaüstü güç... her ne diye dillendiriliyorsa dillendirilsin bu ilk madde, etmen, etken sanatta özellikle şiirde çok önemlidir. Çünkü şiir söyleme sonradan kazanılamaz, öğrenilemez, okulu yoktur. Bu gövdedir işte. İkincisi: Aşk. Bunun şıkları da var. Sevgi, muhabbet, arzu, şevk, iştiyak, azim, gayret, cinsellik, tutku... Onlarca şıkkı vardır. Üçüncüsü; Kültür birikimi, bilgi...
Biraz uzun bir giriş oldu galiba. Bağışlayın. Ortadoğu coğrafyasında yaşayan her insan için biraz şairdir derler. Bu küçük söz sanki her şeyi özetliyor. Haksızlıkların, ezilmişliklerin, sömürünün, sıkıntının, savaşların, ölümün olduğu her yerde bu tesirle yazarlar, sanatçılar üzerinde etki alanıdır. Malzeme bol. Ruhun angajesini çeken çekim alanları kültürler ve standartlar arasında sıkışan bizleri ağıtlara, hawarlara, naralara, ya da tam tersi suskunluğa, boyun eğmişliğe, kadere teslime zorluyor.

Neden toplum şiirle çok ilgili değil, ya da tersini düşünüyor musunuz?
Evet, katılıyorum ilgili değil. Çünkü şiir, üst bir dildir. Yani, üst bir yiyecek olarak düşünün. Karnını doyurduktan sonra insan nasıl aperatif olarak, zevk için, tatlı veya meze yiyor, herhangi bir içecek içiyorsa, işte şiir de bunun gibidir. Biraz okumuş yazmış insanların işidir dersek, yanlış anlaşılmasın, toplumsal olarak yaşam standardı yakalayamamış bir insan topluluğu veya bir halk, şiiri, sanatı elit insanların, burjuvazinin işidir diye anlıyorsa, (bir de ´sanat karın doyurmaz´ diye yanlış biliyorsa) mezeyle, hedonist zevklerle, çengiyle, raksla örtüştürüyorsa ´neme gerek´ diyerek uzak duracaktır. Hâlbuki şiir, daha geniş bir anlamlandırma ile sanat insanın medeniyet bağıdır. Bir halkın şiiri yoksa sanatı yok, sanatı yoksa kültürü de yok, kültürü yoksa medeniyeti de olmaz.

Hep şiire mi yoğunlaştınız, başka edebi çalışmanız var mı?
Hayır, hep şiire yoğunlaşmıyorum. Tarih, sanat, felsefe, psikoloji, sosyoloji, mitolojik öğelerle de ilintiliyim. Hikmet ve erdem peşindeyim. İnsanlığın kardeşlik bağlarıyla bağlanma ameliyesi ve uğraşısı içindeyim. Ruhumu yüce ve kaliteli bir hale getirme uğraşım var. Dünya vatandaşı olma yolunda ilerlemeye, dünyayı bir ülke olarak görme, insanları kardeş bilme için... Savaşsız, baskısız, özgür, hür, demokratik bir yaşam için köşemde durmuş bekliyorum. Bulaşmadığım ve yapamadığım tek şey politika oldu.
Kürtçe yazmayı düşündünüz mü?
Kürtçe okuyup yazabiliyorum az da olsa. Biraz kendi çapımda galiba ama yeterli değil. Biraz daha dilimi geliştirmeli ve üslup geliştirmeliyim. Edebi bazı çalışmalarım oldu. Şiir, öykü, deneme tarzında kaleme aldığım küçük çalışmalar var, ama yeterli değil. Kafamda ciddi ciddi tasarladığım bir şey. Bazı işlerimi rayına koyar da, gramerimi pekiştirir, dili tam kavradığımda Kürtçe eserler, yapıtlar yazmayı düşünüyorum.

Şiirlerinizi yazarken anadiliniz Kürtçe düşünerek mi yazıyorsunuz, yoksa yazdığınız dilden mi düşünüyorsunuz?
Güzel bir soru. Böyle bir sorunun bir gün sorulacağını hiç hesap etmemiştim. Maalesef yazdığım dilde düşünüp yazıyorum. Türkçe yazıyorsam Türkçe düşünüyorum yani. Yılların verdiği birikim, alışkanlık ve küçük yaşta büyük şehirde kalmanın verdiği bir ön gürü bu galiba…

Anadilin yazılarınız üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerinden söz eder misiniz?
Bak bunun çok olumlu bir katkı sunduğunu söyleyebilirim. Anadilimin genişliği, kelime hazinesi, sanata ve estetiğe yatkın olması, Avrupai bir dil olması nedeniyle bağlamlar arasında Türkçede kopan zincirin halkalarını bazen bu dil ile yamalamaya çalışıyorum. Bu da çok iş görüyor. Olumsuz yönü ise galiba mantığın ters tepkisidir. Dil yapısında hangisi daha doğru olur diye düşünürken özne, zarf, eylem, fiil birbirine karışıyor. Yazımdaki hataların çoğu kelimelerin yerlerinde çoğu kere kaymış olmasıdır.

Beğendiğiniz şair ve romancıları sorsak..?
İsimleri yazmaya kalksam sayfalar alır. Dünya vatandaşı olan tüm şairleri ve yazarları severim, zevkle okurum, onları öncüm olarak kabul ederim. Ama yine de adettendir birkaç isim sayalım. Borges, Marquez, Dostoyevski, Tolstoy, Lorca, Nazım, Ahmet Arif, Sezai Karakoç, Mehmet Uzun, Yaşar Kemal, Ahmet Altan, Haydar Ergülen, Nizar Kabbani, Feqîyê Teyran, Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrî... ve onlarca isim, sayamadığım. Bütün yazar ve şairleri beğenirim çünkü onlar sanatçı ve emekçidirler. Okumasam da çoğunu ailemizin birer ferdi olarak görmemden dolayı saygı duyarım.

Peki, son olarak gençlere ve yazmak isteyenlere önerileriniz neler olacak?
Yazmak zor iştir. İnsanda bazı hasletleri, güzellikleri de alıp götürür. İnce bir ruh, rikkat, keder, ıstırap verir. Bunlara tahammülü olmayanlara bu işe girişmemelerini öneririm. Çok okumalarını, geçmiş yazar ve şairleri takip etmelerini, hayatın anlamı peşinde koşmaları gerektiğini, doğayı iyi gözlemlemelerini, inançlarını pekiştirerek gerçekleri görmek gerektiğini âcizane söylemek istiyorum. Nerede olurlarsa olsunlar, hangi zamanda yaşıyorlarsa yaşasınlar, zulmü alkışlamasınlar, zalime yandaş olmasınlar. Ezilmiş, yıkıma uğramış ve özgürlüklerini yitirmiş halklardan yana zarlarını atsınlar. Bu dünyanın hangi coğrafyasında olurlarsa, hangi ırktan ve hangi dinden olurlarsa olsunlar... İnsan olmanın ve sanatçı olmanın göstergesi de budur işte...