GÖK KUŞAĞIN’DA YAŞANAN TARİH

MEHMET AKİF ŞAHİN

VAN 26.12.2015 10:58:55 0
GÖK KUŞAĞIN’DA YAŞANAN TARİH
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Emperyalist dünya devletleri sömürge güçlerini artırmak için insan haklarını en fazla ihlal eden yapılar durumuna gelmiştir. Devletleri korumak adına kurulan güvenlik birimleri mevcut insani değerleri korumanın çok uzağında yer almıştır. Bir takım güç odakları adına kurgulanan yapılara hizmet eder durumuna gelmiştir.
Toplum oluşurken temel uyarı toplumu korumak üzerine kurulur. Toplumun en küçük birimi olan aileden başlayan kabile yaşamıyla şekillenen ve devlet yapısına kadar uzanan bir süreçtir. Her kural ve yasa insani değerleri inşa etmek için planlanır ve amaçlanır. Ancak bu değerleri yok eden bir yapıya dönüşür. İnsani değerleri inşa ederken kaynak alınan düşünce ve duygular insan vicdanına dayalıdır. Bu; mevcut toplumun güç odaklarına yaklaştıkça insani değerlerden uzaklaşır. Aslında kurgulanan yasalar gelenekler ya da benzer toplumsal uygulamalar insanı kendi fıtratından uzaklaştırır. Modern dünyayı inşa eden milletler; toplumları evrensel değerlerden uzaklaştırmaya devam etmektedir. Bu gün ülkemiz değişen dünyaya paralel olarak benzer yapılar inşa edilmiştir. İnsan için ama insani değerleri yok eden kurallar kurgusudur.
Emperyalist dünya devletleri sömürge güçlerini artırmak için insan haklarını en fazla ihlal eden yapılar durumuna gelmiştir. Devletleri korumak adına kurulan güvenlik birimleri mevcut insani değerleri korumanın çok uzağında yer almıştır. Bir takım güç odakları adına kurgulanan yapılara hizmet eder durumuna gelmiştir. Devletlere karşı kurulan siyasi ve devlet karşıtı örgütlemeleri yine devletlerin içindeki derin olduğu söylenen birimlerle ilişkileri çoğu zaman ortaya çıkmaktadır. Bütün bu gölge oyunları toplumun gözü önünde zekâlarımızı küçümsercesine senaryonun bitimine doğru ortaya çıkmaktadır.
Geleceğimiz geçmişimizle ipotek edilmiş. Ruhumuz pazarlıkların vazgeçilmez sermayesi olmuş. Makineleşen bir hayatın iskeletini süsleyen cilaları ağıtlarımızla süslemişiz. Şarkılarımız sirenlere karışan kahkahalara dönüşmüş. Elimizde oyuncaklarımız, sevinçlerimiz çalınmış. Seslerin içinde sessizliğe gömülmüş bir neşter yarası gibi titremekteyiz. Kırılgan duygularımızın gölgelerinde biriken tebessümleri ılıman sessizliğe bırakırız. Zehrini yüreğine akıtan akrebin tutkusuyla aşklarımız bileniyor. Ruhumuzun içine kurulan kaleler yıkılmış.                                                                                           Çoğu zaman susardık, konuşamazdık, sözlerimiz dilimize yapışır, kelimeleri unuturduk. Her daim fısıltılara düşen bir tutku gibi ışıldardık. Sesimiz şekil değiştiren ışıklarla yankılanıyor. Kuralları konulmamış bir oyunun yedek oyuncalarıyız. Gök kuşağının nefesiyle büyülenmiş bir aşk için yazılan şiirin mısrasına biriken hüznümüz kaybolmuş. Şimdi bir yığın çığlığı kucaklamış beyaz bir kelebeğin kanatlarına tutunmuşuz.  Birikmiş en koyu rengiyle sağır sessizlik yakalarımıza,  katlanmış umutlarımız, banka kasalarına kilitlenmiş. Bir çalgının notasına biriken hayallerimiz solistlerin diline düşmüş. Herkes konuşuyor, kanaryalar sağır. Sebebi bilinmeyen bir sancıyla insanlık kıvranıyor. Gözleri kısılmış bir sessizliğe yürüyen insanlık ağlıyor.
Bu gün şehir hüzünlerini toplamış, yüreğime zımbalamış, biliyorum, şehirler sevdiğini kaybetmiş, uzak diyarlara sukut düşmüş. Bizim için yeryüzü bilenmiş. Şölenlerimiz şarkılarla söylenmiş. Şimdi bir denizin ortasında uçsuz bucaksız yalnızlığa koşuyoruz. Ellerimize dokunan ruhun gözyaşlarıyla bekliyoruz. Elbet sır vermeyen şehirler ağlayacak. Meşaleler gölgelere sığınmış gökkuşağını anlayacak. Ağıtlarımızı yağmurlara dokunduran toprak kokusu suskunluğunu bozacak. Yeniden caddeler şehrin iskeletiyle buluşacak, yeniden gün doğacak, bir gün daha tarih eskiyecek.
Çağımızın kesif şelalesinde biriken insanlık, bilinmez bir serüvene doğru akıyor. Çağıldayan seslerin yankısıyla tanınmamış bir gürültünün arasına sığınmış çığlıkları duymayan yeşillikleri soluyoruz. Bir sis bulutunun içine biriken sırra erişmişiz. Yalnızlık bir vicdanın kıpırtılarına can veriyor. Her günün sabahına erişmiş bir insanın ruhunda peydahlanan zılgıt gibi insanlığın gözlerine tünemiştir. Bu yalnızlık münzevi bir aşkın ücra mekanlarını yoklayıp susamış gönüllere akan bir nehrin soğuk nefesidir. İnsanlığın dili tutulmuş bir rüzgâr gibi ruhumuzu okşayıp geçerken ergenleşmeyen bir gülümseyişin dudaklarının gerisine sığınmıştır.
Medeniyetlerin çöplüğü haline gelen dünyanın esrarengiz serüveni zincirleme hayatımızı alt üst etmeye devam ediyor. Ortalama bir dünya vatandaşı olarak bizi hayata bağlayan temel öğeler yok olmaya devam ediyor. Dünyanın her bölgesine çok yakınız, her bölgesine çok uzağız. Aslında biz kendimize çok yakınız ve kendimizden çok uzağız. Bazı duyguları kelepçelemiş, kuytularımıza saklamışız. İçimize doğan ürpertiler dilimize bir kıpırtı bırakmıyor. Susmuşuz, konuşacak kelimelere sükûnet yükleyen tılsım yüreğimize bir burgu saplamış.
Ağlıyoruz, çünkü sesimiz yankılanan şafaktan utanıyor. Tutkularımız ellerimizden çalınmış. Aşkın vacip sayılan şiirini söylemiyoruz. Nehirlerden kovulan sürgünümüz bizi tutsak etmemiş. Herkesin yanında hiç kimseyle başlayan heyecanımız yoktur. Yalnızlığımız yalnız kalmış.