GELECEĞİ ANLAMA KLAVUZU

Metin GÜRCAN

VAN 22.05.2016 10:41:46 0
GELECEĞİ ANLAMA KLAVUZU
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Türkiye’de genelde hayatı dikiz aynasından algılarız. Bir de siyasi polemikleri, PKK ile mücadele, IŞİD ile mücadele derken ‘An’a yapışıp kaldık. Böyle olunca da geçmişe ve ana odaklanmaktan yüzümüzü bir türlü geleceğe dönemiyoruz. Ama şimdiden ilk 15 yılını tükettiğimiz 21.yy   geleceğe odaklanmayan, gelecekteki tehditleri ve riskleri azaltamayan, fırsatları ise değerlendiremeyen ülkeler için çok kritik
Her geçen gün daha çok haber ve bilgiye karşın
Giderek daha az anlam üretildiği bir evrende yaşıyoruz…
Çünkü sanal felaket koşullarında yaşıyoruz.
Hızla çoğalan, aşırı şişen
Ama doğuramayan bir dünyanın mide bulantısı bu…
                              Jean BAUDRILLARD
Türkiye’de genelde hayatı dikiz aynasından algılarız. Bir de siyasi polemikleri, PKK ile mücadele, IŞİD ile mücadele derken ‘An’a yapışıp kaldık. Böyle olunca da geçmişe ve ana odaklanmaktan yüzümüzü bir türlü geleceğe dönemiyoruz. Ama şimdiden ilk 15 yılını tükettiğimiz 21.yy   geleceğe odaklanmayan, gelecekteki tehditleri ve riskleri azaltamayan, fırsatları ise değerlendiremeyen ülkeler için çok kritik. Pek çok 21.yy iyimserine göre “İçinde bulunduğumuz an, insanlık tarihi içinde hayatta olmak için en iyi zaman” olarak anlamlandırılıyor. Örneğin; ortalama bir kişi, bir yüzyıl öncekinden yaklaşık sekiz kat daha zengin, tüm yer kürede son yirmi yıl içerisinde neredeyse bir milyar kişi aşırı fakirlikten çıkartılmış, yaşam standartları neredeyse 5 kat yükselmiş, ortalama yaşam süresi yaklaşık 20 yıl artmış, bir dünya savaşı ihtimali yarı yarıya, bölgesel bir savaş ihtimali üçte bir oranında azalmış, insanlık daha önce şahit olmadığı şekilde genetik şifreleri çözme ve evrenin kilidini açma çabasına girişmiş. Şimdilerde dünya adeta küçük bir köy olarak nitelendiriliyor.
Bu nitelendirmelerin olumlu olduğu kadar olumsuz bir sürü getirileri olduğu da muhakkak. Yerküremizin doğal sermayesinin yağmalanmasından, artan eşitsizlikten ve yeni teknolojilerin yıkıcı potansiyele sahip sonuçlarından anlıyoruz ki “mutlu, huzurlu ve refah dolu bir gelecek” tasavvuru için yaptığımız işler belirli sistemik riskleri de beraberinde getirmekte. Bunun önüne geçebilmek için yeni dönemde eğitim ve diğer insan sermayelerine yönelik yatırımlar yapılarak insan kalitesinin yükseltilmesi ve bu konudaki hassasiyetlerin sürdürülebilir kılınması daha yapıcı bir büyüme ve kalkınma için sanayileşme kadar önem kazanıyor. Yine bu dönemde, toplumu idare eden kurallar bütünü, insan odaklı hukuk sistemi, katılımcı demokrasi, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi kavramlar da gelişmişliğin önemli birer göstergesi haline gelmiş durumda. Artık yeni dönemde, ileri görüşlü, basiret ve feraset sahibi  yaklaşımların gerekliliği daha da anlamlı hale geliyor. Bireysel, toplumsal ve küresel geleceğimize dair anlayışımızı derinleştirmek için birlikte çalışabilme, bir masada oturarak sorun çözebilme, karar süreçlerine herkesi dahil edebilme gibi sosyolojik ve siyasi yeteneklerimiz hiç olmadığı kadar önem arz ediyor. Ne yazık ki giderek artan sosyo-ekonomik ve siyasi kırılganlıkları ile Türkiye için bu alanlarda yapısal riskler bulunuyor.
Küreselleşme denilen olgu, dünya çapındaki gelişmelerden haberdar olma/ haberi olma olarak anlaşılabilir. Ya da birbirine bağlanmaların genişlemesi, derinleşmesi ve hızlanması olarak da tanımlanabilir. Küreselleşmenin, insanoğluna farklılıkları göz ardı ederek ortak çıkarlara odaklanma ve “çatışmaları ve zıtlıkları algılamak, fark etmek ve onlarla ilgilenmek ve beliren sorunlara fonksiyonel çözümler üretebilmek” için gerekli kapasitenin oluşmasına katkı sağladığı da ayrıca gerçek. Gelecekte her bir devletin odaklanması gereken farklı farklı risk alanı bulunuyor: İstihdamının artırılması (özellikle nitelikli genç istihdamı), kadınların güçlendirilmesi ve eşitsizliğin azaltılması, iklim değişikliğini çözmek, yeşil büyüme ve kaynak güvencesi yaratmak, bireysel tüketim alışkanlıklarını değiştirmek ve olası küresel salgınlara hazırlanmak, yaşlanan uluslar, orta sınıfın yükselişi, eğitimle nüfusun güçlendirilmesi, düzensiz ve eşitsiz gelir dağılımı gibi sosyo-ekonomik riskler yanında askeri-güvenlik alanında; yeni dünya düzeni, küresel pazar konusu, küresel terör örgütleri ile mücadele, doğal ve insan yapısı afetlere müdahale gibi alanlarda da riskler bulunuyor.
Küreselleşmenin neden olduğu mega trendleri, “tarihin akışı içindeki sebepleri hemen görünür olmayan ve zamana yayılan,  uzun vadede kalıcı sonuçlara yol açan önemli küresel eğilimler” olarak tanımlamak mümkün. Birbirleriyle ileri derecede etkileşimli olan mega trendleri yedi başlık altında gruplandırmak mümkündür.
1’nci Mega Trend: DEMOGRAFİ
Gelecek yüzyıl boyunca, dünyanın demografisinde –küresel nüfusun özellikleri ve içeriği –yaşanacak değişimlerin çok büyük olması beklenmekte. Bu değişim sadece sayılarla ilgili değildir, aynı zamanda insanların yaşları, yaşam süreleri, dağılımları ve faaliyetleri ile de ilgili. Dünya nüfusu, 1900 yılında1.6 milyarken bugün yaklaşık 7 milyar sınırına tırmandı ve 2025 yılında 8 milyarı ve belki de 2050 yılında 9 milyarı aşması bekleniyor. Küresel nüfusun yüzde 60’ının 2050 yılı itibariyle Afrika’da ve Asya’da yaşaması bekleniyor. Artışın yaklaşık yüzde 70’inin dünyanın en fakir 24 ülkesinde olacağı da bizi endişelendirmesi gereken bir gerçek.
2’nci Mega Trend: JEOPOLİTİK
Gelişmekte olan ülkelerin küresel ihracattaki payı hızla artmaktadır. Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya gibi yeni ekonomik güçlerin yükselişi yeni bir dünya düzeni yaratılabilecek. Ulus devletlerin sayısı 200’ü buldu. Bu artış, küresel zorluklar üzerinde uzlaşıya varmayı daha da zorlaştırmakta. Devlet dışı aktörlerin uluslararası arenada ortaya çıkması, terörist ağlar, siber ve biyolojik savaş tehditleri hükümetler ve iş dünyası için artan tehditler. Kısaca gelecekte yer küre gelecekte daha kalabalık, daha gürültülü ve daha kaotik olacak gibi görünüyor.
3’ncü Mega Trend: SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Sürdürebilirlik uzun vadeli planlama ve icra ile ilgilidir. Sürdürülebilirlik, insan türünün ve gezegenimizdeki diğer organizmaların devam eden hayatta kalışları için gerekli olan çevresel, sosyal ve ekonomik taleplerin uzlaştırılmasını gerektiriyor. Yıllık enerji tüketiminin 1950 yılındakinin altı katına çıkması, kişi başına kullanımın iki katından fazla artması bu düzenin daha ne kadar sürdürülebileceğine ilişkin soruları akla getirmiştir. Enerji ve fosil yakıt kullanımına yönelik talebin 2030 itibariyle yüzde 50 artması öngörülmektedir. Sadece 10 ülke, üçte ikisinin iyileştirilmiş içme suyuna erişim sağlayamadığı insanlara ev sahipliği yapmaktadır. İklim değişimi biyo-çeşitlilik kaybını hızlandırmaktadır.
4’ncü Mega Trend: SAĞLIK
Sağlığı etkileyen bir çok dönüşümün ortasında yaşıyoruz. Bunlar arasında “yüksek doğum oranlı ve yüksek ölümlü bir yapıdan” “düşük doğum oranlı (Sahra altı Afrika’sı istisnasıyla beraber) ve yaşlanan nüfuslu” bir yapıya doğru demografik bir dönüşüm ve buna eşlik eden dengesiz beslenme, kıtlık ve kötü hijyenle ilişkili  enfeksiyon hastalıklarından uzun yaşam, kentsel ve endüstriyel yaşam tarzları ile ilişkili kronik ve dejeneratif hastalıklara doğru giden yoğun bir kayma bulunmaktadır. Bu değişimler aynı zamanda beslenmedeki bir dönüm noktasıyla da ilişkili olduğu unutulmamalı. Burada dengesiz beslenme hem kıtlıktan ve açlıktan hem de obezite durumunda olduğu gibi yüksek kalorili ama besleyici olmayan besinlerden gelmekte.
5’nci Mega Trend: MOBİLİTE
Son yarım yüzyılın dramatik bir mega trendi hızlı teknolojik değişim olmuştur. Bilgi işlem gücü her 18 ayda bir ikiye katlanmakta. İnternet küresel bağlantılılığın ve fırsatların anahtar itici gücüdür, ama değişik bant genişliği hızları, sınırlandırılmış erişim ve farklılaşan açıklık düzeyleri internetin eşitsizliği kapatmaktan ziyade genişlettiği anlamına gelebilir.
6’ncı Mega Trend: TEKNOLOJİ
Bilimdeki, bilgideki ve iletişimdeki teknolojik değişimin hızı “bilinmeze doğru ivmelenen bir yarış”  olarak tarif edilmekte. 2020 itibariyle çevrim içi dört milyar insan, 31 milyar bağlantılı cihaz, günlük 450 milyar çevrim içi etkileşim ve 50 trilyon gigabayta kadar veri olması beklenmekte. İnsanoğlunun bilgi işlem gücü her 18 ayda bir ikiye katlanmakta. Ancak, bant genişliği hızlarının değişmesi, sınırlandırılmış erişim ve farklılaşan açıklık düzeyleri gibi sebepler internete erişim ve ondan faydalanma noktasında herkes aynı fırsat eşitline sahip değil.
Ama ne yazık ki, ülkemizde ve dünyanın pek çok ülkesinde gelecek için kafa yormak yerine, daha çok günlük veya kısa dönemli konulara odaklanan her 4 veya 5 senede bir seçilmek üzerine kafa yoran, algı yönetimi ile seçmen davranışlarını etkilemeye odaklanan, gelecekteki belirsizlik ve risklerle yüzleşmekten kaçınmayı bir politika olarak belirleyen anlayışlar yaygınlığını korumakta. Hatta çoğu yönetimler geçmişteki çatışmalardan beslenmekte ve mevcut sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasi fay hatları üzerinde geleceğe yönlendirmemiz gereken enerjimizi boşa tüketmektedir. “Uzağa ve ileri bakma” noktasındaki yeteneksizliğimiz ve belki de isteksizliğimiz, geleneksel siyaseti tanımlayan en önemli parametre haline gelmiştir. Tüm dünyada hükümet ve iş dünyasının karar alıcıları, daha düşük siyasi maliyetle daha çabuk ve potansiyel olarak daha kolay geri dönüşler vaat eden kısa döneme odaklanmakta. Çözümsüzlüğe giden yolda ise çatışan çıkarlar, kuşaklar arası birbirini gözetme eksikliği ve vizyon yokluğu yer almakta.
Ayrıca kıt kaynaklara sahip olan dünyamızda insan ırkının bitmek tükenmek bilmeyen açlık heva ve hevesi eğer önlem alınmazsa; kıyameti beklemeye gerek kalmadan kendi sonunu kendisinin hazırladığı bir finale doğru evrilebilir. Bugün gelinen noktada; gören/ görmek isteyenler; işiten/ işitmek isteyenler için, her şeyin açık ve net olduğu inancındayım. Fakat, farkında olanların da bu gerçeği ne kadar değiştirebileceği de bir muamma. Ama yine de insanım diyenin hangi safta, nerede bulunduğunun önemli olduğu kanaatindeyim. Daha sorumluluk ve farkındalık sahibi bireyler için, eğitim denen olgunun ne kadar önemli ve hassas bir konu olduğu nettir. Bu konuya daha da çok eğilmeliyiz. Eleştirel ve radikal düşünce insanoğlunun en önemli yetilerindendir. İnsanlık kendi eliyle yarattığı veya sebep olduğu koşullar ağından yine kendi eliyle kurtulabilecek donanıma sahiptir, yeter ki sorumluğun, vicdan sahibi olmanın ve onur gibi üst etik ilkelerin ne demek olduğunu unutmasın. Bu farkındalıkla hayatını yaşamaya çalışmalıdır. Çünkü, insanın hiçbir insanla paylaşmadığı ortak özelliği yoktur.

Yenibirlik/ Metin GÜRCAN