GARP CEPHESİNDE BİR DEĞİŞİKLİK YOK

TÜRKİYE ÇEVRELENMEYİ REDDEDİYOR

VAN 2.11.2016 10:06:13 0
GARP CEPHESİNDE BİR DEĞİŞİKLİK YOK
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Türkiye’nin stratejik konseptinde yapmış olduğu anlayış değişikliği ile savunmadan savunma için saldırıya geçmesi aslında çevrelenmenin reddidir. Bu strateji operasyonel olarak artık bir gerçekliktir, nitekim Türkiye Fırat Kalkanı ile Kuzey Suriye’de oluşturmak üzere harekete geçirilen PKK koridorunu kırmıştır.
Yenişafak
Geçen günlerde Türkiye’den de meraklılar Amerikan televizyonlarında nerdeyse bir sit-com ya da spor karşılaşmaları gibi bir ilgiye mazhar olan başkanlık seçim münazaralarının üçüncü ve sonuncusunu izleme şansına kavuştular. Bu seneki münazaralar Batı “medeniyet standartları” açısından ilginç sahnelere sahip oldu doğrusu: Trump Bayan Clinton’ı aşağılamanın sınırlarını zorlayarak milyonların önünde bağırdı: “you, dirtywoman!”, Clinton Trump’ın nasıl ırkçı, kadın düşmanı vb. olduğunu haykırdı. Başkanlık yarışının bir nevi orta kuşak reality şova dönüşümünü ve bu seneden akılda kalacak olanın 15 dakikalık şöhreti yakalayan Amerikan kararsız seçmenlerinin temsilcisi Kenneth Bone ve online satışa başladığı kırmızı kazaklarının olacağını söyleyip, Amerikalıların halet-i ruhiyesini psikolog ve sosyologlara havale edelim. Siyaset bilimciler de hazırda bulunsunlar, çünkü Trump, seçilemezse seçimleri tanımayacağını söylerken, Clinton e-mail skandalı üzerinden Rusya’nın ABD seçimlerini manipüle ettiğini iddia edip durdu. Amerikan rüyasının bir ayağı da ABD demokrasisine dayanıyordu değil mi? Ama asıl biz, Irak-Suriye hattını izleyenler için bu reality şov önemli ifşaatlara sahne oldu.
CLİNTON VE TRUMP’IN İFŞAATLARI
Irak-Suriye ekseninde her iki adayı bekleyen tablodan başlayalım. Bugün Suriye’de ABD ve Rusya, Rusya’nın Suriye’deki sınırlı varlığına göz yuman ve bu varlığın üzerinden gelecekteki Suriye’de rejimin var olacağı hattı belirlemiş görünen bir anlaşmaya varmış görünüyorlar. Bu nedenle Rusya Musul pastası paylaşılmak üzere masaya getirilirken çok ses çıkarmıyor ama bir yandan da bu iki güç Irak-Suriye ekseninde rekabet etmeye- hadi burada daha doğru kelimelerle ifade edelim- “tepişmeye” devam ediyorlar. Bu tepişme nedeniyle ABD pilotları yanlışlıkla rejim güçlerini vurabiliyor, Rusya da bir daha böyle yanlışlıklar olmasın diye yanlış uçabilecek uçakları vurabilecek savunma sistemlerini yerleştiriveriyor. Kısacası iki büyük güç Suriye’deki insanların acısı, açlığı ve ölümü üzerinden birbirine gözdağı vermeye devam ediyor. Trump, Clinton’a Rusya’ya karşı ne yapıldığını sorarken Amerikan yönetiminden nasıl bir cevap bekliyordu bilinmez ama ABD yönetimi potansiyelinden çekindiği bölgesel güçlerin dengelenmesi adına, rasyonel davranacağına inandığı ve Ortadoğu’daki sınırlı amaçlarını bildiği Rusya ile savunma-saldırı oyununu oynamayı tercih etmiş görünüyor. Zaten Bayan Clinton’un uçuşa yasak bölgeyi desteklemesindeki temel mantık da Rusya ile yaşanan bu çekişmeye dayanıyor. Kısaca ABD’nin derdi Suriye savaşından kaynaklanan pek çok risk ve tehlikeyle karşı karşıya kalan müttefiki Türkiye’yi rahatlatmak değil. Nitekim Clinton ağzındaki baklayı çok da gecikmeden çıkarmıştı münazaranın bundan önceki ayaklarında: ABD PYD’yi silahlandırmalıydı. Bu stratejinin Türkçe’sini söyleyelim; Suriye’de bir PKK koridoru oluşturmak. Stratejik düzeyde ABD ve Rusya’nın Suriye’de kafa kafaya kafaya gelmelerinin çok da görünür olmayan bir nedeni var ki, kimi yazarlar bunu Suriye savaşı bir enerji savaşıdır diyerek özetliyorlar. Rakka’daki sınırlı kaynaklar dışında bir şeye sahip olmayan Suriye’nin enerji savaşının objesi olmasına şaşıranlara hatırlatalım: Suriye, Körfez, Kuzey Irak ve Musul petrol ve gazı için önemli transit yoludur. Doğu Akdeniz’de bulunan kaynakları da ekleyelim resme Suriye bir nevi enerji transit merkezi olma potansiyeline sahiptir. Irak kaynak, Suriye transit merkezi olarak bugün kapanın elinde kalacak bir parçalanmanın arifesindeler.
YENİ BOSNA SENARYOSU MU?
Öyleyse sıradaki sorumuzu soralım: ABD Irak’ta nerede duruyor? Trump aslında cevabı net bir biçimde verdi. Bayan Clinton’a döndü ve Obama yönetimlerinin Irak’ı tepsi içerisinde İran’a hediye ettiklerini söyledi. Trump’a göre Tahran bu büyük jestinden dolayı ABD’ye müteşekkir olmalıydı. Trump müteşekkirlik konusunda haklı mı bilinmez ama ABD’nin Irak politikası iki hatta dayanıyor: İran etkisinde bir merkezi Irak ve PKK etkisinde bir kuzey Irak. Dolayısıyla Suriye ile beraber resim tamamlanıyor, kimlerle ittifak kuruluyor netleşiyor: Irak’da Merkezi Hükümet, İran, PKK yönelimli Kürtler ABD’nin arkasına takılırken, Suriye’de PKK-PYD, kısmi olarak Rejim, İran ve Hizbullah ABD’nin önünü açıyorlar. DAEŞ bu maçta bir nevi top gibi kim isterse onun sahasında. Son günlerde Kerkük’deolanları düşünelim. DAEŞ’in yaptığı saldırılar 1990’larda başlayan, 2003’de ayyuka çıkan, 2013 sonrasında da DAEŞ üzerinden meşrulaştırılan böl ve yönet stratejisinin demografik temizlik ayağına hizmet etmektedir. Bu yüzden Ortadoğu’da o kadar çok “Bosna Senaryosu” yaşandı ki: Irak, Libya, Suriye…
PYD/PKK MERKEZLİ KÜRT OLUŞUMUNU ABD DESTEKLİYOR
Trump da gelse, Clinton da gelse Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı manzara bu. Trump’ın ağzından ifşa edilen bu gerçeklik ABD’nin son 10 yıllarda yapmış olduğu bölgeye yönelik stratejik hesaba dayanıyor. Bu hesaba göre Ortadoğu’da parçalı, küçük devletlerin-devletçiklerin var olması, Irak ve Suriye’nin çözülmesi ABD’nin çıkarınadır çünkü böylelikle daha az maliyetle bir yandan İsrail’in güvenliği garanti altına alınacak, diğer yandan enerji havzaları üzerinde bir rakip güç hâkimiyeti önlenecektir. Keza bu devletçiklerde etnik-mezhepsel hatlar ön plana çıkarılacağından istendiği zaman komşu bölge devletleri rahatsız edilebilecektir. Bu nedenle adı ne olursa olsun, PYD, YPG, SDG -PKK merkezli bir Kürt oluşumu ABD tarafından desteklenmektedir. Küçücük bir taşla bir birden fazla kuş vurma derdinde olan Washington elindeki taşın küçüklüğünün de farkında. O nedenle hesaba İran ve İran’a yakın devlet dışı unsurlar sokuldu. Daha düne kadar “bilinen şüpheli” olarak pek çok şeyle suçlanan Tahran rejiminin birdenbire ABD’nin müttefikleri hanesinde yer bulması aslında bir realist için şaşırtıcı değil. Arap Baharı sonrası bölge emperyal projeler dışında dönüşme şansını yakalamıştı ve potansiyeli olan devletler bu dönüşümü yönlendirmeyi hem kendileri hem de bölge için bir fırsat olarak gördüler. Türkiye’nin Arap Baharı’nı Ortadoğu Yaz’ına dönüştürme çabası bu bağlamda okunabilir. ABD’nin de fark ettiği bu potansiyel bugün Washington tarafından hem İran hem de PKK üzerinden dengelenmeye çalışılıyor. 2000’li yılların öne çıkan başka türlü potansiyele sahip bir diğer ülkesi Sudi Arabistan’da dengeleniyor bu arada. İran’a yakın devlet dışı oluşumlar da bu dengelemede kullanılabiliyor çünkü alanda Ankara ve Riyad’ın desteklediği, yardım ettiği, diyalog kurduğu unsurları dengelemek için bölgeden birileri kullanılmalı. İran bu rolü oynamayı elde edeceği kazançlar için kabul etmiş görünüyor, ödül Irak ve Lübnan ne de olsa. Ama ABD bir eliyle verdiğini diğer eliyle almak konusunda maharetlidir. İran’a karşı uygulanan yaptırımların hafiflemesi konusunda büyük bir gelişme kaydedilmedi. Kısaca, İran Irak ve Suriye’de ABD planlarını kolaylaştıran bir savaş veriyor ama ABD yüzünden üzerinde oturduğu zenginlikleri piyasaya bir türlü çıkaramıyor.
TÜRKİYE ÇEVRELENMEYİ REDDEDİYOR
ABD seçimlerine çok kısa bir süre kalmışken Ankara’nın önümüzde duran bu iç karartıcı tabloyu çok net bir biçimde gördüğünü biliyoruz. Bu tablo, İran ve PKK tarafından çevrelenmek, Türkiye’nin kabul edebileceği bir şey değildir. Bu çevrelenme Türkiye’nin potansiyel gücünün ve hareket serbestliğinin boğulması demek olduğu kadar, bölgesel ve ulusal politikalarında da özgürlüğünü yitirmesi, sürekli tehdit altında diğer başkentlerin onayı ve anlayışına muhtaç yaşaması demektir. Bu nedenle Türkiye sadece yukarıda saydığımız ABD’nin peşindeki, Washington planlarına uygun ittifakların karşısında yer almadı, aynı zamanda bugüne kadar çeşitli aşamaları alınmış bu çevreleme stratejisini geri döndürmeye çalıştığını açıkladı. Türkiye’nin stratejik konseptinde yapmış olduğu anlayış değişikliği ile savunmadan savunma için saldırıya geçmesi aslında çevrelenmenin reddidir. Bu strateji operasyonel olarak artık bir gerçekliktir, nitekim Türkiye Fırat Kalkanı ile Kuzey Suriye’de oluşturmak üzere harekete geçirilen PKK koridorunu kırmıştır. Bu koridorun güneyden kurulması ihtimalini kırmak üzere Türkiye destekli ÖSO birlikleri güneye ilerlemektedirler. Ortadoğu asla düzelmez, düzeltilemez söylemi üzerinden SykesPicot’yu ortadan kaldırıp, yeni Sykes-Picot’lar düşünenler ABD’nin kafasındakini iyi görmelidir. Amerika’nın yeni SykesPicot’su birbiri ardından gelecek çözülmelerle tüm bölge devletlerinin güçsüzleştiği bir kaos düzeni olacaktır. Bu nedenle Türkiye Amerika’nın gücü ne olursa olsun, bu gücü kelimelere Clinton da dökse, Trump da dökse, Amerika’nın Ortadoğu politikasına direnecek, bu politikayı maliyetli kılacak tüm askeri, ekonomik, siyasi ve diplomatik araçları kullanacaktır. Garp cephesindeki taleplerde değişen bir şey yok, Şark cephesinde ise Türkiye kimsenin peşine takılmayıp kendi ulusal gücü, kendi milli iradesi ve kendi ulusal çıkarları doğrultusunda davranacağını, davranabilecek stratejik ve operasyonel aklı olduğunu gösterdi. Üstelik bölgede ABD politikalarından rahatsız olanların da uzun bir listesi var. Rahatsızlıklar normalleşmeleri tetikledi, gördük. Dolayısıyla Ankara şu anda bu kara tablo karşısında yalnız değil. Bu gerçeği görmek için Fırat Kalkanı’nın gidişatına bakmak yeterli, alanda savunma sistemi olan güçler örneğin Rusya Türkiye ve ÖSO’nun ilerleyişini durdurmuyor. Türkiye askeri, ekonomik ve siyasi pazarlıklarını birbirine bağladığı çok katmanlı bir diplomasiyi Rusya ile yürüterek bu sonuca ulaştı. Türkiye yalnız değil, bu tabloyu fark eden/ fark edecek diğer güçlerle de benzer diplomatik süreçler işliyor, işleyecek ama Ankara milli iradesiyle hareket etmeyi de öne koymuş durumda. Acaba ABD başkan adaylarına bu durumda ABD’nin maliyetinin ne olacağını soracak, sorabilecek biri çıkar mı?