FIRKA-I NACİYE’DEN OLALIM DERKEN FIRKA-I NÂR’DAN OLMAYALIM -

AYKUT AKÇA

VAN 28.06.2015 13:05:33 0
FIRKA-I NACİYE’DEN OLALIM DERKEN FIRKA-I NÂR’DAN OLMAYALIM -
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Herkesin kendi yolunun doğru, kendi İslamının güvenli ve adres teslimi garantili olduğunu düşündüğü bir dünyada yaşıyoruz. Öyle değil mi?  Gelenekselinden tarikatçısına, particisinden cemaatçisine hatta hatta radikaline kadar herkes kendi fırka-ı naciyesini yaşamıyor mu?  Bir önceki yazımızda, insanoğlunun kendini güvende hissetme arzusuna/ihtiyacına vurgu yapmış, bununda fıtri bir talep olduğuna değinmiştik.

Bu ihtiyacın hemen her konuda kendini gösterdiğini hepimiz, bizzat kendimizden de biliriz. İş ortamımızdan, komşuluk ilişkilerimize, arkadaş ortamımızdan, yolculuklarımıza vs. kadar çok geniş bir çerçevede değerlendirebileceğimiz bir taleptir, bu güven. Konu, din olunca da pek tabidir ki bizleri kurtuluşa götürmesini beklediğimiz dinin, asla güven problemi olmamalıydı.

Zaten İslam dininin de böyle bir problemi yoktur. Aslında, problem adının İslam konulup, içinin boşaltılmasında değil miydi? Kimin İslam’ı güvenli, hangisi kurtuluşa götürecek ya da klasik şekliyle mi sorsaydık, hangisi fırka-ı naciye! Herkesin kendi yolunun doğru, kendi İslamının güvenli ve adres teslimi garantili olduğunu düşündüğü bir dünyada yaşıyoruz. Öyle değil mi?  Gelenekselinden tarikatçısına, particisinden cemaatçisine hatta hatta radikaline kadar herkes kendi fırka-ı naciyesini yaşamıyor mu? Tamam, herkes kendi yolunu güvenli ve doğru sanabilir de asıl fırka-ı naciye bizimki değil mi? Hiç şüphesiz üstadım, aynen öyledir.

Evet, herkes kendi itikat ve din algısının doğrusu olduğunu düşünüp iman ediyor, zaten bunun böyle olması işin tabiatına da gayet uygun. Buraya kadar yazılanlar, İslam’la belirli bir seviyede tanışıklığı olmayanlara bile malum olan bir konu iken, burada neden gündem etmek durumunda kaldık işte bunu anlatmaya çalışacağız bu noktadan sonra.  İçimizi acıtan şeydir bu yazıya sebep olan.

Şöyle ki, gerçekten fırka-ı naciye diye tabir edilebilinecekken ve başkalarının da naciyesine/kurtuluşuna vesile olabilecekken, kendine yabancılaşan, özüne sırt çeviren tevhid ehli, kur-ani İslam düşüncesi mensuplarının içine düştüğü bu durum içler acısı bir durum değil midir?  Kur-an okuyup, siyer öğrendik diye işi bitirdik ve kendimizi güvende sanmadık mı? Yoksa bu rehavet nerden gelebilirdi. Bu halimizle “ateş bize dokunmaz ya da sayılı birkaç gün dokunur3-24” diyenlerle benzeşmiyor muyuz sorarım size ey “kur-ani Müslümanlar”, ey “fırka-ı naciye”. Dilimizden dökülen sözlerin doğru sözler olması bizi de mutlak doğru kılmaz. Söz, Allahın kitabından Allahın kelamıydı, elbet doğru olacaktı, ancak o sözü sahiplenemeyen, yüklenip taşıyamayan bizler nasıl doğruda olacaktık.

Yıllarca takır takır ayetler döküldü dilimizden. Belli ki dilimizdeki o kelam çoğunlukla dışa doğru dökülmüş, içe doğru yolculuğa pek rastlanmamış, elbet bu da bir nasip. Kurtuluşa erenler topluluğunun vasıfları nasıl olmalıydı ki hakikaten onlara fırka-ı naciye diyebilelim. Kitap ve peygamberin sadece “rakiplere” üstünlük sağlama adına mermi pardon bilgi sağlama kaynağına dönüştüğü bir “hastalıklı ruh” ne kötü bir vasıftır bilene. Gerçekten inanıyorsak yolumuzun doğru olduğuna, bu doğruları en güzel bir biçimde yaşamamız ve böylece diğer insanlara taşımamız gerekmez miydi? Bütünün içinde her bir zerrenin/şubenin bir anlamı vardır. Bütünden kopardığınız “en güzel” bile anlamsız ve güdük kalır.  

Dinimizi parça parça bölüp şubelere ayırmayalım. Her fırka bütünden bir parça koparıp ona sarılırsa, karanlık bir odada fili tanımlarken ancak temas ettiği yeri fil sananların durumuna düşmez miyiz? Ey kardeşlerim bu sözlerim inanın bize, biz her ne kadar üzerimize alınmasak da bize. Bu hastalıklı din algısını hep başkalarına yakıştırdık. Çünkü bu hastalık geleneksel din algısı içinde, cemaatçisinde, tarikatçısında, particisinde vs. sıkça görülürdü de asla bizde görülmezdi değil mi.   Biz asla dinimizi şubelere bölmezdik, işimize geleni alıp bayraklaştırıp, işimize gelmeyenleri yok saymazdık değil mi?  Yoksa nasıl fırka-ı Naciye olacaktık ki! Tarikatçısından radikaline kadar çok geniş bir İslam yelpazemizin olduğu realitesi içinde, kur-an islamı iddiasındaki sahih dini arzulayan bizleri, adaletsizce eleştirmek değil maksadım. Aksine çuvaldızı kendimiz batırmazsak eğer işte o zaman adil olmayacaktık.

Her fırkanın öne çıkarttığı sahiplendiği, bütünden koparttığı bir parçanın kendi kendine hiçbir şey ifade etmediği gerçeğini örneklendirirken, nasıl ki tek başına ahlak bir şey ifade etmez ise tek başına siyasi bilinçte hiçbir şeydir. Mutasavvıf bütünden ahlakı koparırken, “muvahhid”te siyasi bilinci koparmış olmasın sakın.  Fırka-ı naciye’nin vasfı, dini bir bütün olarak itikadından ameline, ahlakından siyasetine, maneviyatından maddiyatına kadar yalnızca Allaha has kılarak, dinini aziz bilip gereğince yaşama gayretini hep muhafaza etmektir. fırka-ı naciyeden olalım derken fırka-ı nârdan olmayalım! Kurtuluşa ancak, kur-ana göre inanıp, kur-ana göre yaşayanlar erecektir. Kur-an’dan sadece konuşup kur-anla dövüşenler(!) değil. Öğüt alınsın, onunla amel edinilsin diye gönderilmiş bir kitabı, gönderiliş gayesinden koparıp Allah’a rağmen ama Allah için(!) kullananlar fırka-ı nârdandır sonsuz ateş kendilerini beklemektedir. Rabbim bizleri Dini yalnız Sana has kılan kullarından eyle, bütünden koparttığı parçayı asıl sanan gafillerden değil. aykut_akca@hotmail.com