FIRAT KALKANI OPERASYONU VE KONJONKTÜREL DENKLEMLERİN İFLASI

Küresel ve bölgesel gerçeklikler, “Müslümanlar”ın umut bağladıkları aktörlerin doğru tanımlanamaması, Müslümanlara yönelik, sofistike yöntemlerle yürütülmekte olan “zihniyet kuşatması”, mutlaka gündemimize girmeli… Kürese

VAN 13.10.2016 10:29:53 0
FIRAT KALKANI OPERASYONU VE KONJONKTÜREL DENKLEMLERİN İFLASI
Tarih: 01.01.0001 00:00
ABDULLAH PAMUK

Son zamanlarda daha çok belirgin hale geldiği üzere Yeni Türkiye kendi geleceğini önceleyen görece bağımsız politikalarıyla öne çıkmakta. Ne var ki, bu ülkede Batı’nın sözcülüğünü yapan malum çevrelerin iddia ettikleri/niteledikleri gibi bu söylem ve kısmi eylemler, bir “eksen kayması” olmadığı gibi ‘Batı’ya karşı bir duruş’ olarak da okunabilecek şeyler değildir. Basit bir şekilde tanımlamak istenirse, bunlar, değişen dünya ve bölge dengelerinin değişimiyle gündeme gelen değişim ve dönüşüm süreci ve yeni paradigma/model ile birlikte Yeni Türkiye’nin “misyonu” ile uyumlu bir muhatablık beklentisi olarak ifade edilebilir. Aynı zamanda bu, küresel ve bölgesel düzlemde hızla değişen ekonomik ve siyasi dengelerin, güç kaymalarının uluslararası ve bölgesel şartlara yansımalarının gecikmesine bir tepkidir: “Dünya beşten büyüktür” diye artık sık sık seslendirilen bir itirazın, “sistem içi” (Uluslararası sistem içinde kalarak…) ortaya konulmasıdır… Ancak, eski dünya/eski dengeleri kontrol eden güçler, eski alışkanlıklar ve kullanageldikleri bir dille gelişmeleri okumaya devam etmekte, yeni şartları kabullenmekte zorlanarak her zaman olduğu gibi algı yönetimi ile Yeni Türkiye’yi hizaya getirebileceğini zannetmektedir. Böylelikle de hızla güç ve etkinliğini kaybeden Avrupa ve benzeri yaklaşımlara sahip devletler, uluslararası organizasyonlar, bölgede ve Türkiye üzerindeki etkileme güçlerini hızla kaybetmekteler… ABD ise kendi içindeki küresel hesapları olan güç odaklarının strateji savaşlarının bir yansıması olarak adeta bölgede ne yaptığını bilmez bir çizgide salınmaya devam etmekte, küresel ve bölgesel çaptaki krizlerdeki bu tavır ve hamle gecikmeleri hem kendine hem de bölgedeki müttefiklerine büyük maliyetler ödetmektedir… Nitekim tarihi bu kırılma noktasındaki garabetlerle ilgili birçok değerlendirme gündeme gelmekte. Bunlardan en çarpıcı olanı, ABD’nin eski Türkiye büyükelçisi J. Jeffrey’in bir röportajında çıkarılan şu sonuçla ortaya konulmaktadır: “Bize yalancı muamelesi yapabilirsiniz ama yüzümüze karşı hakaret etmeyin.” Keza konuyla ilgili bir başka ifade de, sanırım, ‘tüm gerçekliklere karşın bize yaltaklanın’ şeklindeydi…
Yeni Türkiye, tarihinin en kritik dönemeçlerinden birini geçmekte. Bir süredir, Yeni Türkiye değişen dünya ve bölge şartlarına paralel değişim ve dönüşüm süreci yaşadı. Halen de bu değişim süreci devam etmekte. Ancak bir darbeler ülkesi olan Türkiye, geçmişte yaşadığı darbelere benzemeyen ve 2. Dünya Savaşı sonrası uzun erimli bir proje ile ‘içeriden kontrol’ mekanizmalarının en tehlikelisi, kapsamlısı ve nitelikli olanıyla karşı karşıya kalmıştır. Bölgenin ve ülkenin geleneksel düşünce kodlarıyla (Paralel din anlayışı ile) beslenen ve Paralel devlet yapısı(PDY)nın diğer unsurlarıyla sistematik ilişkisi örtülü olan, uluslararası bağlantıları güçlü arkaplanıyla “nevi şahsına münhasır” bir darbe girişimine maruz kalmıştır… Ve bu darbe girişiminin niteliği, arkaplanı ve PDY’nın unsurlarının açık ve gizli ilişkileri henüz bir çok çevre tarafından anlaşılamamış gözükmektedir…
15 Temmuz Darbe girişimi ve artçı sarsıntıları, Yeni Türkiye’nin güvenliği ve geleceğiyle ilgili adımlarını etkilemekte, bölgenin kritik bir dönemeçten geçtiği bir zaman diliminde hareket kabiliyetini kısıtlamakta …Üstelik “stratejik müttefiki” ABD’nin bir şekilde bu darbenin arkasında olduğu ispatı gerektirmeyecek kadar açık olduğu bir vasatta Yeni Türkiye PDY’nın sadece bir unsuruyla değil, diğer unsurlarının da ABD ve Avrupa destekli olduğu gerçekliğiyle yüzleşerek hamlelerini yapmak durumunda.Her ne kadar değişen dünya ve bölge dengelerinin gündeme getirdiği yeni konumu ve misyonu Yeni Türkiye’yi ABD ve Avrupa için vazgeçilmez bir pozisyona taşısa da ‘eski dost ve müttefikleri’ ile küresel güçlerin yeni dönemi stratejik düzlemde nasıl okuduğundan hareketle kendisine bir yol çizdiği bu süreçte bu ciddi krizle baş etmek durumunda…
Hiç şüphesiz ABD açısından, en azından ABD’ndeki karar verici odakların bir kısmı için Yeni Türkiye vazgeçilmez bir ülke/müttefik. Diğer taraftan da, küresel değişim sürecinde ABD’nin bazı dönemsel çıkarları ve açmazları için de Yeni Türkiye adeta bir engel.Bu gerçeklik nedeniyledir ki, bazılarının iddialarının aksine ABD için hedef, kendine açılan alanı zorlayan, güçlü liderliği ile kendisine yüklenilen ucu açık “misyonu”, küresel sistem içinde kalarak etkili bir şekilde yerine getiren Erdoğan değil sadece.Algı yönetimlerinin aksine Erdoğan ile birlikte onun arkasında olan yeni ‘derin yapı’dır da… Zira Yeni Türkiye, yeni misyonuyla bölgenin ve Müslümanların kontrolünde “Ilımlı İslam” projesinin siyasi boyutu olarak çok etkili bir proje, ama en az onun kadar da kontrolü güç bir devlet… Yani ABD başta olmak üzere bu durumun farkında olan küresel güçler, Yeni Türkiye’nin “kontrol edilebilir” ve geçmişte olduğu gibi kendileriyle “uyumlu” hareket etmesini beklemekteler. Ancak bunun eskisi kadar kolay olmadığının da farkındalar. Yeni Türkiye’nin zaman zaman burnunu sürtmek, kontrolünü kaybetmemek, onun “kötü örnek” oluşturmasından rahatsızlık duyduklarını ortaya koymak için bu algı yönetimi ve baskılar gündeme gelmektedir… Her ne kadar 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan atmosfer beklenilenin aksine Yeni Türkiye üzerindeki baskıyı büyük oranda azaltıcı etki yapmış olsa da henüz Batı ile Türkiye’nin ilişkileri “normalleşememiş”tir.
“Stratejik müttefiki” ABD ile yaşadıkları güven bunalımı, ABD’nin, mevcut şartlarda, bölge politikalarının belirsizliği iki “müttefik”(?!) arasındaki krizin esasını oluşturmaktadır. Bunun bir yansıması olarak ABD, dönemsel politikalarla Türkiye’nin Suriye sınırında bir PYD/PKK koridorunun (ki bazıları bu dönemsel projeye “Kürt koridoru” diyerek Barzani ve diğer “Müslüman” Kürtlere saygısızlık yapmakta…) önünü açmış, kaçınılmaz olarak Türkiye’nin güçlü muhalefeti karşısında önce durumu idare etmiş, 15 Temmuz sonrası manzara ve bölgedeki gelişmeler nedeniyle bu proje iflas etmiş gözükmektedir. Ne var ki ABD, bölgede yeniden etkili olabilmek için Suriye ve bölge politikasını netleştirmesi gerektiğinin ve “müttefik” Yeni Türkiye ile sorunlarını çözmek durumunda olduğunun farkında. Unutulmamalı ki başta ABD olmak üzere küresel güçler, eskisi gibi oyun kurmak ve bunun gereğini tek başına yapabilme kabiliyetlerini hızla kaybetmekteler… Değişen ve dönüşen dünya dengelerinin de artık küresel şer odakları ve onların yerel işbirlikçilerinin her türlü melanetleri kısa sürede ortaya çıkmakta, eski dönemin zaaflarıyla yeni dönemde etkili olma imkanları hızla azalmaktadır…
Fırat Kalkanı Operasyonu’nu yapmak durumunda kalan Türkiye’nin bu zorunlu hamlesine kadar Ankara ile Washington’un Suriye krizi ve bölgenin geleceği hususunda, başlangıçta nasıl düşündüklerini, zamanla bakışlarındaki derin farklılıkların oluşumunu ve sonrasını kısaca hatırlayalım…
Yeni Türkiye’nin kendi çizgisiyle; ideolojik duruşu ve misyonuyla uyumlu politikalarını, Türkiye’yi hatalı tanımladıkları ya da bölgesel gelişmelere dönemsel görüntülerin sığlığı ile yaklaştıklarını biliyoruz. ABD ve Yeni Türkiye’nin birbirleri ile ilgili politikaları hızla ABD açısından değişime uğradı. ABD’nin hızla belirsizliğe mahkum olan Irak-Suriye eksenli politikaları, Mısır’daki “karşı darbe” ile birlikte iki ülkenin arasındaki farklılığı derinleştirdi. Bu arada birileri de ABD-Yeni Türkiye arasındaki farklılığa sebep olanın ABD olduğunu unutmakta ve Yeni Türkiye’nin yeni konumu ve misyonunun zorladığı, temel esasları ve tutarlılığı ile öne çıkan politikaları kıyasıya eleştirmekteydiler. Bölgedeki değişim sürecinin inkıtaya uğraması, Irak-Suriye ekseninde “Vekaletler Savaşı” ve DEAŞ’ın fiilen ortaya çıkmasını sağlayan gelişmelerle birlikte bölgede oluşan “kaos ortamı” doğru okunamadı. Zaten algı yönetimi ve “bulanık suda balık avlamaya” müsait kaos dönemi her şeyi altüst etmişti. Ve dönemin ürettiği güvenlik sorunları, katliamlar, şaibeli işgaller beraberinde giderek yoğunlaşan bir göçmen sorununu ortaya çıkardı. Değişen şartlarda yeni konumu ve misyonuna uygun “duruşu” ve politikalarıyla Türkiye, beklenilenin de ötesine geçerek, bölgede ‘stratejik derinliği’nin açtığı alanı sonuna kadar kullamaya devam etti. Küresel güçlerin çok hızlı politika değişimlerine rağmen kendi duruşunu esasta bozmamaya çalıştı. Hiç olmazsa göçmen sorununa bir çözüm bulmak üzere başta ABD olmak üzere batılı müttefiklerine önerilerde(güvenli bölge gibi) bulundu. Hızla krize dönüşme eğilimindeki göçmen sorununu, tüm zorluklarına rağmen açık-kapı politikasıyla büyük oranda üstlendi. “Eğit-donat” projesini etkisizleştiren ABD, çeşitli mülahazalarla bölgedeki operasyonları için kara gücü olarak PYD/PKK’yı tercih etti… İncirlik anlaşması bu süreçte iki müttefikin arasındaki sorunları çözebilmeleri adına bir dönüm noktası olması beklenirken tam tersine sonuçlar doğurdu. Ve bu sonuçlar 15 Temmuz darbe girişimine kadar uzandı… Beraberinde Rusya ile Türkiye arasında NATO’nun da dahil olduğu ve bazı karanlık boyutları zamanla ortaya çıkan “uçak krizi” yaşandı… Aynı zamanda Irak-Suriye sınırındaki çatışmaların yansımaları Türkiye’nin güvenliğini tehdit ederken doğu ve güneydoğu bölgelerinde ciddi bir kalkışma devreye sokuldu…
Aslında tüm bu gelişmeler, belirli küresel güçlerin öne çıkardıkları stratejilerin bir parçası olarak gündeme geldi. Ve bölgede inşa edilmek istenen yeni dengelerin oluşumunda Yeni Türkiye’nin etkinliğini azaltmaya yönelik operasyonlardı. Lakin bu hesapları yapanlar, değişen bölge ve dünya şartlarını, bölgenin gerçekliklerini unutmaktaydılar. Bölgede Yeni Türkiye’siz bir çözüm mümkün olmadığı gibi böyle yeni bir denge oluşturulsa bile bunun orta ve uzun vadede kalıcı olması mümkün değildi. Ne yazık ki küresel güçlerin eski dönem alışkanlıkları, ideolojik-dini-mitolojik saplantıları ve güç kavramını yanlış değerlendirmeleri kanlı bir sürecin yaşanmasına neden oldu…
Her şeye rağmen bölgedeki misyonunun ve gücünün farkında olan Yeni Türkiye, kısa sürede Rusya ile yaşanan krizi aştı. Hızla Rusya ile normalleşme süreci yaşanmaya başladı. Aynı zamana denk gelen İsrail ile ilişkilerin “normalleşmesi” süreci de olumsuz atmosferi kısmen dağıttı… Bölgede iyice sıkışan Yeni Türkiye’nin eli giderek güçlenme yoluna girdi…
FIRAT KALKANI OPERASYONU
Bu operasyon, hiç şüphesiz, Yeni Türkiye ve bölgenin geleceği açısından stratejik öneme sahip. Ve herkes biliyor ki Fırat Kalkanı Operasyonu, Türkiye’nin sınır güvenliğinin ötesinde Suriye ve Irak’ta, dolayısıyla bölgede oluşturulmaya çalışılan yeni denge arayışı sürecini de etkileyecektir… Bunun gerçekleşebilmesi içinse Türkiye’nin güçlü bir destek verdiği yerel unsurların (ÖSO başta olmak üzere…) bölgede kalıcı hale gelmelerinin sağlanması gerekmektedir. Fırat Kalkanı Operasyonu’yla birlikte, Yeni Türkiye’nin, bir süredir Başika Kampı’nda eğittiği yerel unsurlar ve Peşmerge güçlerinin de Musul operasyonuna TSK ile birlikte dahil olmak istemeleri de söz konusu. Yani Musul-Irak, Rakka-Suriye operasyonu planlarında da, Fırat Kalkanı operasyonları benzeri bir oluşum ile, Türkiye’ye yakın yerel güçlerin (ÖSO, “Müslüman Kürtler”/Peşmergeler, Türkmenler ve diğer Arap örgütlerinin…) birlikte mücadele etmek istemeleri manidardır. Konuyla ilgili Yeni Türkiye ile ABD’nin bir mutabakatı PYD/PKK terör örgütlerinin devre dışı kalması anlamına gelecektir. Dolayısıyla muhtemel böyle bir mutabakat, PKK/PYD çizgisine ABD desteğinin, bir başka terör örgütüyle savaştığı gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılan bir terör örgütünün bölgedeki suni etkinliğini ve “meşruiyetini” yitirmesi sonucunu doğuracaktır… Gelinen aşamada, Yeni Türkiye, ABD ve mevcut İsrail yönetiminin Suriye’nin/bölgenin geleceğiyle ilgili bazı mutabakatlara varacak olmaları ve bunun ABD-Rusya mutabakatı ile ana konularda uyumlu olması bölgede çok önemli gelişmelerin de önünü açacaktır. Aksi taktirde ise Irak-Suriye eksenindeki gelişmeler daha da içinden çıkılmaz sorunları gündeme taşıyacağı öngörülebilir. Ki bu durumda sadece Yeni Türkiye kaybetmez. Türkiye’nin yanı sıra ABD ve diğer müttefiklerinin de ciddi sıkıntılar yaşaması muhtemeldir. Öyle ki bölge gerçekleriyle uyumlu olmayan dönemsel ve suni denklemlerin Fırat Kalkanı Operasyonu ile yerle bir olması, operasyonun bir “turnusol kağıdı” işlevi görmesi, gelecekle ilgili beklentilerin mevcut durumdan farklı olacağının göstergesi olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Zaten Rusya ve İran’ın bu gerçekliği kabul ettiklerine dair işaretler bir süredir alınmaktaydı.ABD ve ortaklarının da bölge gerçekleriyle uyumlu bir çizgide yeni denge arayışı zamanının geldiğine karar vermeleri halinde bölgede önemli gelişmelerin yaşanması beklenebilir.
Geçmişteki dönemsel/konjonktürel yorumların aksine Yeni Türkiye, yeni misyonu ve bununla paralel temel politikalarındaki istikrarı ve tutarlılığıyla, bölgedeki değişim sürecinde kendi gelecekleriyle ilgili kaygı duyan toplulukların(Kürt, Arap ve Türkmen vd.) kendisine yakınlaştığı, bölgede güvenilen ülke konumunu hızla güçlendirmektedir. Bir süredir bölgede yaşanan fetret ve kaos döneminin güçlendirdiği etnik ve mezhebi fay hatlarına rağmen bazı dersler de alındığından şüphe yoktur. Dolayısıyla Fırat Kalkanı Operasyonu’nun ortaya çıkardığı vasat, bölgede yeni bir döneme işaret etmekte ve birilerini sevindirmektedir. Buna karşılık bazı odakları, küresel güçleri ve onların taşeronlarını da kaygılandırdığından şüphe duyulmamalıdır…
Fırat Kalkanı Operasyonu sonrası küresel güçlerin kendi aralarında ve bunu tamamlayacak nitelikteki bölgesel güçlerle varacakları mutabakatlarla yol alınabileceği kuvvetli bir ihtimaldir… Zaman kazanmak üzere, belirli bir düzlemde suni olarak oluşturulan, önleri açılıp lojistik destek sağlanan malum örgütler artık işlevlerini tamamlamış gözükmekteler. Bunlardan DEAŞ’ın bölgede hızla güç kaybetmesi ve başka bölgelere geçmeleri süreci başlamış durumda… DEAŞ ile güya mücadele zemininde meşrulaştırılmaya çalışılan ve Lejyoner(Paralı asker) olarak kullanılan PYD gibi örgütler de zamanla marjinalleşme yoluna girecekleri konusunda şüphe yoktur…
Ancak, yeni dönemin uzamaması, bölgedeki yeni denge arayışının sonuca doğru emin adımlarla şekillenmeye başlaması kolay olmayacağı gibi çözüm de küresel sistem içinde aranacaktır. Maalesef, “sistem-dışı” bir devlet pozisyonundan hızla irtifa kaybederek sisteme eklemlenen ve kendinden Müslümanların beklediklerinin tam tersini yapan İran’dan sonra gözler bölgede Yeni Türkiye üzerindedir. Yeni Türkiye’deki tüm hatalı okumalara, tanımlamalara ve kavramsallaştırmalara rağmen, son planda, yenidünyanın çok şey beklediği Batılı bir devlettir… Ne var ki tarihi ve stratejik derinliği Yeni Türkiye’den beklentileri arttırmaktadır. Çelişkili bir durum olsa da hem yeni dünyacı küresel odaklar, hem de düşünsel ve siyasal netliğe ulaşamamış; “arpa metreyle, arazi kiloyla ölçülmez” diyerek bütüncül kavranması gereken hayatın “siyasi” boyutunun adeta ayrıştıran Müslümanların dahi ıskaladıkları Resullerin küfür ve şirk sistemindeki “duruş”larından uzak yapıların da Yeni Türkiye’den çok şey bekledikleri aşikardır… Halbuki yönünü Batı’ya çevirmiş olan 1. Cumhuriyet ve onun yeni bir versiyonu olan 2. Cumhuriyet/Yeni Türkiye, tarihin bu kırılma noktasında yönünü döndüğü Batı ile sorunlar yaşamaktadır. Daha doğru bir ifadeyle değişen dünya ve bölge şartlarında Yeni Türkiye, konumu ve misyonuna uygun bir pozisyon, uluslararası sistemde kendine yakışır bir yer talep etmektedir. Ve bunda da kendi ideolojisi, misyonu ve bugüne kadar yaptıkları ve yapacakları açısından, küresel sistem içinde, haksız da değildir…
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Yeni Türkiye, NATO ve ABD başta olmak üzere Batı ile sorunları giderek büyümüş olan bir ülkedir. Hiç şüphesiz bunda, dünyanın yaşadığı değişim ve dönüşüm süreci ve uluslararası sistemin yeniden yapılandırılması zorunluluğu en önemli etkendir. Ve bir bakıma bu durum, doğal bir sürecin bir sonucu olarak da okunabilir. Buna karşın, kabul edilsin ya da edilmesin, bölgemiz/Ortadoğu başta olmak üzere Balkanlar, Orta Asya’da Yeni Türkiye’nin stratejik öneminin beklenenin üzerinde artmakta olduğu bir gerçeklik. Keza küresel güçlerin hızla yoğunlaştıkları Asya Pasifik’te de başta “stratejik müttefiki” ABD olmak üzere küresel güç olma yolundaki tüm devletlerin Yeni Türkiye ile yakın ilişkiyi önemsedikleri bir dünyada yaşamaktayız… Yani giderek daha net bir şekilde ortaya çıkan “çok boyutlu” bir dünya dengesi arayışı sözkonusu. Böyle bir süreçte Yeni Türkiye’nin bölgesinde, yakın ve uzak etki alanlarında (hinterlandında) mevcut gücünün çok üstünde bir ağırlığa sahip olduğunu da görmemek mümkün değil. Ne var ki bu gerçekliğe rağmen “stratejik müttefiki”, “Model Ortağı” ABD’nin, kendi içindeki muhalefet ve bölge politikaları konusundaki kararsızlığı nedeniyle bu gerçekliğe uygun davranmadığı da son gelişmelerle ayyuka çıkmış bulunmaktadır…
ABD’nin Yeni Türkiye ile ilişkilerini “normal” bir düzleme taşıması, daha doğrusu, pozisyonu gereği özellikle Yeni Türkiye’nin bu konudaki beklentileri ve çabaları manidardır. ABD’nin özellikle son yıllarda izlediği pasif bölge politikaları, bölgedeki duruşu ve PYD/PKK çizgisi üzerinden yürüttüğü güya DEAŞ ile mücadele yöntemi ve bunun kaypak ve dürüst olmayan bir zeminde yürütülmesi Yeni Türkiye’yi çok zor durumlarda bıraktığı aşikardır. Bunun ötesinde ABD’nin, Suriye’nin geleceği ve Irak politikalarında Yeni Türkiye’yi yalnız bıraktığı arkaplan da dikkate alındığında bu ilişkinin ciddi bir kriz dönemi yaşadığından şüphe duyulmamakta. Üstüne üstlük 15 Temmuz darbe girişimi konusunda ABD’nin Yeni Türkiye açısından kabul edilemez tutumu, NFETÖ’nün darbe öncesi ve sonrası, içeride ve dışarıdaki faaliyetleri, bu örgütün başının ABD’de olması ve iadesi konusundaki ayak sürçmeler ABD-Yeni Türkiye ilişkilerinin en kötü dönemine işaret etmektedir… Ve bu durum, Yeni Türkiye’nin güvenliği ve geleceğiyle ilgili tehdit oluşturan Paralel Devlet Yapısı’nın tüm unsurlarıyla (NFETÖ, Ergenekon, PKK/PYD-KCK, DHKPC ve uyuyan hücreler…) ABD’nin değişik kurumlarının ilişkili olduğu gerçekliğiyle birleştiğinde karşımıza çıkan manzara, Türkiye açısından kabul edilemez… Ancak, dikkat edilirse, bütün bu kabul edilemez olgulara rağmen Yeni Türkiye, ABD ile DEAŞ ile mücadele üzerinden bir çıkış aramakta ve buradan ilişkilerde bir normalleşme ummaktadır, ne yazık ki gerçek budur… Ki medyadaki tüm olumsuz haberlere karşın 15 Temmuz sonrası hava değişme eğilimi göstermektedir. Fırat Kalkanı Operasyonu sonrası Membiç’ten PKK/PYD unsurlarının Fırat’ın doğusuna çekilmesi sözünün tutulması konusunda yaşanan dönemsel sıkıntılar ve pazarlıklara rağmen iki ülke ilişkilerinde olumlu bir atmosfer oluşturulmaya gayret edilmekte. G-20’de, farklı niyet ve hesaplar gündeme gelse de Obama’nın Erdoğan’a Rakka’da DEAŞ’a karşı birlikte operasyon yapma teklifi, Musul operasyonuyla ilgili hazırlıklar da eski havanın Yeni Türkiye lehine değişiyor olması ve en önemlisi de son BM toplantısında ABD Dışişleri Bakanı’nın “uçuşa yasak bölge” kavramına yakın bir ifadeyle, daha önce reddettikleri Türkiye’nin teklifine yaklaşma emareleri Yeni Türkiye-ABD ilişkileri açısından önemli gelişmelerdir.
Küresel sistemdeki kırılma, dünyanın ve özellikle bölgenin eski yöntemlerle kontrolünün imkansız hale gelmesi, iletişimdeki çok önemli gelişmelerin toplumlara açtığı pencereler ve tüm bunların yeni denge arayışı süreçlerine yansımaları bir bütünlük içinde doğru okunmalı. Küresel ve bölgesel gerçeklikler, “Müslümanlar”ın umut bağladıkları aktörlerin doğru tanımlanamaması, Müslümanlara yönelik, sofistike yöntemlerle yürütülmekte olan “zihniyet kuşatması”, mutlaka gündemimize girmeli… Küresel küfrün, aralardaki ihtilaflara rağmen gerektiğinde tek millet olarak hareket ettiği dünyamızda Müslümanlar olarak “millet” olma yolunun Resullerin örnekliğinde olduğu her vesileyle hatırlanmalı, gereğinin yapılabilmesi için hiçbir zaman vaktin geç olduğu yanılgısına düşülmemeli…