Felsefesiziz; bekçimiz, medya

Prof. Dr. Erol Göka

VAN 12.03.2015 09:35:16 0
Felsefesiziz; bekçimiz, medya
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Teknoloji ve medya, suni olmasına suniler ama hayatlarımız üzerinde belirleyici bir etkiye sahipler. Müslümanlar olarak bu etkilerden azade değiliz. Daha baştan reddedici olmak, kendi içimize kapanmaktan ve üstüne üstlük bize bir şey olmadığı inkârcılığına sürüklenmekten başka bir işe yaramaz. Dünyayı olduğu gibi kabul etmek, sadece markaları, sembolleri değiştirmekle yetinmek de çare olamaz. Reaksiyoner olmadan hem yaşadığımız dünyayı iyice anlamaya çalışmak hem de yeri geldiğinde eleştiri kırbacını şaklatmak, uyarılarda bulunmak durumundayız.

Hakkını yemeyelim, teknomedyatik dünyanın müspet görünümleri çok fazla. Ulaştırma ve enformasyon teknolojileri sayesinde hızlandıkça hızlanıyoruz mesela, kuşlar gibi oradan oraya uçuveriyoruz. “Haber”, “bilgi” dersen, internet sayesinde hemen hepsi anında elimizin altında... Ömürlerimiz de aynı şekilde, uzadıkça uzuyor. Ama birisi, “Hızımız o kadar arttı o kadar arttı ki, dönüp kendimize bile bakamıyoruz, mucizevî manzaraların bile hakkını veremiyoruz” derse, itiraz edemeyiz. “Bakmayın ortalama hayat süresinin uzadığına, aslında teknoloji ömrümüzü ucundan tutup çekiyor, o da sünüyor. Sündükçe üzerimizde insanlık adına taşıdığımız değerler de bir bir dökülüyor. ‘İnsan hakları’ adı altında yenilerini koymaya çalışıyoruz” diyenlere karşı da sükûttan başka elimizden pek bir şey gelmez. Neyse ki böyle cümleleri çok duymuyoruz. İtiraf edelim duysak da pek dert etmiyoruz.

Galiba gayesizliğimiz, umursamazlığımız da teknomedyatik dünya yüzünden. Dünyaya karşı gösterdiğimiz umursamazlığa, öyle bize sunulduğu gibi sorgulamadan yaşamaya “felsefesizlik” diyebiliriz. Kanaatimce medya, birçok başka işlevinin yanısıra esasen felsefesizliğin devamına yarıyor. Bir bakıma bu dünyaya bekçilik ediyor. Zihinlerimizi tıka basa doldurarak felsefesizliği örtmeye çalışıyor. Medya hakkında bir türlü billurlaşmış bir fikre ulaşamayışımız da belki bu yüzden. Hep tartışıyoruz; makaleler, kitaplar, devasa bir külliyat, sonuç; sıfıra sıfır elde var sıfır...

Medya, en kendinden emin araştırmacıları, aydınları ikiye bölüyor. Mesela bir bölüğü diyor ki: Enformasyon teknolojileri sayesinde bilgi ve hatta eğlence, demokratik bir şekilde dağılıyor. Önceleri yalnızca bir avuç egemenin sahip olduğu bilgilenme ve eğlenme hakkı, bütün insanlar tarafından özgürce kullanılabiliyor. Dünya bir köye dönüştü. Medya, gerçekleri gösteriyor, binlerce yıl insanlığı pençelerinde tutmuş olan büyülenme, mistifikasyon ortadan kalkıyor. Okullaşma oranı, dünyada okuryazar olmayan tek bir kimse kalmayacak bir düzeye doğru ilerliyor. Siyasi mesajlar, en ücra köşelere kadar ulaşıyor. Kendi başlarına özgürce karar verebilen birey-vatandaşlar sayesinde, demokrasi gerçekten etkin ve katılımcı bir hale dönüşmeye doğru ilerliyor. Medyanın gücü, insanlar arası ilişkilerin ve birey-devlet ilişkilerinin şeffaflaşmasını sağlıyor; artık kapalı kapılar ardında gerçekler uzun süre kimseden gizlenemiyor.

Bu söylenenlere, aynı şiddet ve güçteki tezlerle hemen diğer bölüğü, cevabı yetiştiriyor: Gerçek bilgi ve sanat, enformasyon teknolojileri yüzünden harap edildi. Modern medyanın dünyası, bütünlüğü ve anlamı olmayan, bizden bir şey istemeyen ve aslında herhangi bir şey yapmamız için bize imkân da tanımayan, çocukların “ce-ee” oyunu gibi tamamen kendi içine kapalı bir dünya. Medyanın, özellikle birkaç korporasyonun denetiminde olan elit medyanın siyasete müdahalesiyle, insanların adeta bir yanılsama bombardımanıyla bilinçleri iğdiş ediliyor, hayal dünyaları yağmalanıyor. Medyatik manipülasyon, bırakın katkıda bulunmayı demokrasiyi asla uygulanamaz bir ütopyaya dönüştürüyor. Güncellik, popülerlik, izlenme oranları adına, her zaman yeni ama her zaman boş olan şey, sansasyonel ve anlamsız olan şey, bayağılık, klişelere indirgenmiş düşünce egemen... Üstelik reklam sektörünün kendisini izlenme oranlarına göre düzenlemesi nedeniyle ekonomi de buna göre şekilleniyor. Modern medya yüzünden artık kimse kendisi değil. İnsanların ruhlarını meşgul eden kapsam, kendisinin ürünü değil. Bırakın iradeleri, hayaller, umutlar, fanteziler, arzular bile medyanın kontrolünde. Medya, “şeffaflık”, “haber alma hakkı” gibi kavramların arkasına gizlenerek özel hayatları yağmalıyor, mahremiyeti talan ediyor.

Aynı gerçekliğe, aynı olgu yığınına birbirinin tamamen zıddı iki farklı bakış. Birbirine zıt sonuçlar, aynı ölçüde destekçi bulabiliyor. Her konuda bu böyle... Mesela medya ve şiddetle ilgili olarak yüzlerce bilim insanı, hukukçu, siyasetçi harekete geçiyor; araştırmalar yapılıyor ama sonuç alınamıyor. Birtakım araştırmacı, medyanın “duygusal boşalım (katarsis)” yoluyla izleyenlerdeki şiddet ve öfke eğilimlerinin zararsız şekilde boşalmasına yol açarak olumlu bir etki gösterdiğini savunuyor. Diğer birtakım ise, özellikle meşrulaştırılmış bir bağlam içinde sunulan şiddetin izleyenlerin şiddete yönelmelerini kolaylaştırdığını ileri sürüyor. Söylenenlerin hangisi doğru? Bilmiyoruz. Teknomedyatik dünya, tıngır mıngır dönmeye devam ediyor.

Aman Allah’ım neler söylüyorum ben, hem de nerede?

Yeni Şafak