FATALİZM’E MAHKÜM HAYATLAR

Bekir Sağlamer/Van

VAN 5.09.2017 10:08:20 0
FATALİZM’E MAHKÜM HAYATLAR
Tarih: 01.01.0001 00:00


Fatalizm, olmuş/olacak bütün olay ve olguların yaratıcının iradesiyle gerçekleştiğine, insan iradesinin hiçbir önem arz etmediğine, cüz-i iradenin mevzu bahis dahi olamayacağına kani olan bir akımdır. Bu akım; kelam tarihi içerisinde Cebriyye, kadercilik, yazgıcılık veya sabitkadercilik olarak da adlandırılmıştır.
Fatalizm’in kendini en çok teşhir ettiği temel konulardan birisi de kader olmuştur. Kaderin Fatalizm boyutuna bakıldığında insan iradesinin hiçbir anlam ifade etmediği ve yalnızca daha önce biçilmiş rollere mahkûmiyetin olduğu görülecektir. Bu anlayışın temelinde de İlahi vahyin yanlış te’vili bulunmaktadır. Nitekim diğer ideolojilerde olduğu gibi bu grubun da kendilerine gerekçe kabul gördüğü ayetler mevcuttur. Ancak tekrar ifade etmek gerekir ki, delil getirilen bu ayetlerin yanlış anlamlandırılmasıdır bu akımın gerekçe kabul gördükleri. Çünkü yaratıcının yasasında zorbalık, dayatma, adaletsizlik asla söz konusu değildir ki zaten bu tür gayri ahlaki uygulamalara yaratıcının hiçbir ihtiyacı da yoktur. Fatalizm’in esbab-ı mucibe kabul gördüğü ayetler şu şekildedir:
De ki: “Bizim başımıza ancak Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir.”(Tevbe, 51)
De ki: “Allah’ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim.”(Yunus, 49)
“Ben, benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a dayanıp güvendim. Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın.”(Hud, 56)
“…Allah, bir kavme kötülük murad etti mi, artık onun geri çevrilmesinde imkân yoktur.”(Ra’d, 11)
“Ne kadar ülke varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helak edecek veya en çetin bir şekilde azaplandıracağız.”(İsrâ, 58)
“Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir ne de erteleyebilir.”(Mü’minun, 43)
“Görmez misin ki Allah, bulutları sürüyor, sonra onları bir araya getirip üst üste yığıyor. Sen de onların arasından yağmur yağdığını görüyorsun. Gökten, içinde dolu bulunan dağlar gibi bulutlar indirir. Dilediğine onu uğratır, dilediğinden de uzak tutar. Bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözlerini kör edecektir.”(Nur, 43)
“Gökte ve yerde göze görünmeyen hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.”(Neml, 75)
“Yaptıkları her şey kitaplarda mevcuttur.”(Kamer, 52)
“Yeryüzünde ve sizin başına gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu,  Allah’a göre kolaydır.”(Hadid, 22)
“Eğer Allah onlara sürgünü yazmamış olsaydı elbette onları dünyada başka şekilde cezalandıracaktı. Ahirette de onlar için cehennem azabı vardır.”(Haşr, 3)
“Allah’ın izni olmayınca hiçbir musibet isabet etmez.”(Teğabun, 11)
Kaderciliğin bir diğer versiyonu olan Fatalizm, yıkarda zikredilen ayetlerden hareketle yaratıcı olan varlığın mutlak gücüne dikkat çekmeye çalışırken, aynı zamanda mutlak olan bu gücün ve iradenin dışında başka hiçbir varlığın iradesini kabul görmemekteler. Hal böyle iken insanların günah ve sevaplarının da takdir mercii, mutlak irade tayin edilmiştir. Bu düşünce akımına yönelik Kelam tarihinde birçok reddiyeler sunulmuştur. Sunulan bu reddiyelere mensup ekollerden birisi de “akılcı” olarak bilinen Mu’tezile olmuştur. Mu’tezile kelam ekolüne göre Allah, insan iradesini kesinlikle önemsemekte ve aklın kullanılması hususunda da emirlerde bulunmaktadır.(bkz: Yunus, 100).  Bu konuda kısmen de olsa Mu’tezile ekolüne yakın görüşler ileri süren diğer bir itikadi mezhep de Ehl-i Sünnet itikadına mensup düşünürler olmuştur.
Cebriyye takımı olarak da tanımlanan kadercilik/Fatalizm düşüncesi, tarih içerisinde birçok farklı kesimlerin eleştirilerine maruz kalmış; günümüze dek hala etkisini hissettiren bu görüşün mensupları olsa bile, azınlık durumunda olduklarını da rahatlıkla söyleyebiliriz.
Toplumda, bu akımın yaydığı düşünceler sebebiyle, bir suçluluk psikolojisi görülmeyip faturanın kesileceği makam da yaratıcı görülmüştür. Bu duruma şöyle birkaç örnek vermek yerinde olacaktır:
Evlenme çağına erişen bir bireyin, evlilikle ilgili düşüncesinde bir olgunlaşma görülür. Olgunlaşmanın verdiği yeti ile bu birey, evlenmenin zaruri bir ihtiyaç olduğunu düşünür ve yola koyulur. Yolun başındayken bu şahıs, aslında şu sözüyle bize kaderi nasıl tanımladığı apaçık görülecektir: “Kaderimde kim varsa o olacaktır. Allah, kaderimize hayırlı insanı yazsın.” Bu şahsın anlayışındaki kader kavramı, ‘Allah yazar ve kulda uygulamak zorunda kalır’ şeklindedir. Şahsın, Yukarıda zikredilen Fatalizm düşünce sistemi akımıyla ne denli benzer nitelikte hareket ettiğini -sanırım izaha gerek kalmaksızın- görmek mümkündür. Peki, gerçekten teorikteki bu mantalite, olduğu gibi eylemlerde de kendini gösterebiliyor mu? Pratikte, maalesef teorikteki kader anlayışı tamamen hükmünü yitiriyor. Çünkü teorikteki kader ilmi, yanlış ve sakat bir temelde olunca o ilmi hayata dökmek de bir hayli zorlaşır. Madem Allah’ın yazdığı kişiyle evlilik olmalıdır, o halde neden karşımıza çıkan insanları reddederiz? Madem Allah’ın yazdığı kişiyle evlilik haktır; neden ahlâkı şöyle olsun, fiziği böyle olsun, aileme uygun olsun, eğitim durumu şu potansiyelde olsun deniliyor?
Toplumda ekseriyetle egemen olan bir başka kader anlayışı da, ölümün Allah tarafından insan iradesinden bağımsız bir şekilde takdir edilmesi şeklindedir. Şöyle ki, öncesinde yakınlarından hiç kimsenin ölümüne şahit olmayan birisi -şahit olsa da- ölümün, Allah tarafından yazılmış bir ecelle tayin edildiğini savunur. Burada adeta insan iradesinin soyutlandığını da görmüş oluyoruz. O vakit, madem ölümün vuku’ bulmasında insan iradesinin hiçbir etkisinden söz edilmiyorsa; trafik kazasında hayatını kaybeden birisinin yakınları, trafik kazasına sebep olan şahısla ilgili neden suç duyurusunda veya linç girişiminde bulunuyor? Hâlbuki Fatalizm düşüncesine göre insanın hiçbir iradesi yoktur ve gerçekleşen olaylar hakim ve mutlak iradeye sahip yaratıcı tarafından meydana geliyor.
Zinaya bulaşma niyetinde olan bir insanın zina eyleminden Allah sorumlu tutulabilir mi? Hâlbuki Fatalizm akımına göre Allah, daha önce kaderi yazmış, kul da o yazılanı uygulamakla mükelleftir. Dolayısıyla bu durumda Allah, o şahıs için zina yapmayı daha önce takdir etmiş; o yüzden zina yapan da bu sebeple bu eylemi gerçekleştirmiş oluyor.
Bütün bu sorulara verilecek doğru cevabın olabilmesi için soruların beslendiği kaynağı çok iyi idrak etmek lazım. Bu sebeple bizler de vahiyden beslenmiş bir yaklaşımı uygun gördük.
Kader;  Kur’an’da ölçü, mizan, yasa, kanun, miktar, süreç gibi anlamları ihtiva eder. Kaza ise daha önce var olan olay ve olguların gerçekleşmesidir. Kader ve kaza terimlerinin tanımlanmasında kelam ekollerinin farklı görüşleri olsa da genel kabul görülen ve bizce de doğru olan tanım, yukarıda zikrettiğimiz ve Kur’an ruhuna uygun olanıdır. Daha çok kader olgusuna atıfta bulunacağımız için şimdiden kaza ile ilgili düşüncelerimizi burada noktalamış oluyoruz.
İfade edildiği üzere iman-itikad konularından olan kader ile ilgili çok farklı görüşler ortaya atılmış ve biz de bu görüşlerden Fatalizm akımına kısaca değindik. Ancak birazdan da açıklayacağımız üzere Allah’ın Kuran’da değindiği kader hakikati, hiçbir şekilde Fatalizm’in savunduğu nitelikte değildir. Yaratıcı, yaratılanlardan bağımsız bir yasa kurarak hiç kimseye üstesinden gelinemeyecek sorumluluklar yüklemez, çünkü yaratıcı buna ne ihtiyaç duyar ne de hâşâ adaletsizdir. Kâinatın efendisi olan Allah, bizlere sunduğu hakikatlerle adalet prensibini çok kez zikreder ve kullarına da adaletle yaşamalarını emreder.
Kader vakıasında iki tür irade vardır. Bunlar, tikel/cüz’i ve külli iradedir. Cüz’i irade alanında Allah’ın kudretiyle insan iradesi, külli irade alanında da Allah’ın hâkim ve mutlak iradesi vakidir. Fatalizm’in delil ileri sürdüğü ayetlerin ekseriyeti, külli iradeye işaret eden ayetlerdir. Daha önce zikredilen o ayetleri tekrar burada ele almak yerine, cüz’i ve külli iradenin genel mahiyetinden bahsedip ayetler ışığında birkaç somut örnekle konuyu toparlamaya gayret edeceğiz.
Külli irade kapsamında evrenin nasıl ve ne şekilde vücuda geldiği, evrendeki varlıkların yaratılması, bu var oluş aşamasında ne tür süreçlerin işlendiği;  ebeveynlerin veya ailenin seçilememesi/tercihe konu olmaması, ölüm saatinin bilinememesi veya bu saati tayin edilemiyor olması, insan vücudundaki hücrelerin beşer iradesi dâhilinde işlenememesi, kalp atışlarının belli bir yasa ve düzen sitemi içerisinde ritmik bir vaziyette olması gibi işleyişlerin, insan iradesi dışında varid olduğunu ilahi vahiyle bilmekteyiz. Cüz’i irade ise, kısaca insanın kendi yaşam alanı içerisindeki faaliyetleridir. Örneğin; kişinin hangi dine inanması gerektiği, hangi yemeği yemek istediği, kiminle evlilik akdi içerisine girmek istediği, ne tür elbiseler giymek istediği gibi alanlar, insan iradesiyle ilgili olup yapılan tercihler sonucunda da ceza veya mükâfat olayı gerçekleşmektedir.
Cüz’i iradenin var olduğu gerçeğine, şu ilahi mesajlar en iyi şekilde dikkat çekmiş olmaktadır:
“Ve Biz, her bir insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık. Nitekim onun önüne, amellerinin kayıtlı olduğu bir kitap çıkarırız. Diyeceğiz ki: ‘Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter!’ deriz.”(İsra, 13-14)
“İman edip iyi davranışlarda bulunanlar bilmelidirler ki biz, güzel iş yapanların ödülünü vermezlik etmeyiz.”(Kehf, 30)
“Her birinin yaptıklarıyla uyumlu bir derecesi bulunacaktır. Sonuçta onlar yaptıklarının karşılığını eksiksiz alacaklar ve kendilerine asla haksızlık edilmeyecektir.”(Ahkâf, 19)
“Kim iyi iş yaparsa yararı kendisinedir ve kim kötülük yaparsa zararı kendisinedir. Rabbin, kullara zulmedici değildir.(Fussilet, 46)
“Kendi uydurduklarını Allah’a isnat eden ya da O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim biri olabilir mi? Bu tipler için yazılanlardan onların payına düşen gelip onları bulacak: En sonunda canlarını almak için elçilerimiz geldiğinde, onlara ‘Nerede Allah’ı bırakıp da kendilerine yalvarıp yakardıklarınız?’ diye soracak. Onlar da ‘Bizi yüzüstü bıraktılar!’ cevabını vererek hakikati ısrarla inkâr etmeleri konusunda yine kendi aleyhlerine tanıklık edecek. (Ve Allah): ‘Sizden önce gelip geçmiş olan görünür görünmez iradeli varlık grupları arasına siz de katılarak ateşe girin!’ diyecek. Ateşe giren gruplar her seferinde diğer gruplara lanet edecek; öyle ki canların tümü birbiri ardınca oraya doluşunca sonrakiler önden gidenler için ‘Rabbimiz! İşte bizi yoldan çıkarak bunlar; bu yüzden onlara iki kat ateş azabı çektir!’ diyecek. (Allah): ‘Hepiniz iki kat azabı hak ettiniz, fakat bunun dahi farkında değilsiniz!’ diye cevap verecek. Bu kez öncekiler sonrakilere: ‘İşte gördünüz, sizin bizden bir farkınız yok. Öyleyse kendi işledikleriniz yüzünden tadın azabı!’ diyecekler.(A’raf, 37-39)
“Kim doğru yola yönelirse iyi bilsin ki o sadece kendi lehine yönelmiş olacak; kim de saparsa unutmasın ki o da yalnızca kendi aleyhine sapmış olacaktır. Zira hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu taşımaz. Üstelik Biz, bir elçi gönderinceye kadar asla hiçbir toplumu azaba sürüklememişizdir.”(İsra, 15; bkz: Mülk, 6-11)
“Onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah, dileyeni saptırır; dileyeni de doğru yola iletir.”(İbrahim, 4)
“Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet yapardı; fakat O, dileyeni saptırır, dileyeni de doğru yola iletir. Yaptıklarınızdan elbette sorgulanacaksınız.”(Nahl, 93)
Bu ilahi mesajlar bütününe bakıldığında Allah’ın, hiçbir surette baskıcı, otoriter bir hâkimiyet ile insanlara hükmetmediği çok rahatlıkla görülecektir. Üç madde halinde sorulan sorulara da bütün bu açıklamalardan sonra şu şekilde cevap vermek mümkündür:
Evlilik müessesi, tamamen insan tercihiyle meydana gelmektedir. Öyle ki insan, evleneceği kişiyi de kendi iradesi doğrultusunda belirler ve o şekilde bir akitte bulunur. Burada söz konusu insan tercihi olduğu için kişi, tercihte bulunma esnasında kriterler doğrultusunda reddetme-onaylama iradesine ve imkânına da sahiptir. Allah yazdı ve insan da o yazılana göre hareket edecek diye bir kaidenin aksine, insan tercihte bulunur ve eyleme geçirir. Allah da sonsuz ilmiyle bunu bildiği için yazar. Yani Allah yazdı diye insanlar yapmak zorundadır gibi bir anlayış yersiz ve mantık dışı olacaktır.
Ölüm, belli bir ecelle tayin olur. Elbette bu noktada yine Allah’ın takdiri söz konusudur. Lakin sebep-sonuç yasası gereği insanların ölmelerinde de çeşitli sebepler var olmuştur. Determinist bir yaklaşım içerisinde olmanın da doğru olamayacağı kanaatindeyiz. Çünkü bu ideolojiye göre nedensellik ilkesi kapsamında insan iradesi hiçbir müdahaleye vakıf değildir. Evren işleyişi kısmen de olsa determinist bir algı içerisinde olsa da, bunu genel yasalara yaymak kesinlikle hatalı bir çıkarım olmuş olacaktır. Nitekim nedensellik ilkesi içerisinde külli iradenin katında bir cüz’i irade de gerçekliğini korumaktadır. Şöyle ki, katil, isteseydi katil olma vasfına sahip olmayabilirdi. Fatalizm akımının bu husustaki tutumu reel bir geçekliğe tekabül etmez. Çünkü bu düşünceye göre katilin hiçbir suçu yoktur. O halde Cehennemin varlığı da bu görüş sonucunda gereksiz görülmelidir. Hâlbuki olaya, Kur’an perspektifinden hareketle yaklaşıldığında maktulün sorumlusu kesinlikle cezalandırılmalıdır.
Yüce Allah, zinanın çirkin bir iş olduğunu bildirdiği halde zinaya bulaşan kişinin Allah tarafından zorlandığını söylemek akıl dışı olmuş olacaktır. Çünkü Allah, asla vaadinden dönen bir varlık değildir. Burada da yine insan iradesi mevzu bahistir. Çünkü az önce de ifade edildiği gibi Cehennem ehli insanlar, kendi elleriyle böyle bir sonuca vardıklarını itiraf etmişlerdi.
Sonuç itibariyle kaderciliğin kesinlikle mantıki hiçbir geçerliliği yoktur. Ne yazık ki bu düşünceyle kandırılan birçok insan da yok değildir. O insanlar, her türlü çirkin eylemlere kurban edilmekte ve sonrasında da ‘Allah, böyle takdir etti’ gibi din adına çeşitli uydurmalarla kandırılmaktalar. Hayatımızın merkezinde vahiy olursa, hiçbir kimseyi üzüntü sarmaz. Günümüzde İslam ile muhatap olduğunu söyleyen birçok insan da maatteessüf bu konuda tam bir bilgi sahibi değildir. Kadercilik/Fatalizm anlayışı sonucunda “imtihanına sadık ol” gibi yalan-yanlış anlayışlarla aktif Müslümanlık da yavaş yavaş etkisini yitirmiş oluyor. Allah’ın bizden istediği ise uyanıklık ve vahyi hayatımızda yaşatmaktır.