Etnik Türkçü milliyetçiliğin çıkmazı

MHP 1 Kasım’da oylarının yüzde 30’unu kaybetti. Genel başkanlığa aday olması muhtemel isimler nabız yokluyor. Milliyetçi kesimi yakından tanıyan Dr. Mustafa Çalık milliyetçiliğin sorunlarını yazdı

VAN 30.11.2015 15:11:18 0
Etnik Türkçü milliyetçiliğin çıkmazı
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Dr. Mustafa Çalık / Al Jazeera

 

Klasik (etnik) Türkçü-milliyetçiler, gerek PKK kaynaklı ayrılıkçı Kürtçülüğe karşı, gerekse daha mutedil ve ‘tek bayrak, tek vatan ama iki farklı kimlikle birlikte yaşamak’ biçiminde özetlenebilecek, nisbeten daha mutedil Kürtçülüğe karşı, kamuoyu önündeki karşılaşmalarda pek de parlak bir görüntü vermiyorlar. Açıkça Kürt kimliği ile ortaya çıkmadan etnik kimlik tartışmalarında (‘ayrılıkçı’ veya ‘bütünlükçü’) Kürtçü tezlere ‘radikal demokrat’ sıfatıyla destek veren liberal ve solcularla girişilen tartışmalar da yine bu anlayışın tesirinden çıkamayan Türkçü unsurların aleyhine neticeleniyor.


Bu tartışmalarda dile getirilen ‘milliyetçi’ tezlerin savunulamayacak kadar zayıf olmasının temel sebebi, kendi içinde sergilediği açık bir tenakuzdur. Bu tenakuz, söz konusu milliyetçi anlayışın, genel anlamda ‘milliyet’, kendi fiiliyatımızdaki örneği ile ‘Türklük’ tanımından kaynaklanıyor. Soy ve dil gibi ilk akla gelen anlamıyla hafife alınması, reddedilmesi hem çok zor gözüken hem de şüphe ve şâibe doğurabilecek sempatik kavramlarla tanımlanan Türklüğün, millet ve milliyet kavramlarını, daha baştan ‘şecereci’ (geneolojik) bir çerçeveye hapsedeceği ve üstelik tarihî tecrübe ve halihazırda yaşanan toplumsal gerçeklik içinde böyle bir Türk (millet) ve Türklük (milliyet) anlayışının geçerli olmadığının bir türlü idrak edilemeyişi, kolay açıklanabilir bir zihnî kilitlenme değildir.

Söz konusu milliyetçilik anlayışının ‘soy’ ve ‘dil’i merkezine yerleştirdiği Türklük kavramını ve bu kavramlaştırmayı zora sokan her problematik durumu da mantık dışı karînelerle açıklama çabası tam bir fâsit daire halini almıştır; çünkü soy kavramına yapılan vurgu, ayrılıkçı unsurlar nezdinde ‘etnik menşe (köken)’, soy çerçevesinde vurgulanan dil kavramı da ‘ana dil’ terimiyle karşılanıyor. O zaman da karşı tez çok kolaylıkla şu tarzda şekilleniyor: “Bizim etnik menşe’miz farklı olduğuna göre ‘soy’ olarak Türklüğe dahil değiliz, ‘ana dil’imiz farklı olduğu için ‘dil’ olarak da Türklüğe dahil edilemeyiz.”

Öyle bir Türklük tanımından böyle bir “Türk olmamak” neticesini, sadece Kürt etnisitesinden gelenler değil, etnik ve yahut lengüistik farklılığının şuurunda olanlar kadar, bunu sübjektif bir şuur haline getirmese de hâfıza kaydında ‘nötr’ bir bilgi olarak barındıran başka herhangi bir unsur da rahatlıkla çıkartabilir.

'Yok' sayma tavrı

Etnik Türkçü söylemin en başta koyduğu ‘şecereci’ (geneolojik) sınırlamayı, ‘birlik ve bütünlük’ kaygıları veya ‘bölünmeme’ azmiyle bağdaştırabilme yolu olarak geriye, o bildiğimiz, ‘umutsuz çırpınış’ kalıyor: “Kürtler aslen (yani soyca, yani etnik olarak) Türktür, zaten Kürtçe diye bir dil de yoktur.” Etnik Türkçülüğün resmî ideolojiyle ittifak edebildiği belli başlı noktalardan biri bu ‘yok’ sayma tavrıdır.

Bu tavır istikametinde dile getirilen ‘umutsuz’ tezlere bu güne kadar itibar eden aklı başında bir Kürt de umut bağlayan aklı başında bir Türk de çıkmadı. Bilakis, bu ‘iyi niyetli’ naiflik, her fırsatı ganimet sayan şovenist ayrılıkçılar kadar aklı başındaki sade Kürtlere de çileden çıkarıcı bir red ve inkâr teşebbüsü olarak yansıdı.

Resmî ideoloji ve politikanın zaman zaman omurgasına eklenen, bazan kenarına ilişen, bazan da hedefi haline gelen, yani bir ölçüde onu oluşturan bir ölçüde de onun oluşturduğu klasik Türkçü milliyetçi aydınların, işlerin bu noktaya gelmesinden, az veya çok bir parçası oldukları devleti sorumlu tutmaları da ayrı bir garabettir. Hâlbuki, devletin yeterince milliyetçi olmadığı ve millî bir politika izlemediği yakınmalarında esasa ilişkin mantıklı bir tahlil, tenkid ve gerekçe bulmak zordur.


Tartıştığımız problematiğin nirengi noktası şu temel suâlin cevabında yatıyor: Türklük nedir?

Daha açık soralım: Türk soyu ve Türkçenin ana dili olarak belirleyici olmadığı bir Türklük tanımı sahih midir ve geçerli olabilir mi?

Bu sorunun cevabı, şöyle bir ‘karşı-soru’nun ardından belki daha kolay verilebilir: Tarihte kendine mahsus bir iz ve eser bırakmış, tarihin inşaında pay sahibi olmuş hangi millet, onları bugüne taşımış olsa dahî başlangıçtaki kaynak vasıflarından ibaret, onlarla mahdut bir benlik ve kimlikle kendini tanımlayabilir?

Uzun ve zengin tarihî tecrübe

Etnik menşe ve işaret ettiği soy bağı ve soydaşların ana dili olarak Türkçe, elbette ki Türklüğün başlangıç noktasıdır ve ona dahildir, ama Türklük buna indirgenemez; zira her millî varlık gibi Türk ve Türklük de başladığı yerde, yani tarih sahnesine çıktığı noktada donup kalmış değildir. Uzun ve zengin bir tarihî tecrübe yaşamıştır. Bu tarihi ve bu tarihin zengin tecrübesini yok sayıp onu ilk kaynağındaki ham vasıflarından kalkarak tanımlamaya çalışmak, onun bu mâcera içerisinde ürettiği değerleri de, gerçekleştirdiği beşerî ve medenî inkişafı da kaale almamaktır.

Bugün dünya yüzündeki hangi insan, iki bin yıl evvelki büyük dedelerinin ve büyük analarının konuştuğu dille ilkokuldan mezun olabilir?

Diğer yandan, çoğu zaman soy veya etnik menşe, bazan da soy veya etnisitelerin ana dili millî varlığın maddî-fizikî çekirdeğini teşkil ediyor; ama hiçbir ‘meyve’, hiçbir zaman ‘çekirdeğinden’ ibâret kalamıyor. Hangi çekirdekte meyvenin tadı, kokusu, rengi ve zenginliği mevcuttur ki, tarihin ve tarihî tecrübe içerisinde edinilen maddî ve manevî hasletlerin bir muhassalası olan ‘millet’ de çekirdeğindeki sınırlara hapsedilebilsin? Çekirdeğin hangi toprağa düştüğünden tutun da hangi iklimde ve hangi marifetlerle yetiştirildiğine kadar uzanan birçok değişkenin tesirinde meyveye dönüştüğünü göz ardı edebilir miyiz?

Millet kimliğinin, yani millî kimliğin, hadi daha da vurgulu biçimde söyleyelim Türk Millî Kimliğinin mâhiyetini, ancak millî tarihin tecrübesinden ve yaşayan ortak değerlerden kalkarak ortaya koyabiliriz. Bu mesele, herkesin kendi şahsî temâyül ve tercihlerine, indî (sübjektif) kıymet hükümlerine göre belirleyeceği “ideal tip”ler keşfetme gayreti ile ve mücerret (soyut) düşünce eksersizleriyle halledilemez. Millî Tarih ve yaşayan ortak değerler! Pusula da budur, analitik çerçeve de budur, “veri bankası” da budur; şâyet bu meseleleri ucuzlatmadan tartışacaksak!..

Bürokratik-otoriter usûllerle bir topluma veya millete “kimlik kartı” çıkarmaya yahut da eski ifâdemizle “hüviyet cüzdanı” hazırlamaya kalkmanın en başarısız örneklerinden biri olarak Kemalist resmî ideolojinin duvara nasıl tosladığını hep birlikte seyrettik.

“Kurucu irâde ve resmî ideoloji”nin başarısız ve maalesef “yüksek mâliyetli” tecrübesini başka bir yazıda ele alabiliriz.