Esad zulmünün 5. yılında bitmek bilmez ABD dansözlüğü

MERVE ŞEBNEM ORUÇ

VAN 19.03.2015 10:20:04 0
  Esad zulmünün 5. yılında bitmek bilmez ABD dansözlüğü
Tarih: 01.01.0001 00:00

Batı medyasında Türkiye konulu haberlere ilişkin bir süredir devam eden ‘bekle-gör’ sessizliğini geçen hafta New York Times bozdu ve bizim Erdoğan karşıtı lobinin keyfini yerine getiren bir başyazı yayınladı. Yazı alelade bir köşe yazısından hallice değildi ama başyazıydı sonuçta; yine de Türkiye hakkında yapılan delil getirilmeden ‘çamur at izi kalsın’ tadındaki Soğuk Savaş medyasını andıran habercilik,  artık alıştığımız bir şey olduğu için pek de garibimize gitmedi. 
Başlık ‘Türkiye NATO’dan kopuyor’ şeklinde atılmıştı ve özetle Türkiye’nin nasıl da Beyaz Saray ve Amerikan Kongresi’nin emireri gibi faaliyet göstermekten uzaklaştığı ve Amerikalıların bundan duydukları rahatsızlık anlatılıyordu. Her şeyden biraz katayım derken çorbaya dönmüş yazıda, Türkiye’nin hava savunma füze sistemi ihalesinde birinci tercihi olan Çin’i seçmesinden girilip, Rusya’yla yaptığı doğal gaz anlaşmasından çıkılıyordu.  Hatta Türkiye’nin Ukrayna meselesinde de Batı’yla aynı çizgide durmadığından dert yanılıyor ve bir klasik olarak Erdoğan’ın otoriterleştiğinden dem vurmayı da ihmal etmiyorlardı. TANAP’ın temelinin atılmasından kısa bir süre önce, Erdoğan önümüzdeki günlerde Ukrayna’ya bir ziyaret gerçekleştirmeyi planlıyorken, üstelik geçen ay dolan füze sistemi ihalesinde yeni bir resmi teklifin gelmemiş olmasına rağmen yazılan bu cümlelerin özeti aslında şuydu: ABD’nin sözünden çıktığın ve kendi menfaatlerini Batı’nın menfaatlerinden önde tuttuğun için hala otoritersin. Tüm bunların ABD’yi uzun süredir rahatsız ettiği muhakkak. Ama yazının ana ekseninde Suriye konulu bir mesaj olduğunu, diğer örneklerin yazıyı NATO çerçevesine almak için eklenen diğer katmanlar olduğunu görmek çok da zor değildi.

Türkiye’nin IŞİD’e karşı mücadelede ABD ile yeterince işbirliği yapmadığı iddialarının ardından gelen, Türk yönetiminin askeri üslerini açması ve askeri birliklerini destek için ortaya sürmesi gerektiği gibi emir tadında somut talepler aslında yazının amacını pekiştiriyordu. 
Malumunuz IŞİD’e katılan üç İngiliz kız hakkında İngiltere’nin kopardığı kıyamete Kanada damgasını vurdu. Türkiye’de göz altına alınan ve IŞİD koalisyonu ülkelerden biri olan Kanada istihbaratına çalıştığını kabul eden kişi, IŞİD’e adam (ya da ajan) taşıyordu. Türkiye uzun süredir yabancı savaşçılar konusunda kaynak ülkelerden gerekli istihbaratın zamanında gelmediğini dile getiriyor, bu istihbarat olmadan kimin Suriye’ye geçmek amacıyla Türkiye’ye giriş yaptığını bulmak zaten imkansız. Son olaydan da anlıyoruz ki, tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de Batılı ülkelerin IŞİD’in içine sızdırmaya çalışan ajanlarla da uğraşıyormuşuz. Sadece bu bile, Batı’nın IŞİD’i yok etmek amacını değil, aynı Afganistan’da Taliban’a daha önce yapmaya çalıştığı gibi, örgütü kontrol etmek gibi bir hedef güttüğünün bir işaretiyken New York Times’da utanmazca çıkan bu yazının devamında bir şeylerin geleceği muhakkaktı.

Beklenen şey gecikmedi.  John Kerry, başyazıdan iki gün sonra ABD Dışişleri Bakanı CBS’e verdiği röportajla ortalığı ayağa kaldırdı ve “Esad’la müzakere etmeliyiz” dedi. Anlaşılmayan şuydu, Cenevre toplantılarında masada zaten Esad rejimi de yok muydu ve rejim çözüm yolunu tıkama konusunda elinden geleni ardına koymamış mıydı? Esad’la ne görüşecekti Kerry? Çay-kahve mi içecekti? Kerry elbette ki blöf yapıyordu. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf’in ertesi gün Kerry’nin cümlelerine açıklama getirmesi, durumu toparlama ve yapılan hatayı anlayıp hasarı onarma çabası değildi aslında. Kerry’nin blöfünün rayından çıkıp gerçekmiş gibi algılanarak bazı kesimlerden olumlu tepki almasına bir engel getirme çabasıydı. Mesaj Türkiye’ye gitmeliydi, başkaları anlam çıkarmamalıydı. Nitekim Kerry’nin cümleleri, Esad tarafından alayla karışık, “Laf değil, aksiyon görmek istiyoruz” cevabını bulurken, Suriye konusunda Batı’nın genelinin aksine Rusya’ya birkaç adım daha yakın durmuş Almanya’dan bir destek gördü. Alman Dışişleri Bakanı Frank W. Steinmeier de içlerinde uzun süredir tuttukları yorumu paylaştı: Gerekirse Esad’la da görüşülmeli.
Suriye’de savaşın beşinci yılına girdik ve beş yıldan beri ABD tarafından iki ileri bir geri açıklamalar dışında hemen hemen hiçbir şey görmedik. Suriye muhalefetinin dostu olarak öne çıktılar ama dost kazığı nasıl atılır onu göstermekten başka bir şey yapmadılar. Bölgedeki müttefiklerini boş laflarla oyalayıp, NATO müttefiki Türkiye’de başka hesaplara girmelerinin yanısıra, bir de Suriye’deki savaşın belki de Esad’dan daha fazla sorumlusu olan İran’la nükleer flörtüne başladılar. Üstelik bu flörte, ‘kırmızı çizgimiz kimyasal silah kullanılması’ safsatalarının üstüne, Suriye rejimi kimyasal silah kullandıktan hemen sonra gerçekleştirdikleri şovun ardısıra başladılar.

Dört yıldan beri Suriye’de hata üstüne hata yapmaya devam eden ABD, nihayet mücadele etmeye karar verdiğinde Suriye maliyetini en başında eylem alınsaydı doğacak senaryoya göre maddi ve manevi üçe katlamakla kalmadı. Aynı zamanda hedefine Esad rejimini değil de IŞİD’i koymakla bize inanmayı seçeceğimiz iki opsiyon bırakmayı başardı. Ya gerçekten gelmiş geçmiş en ahmak Amerikan hükümeti ile karşı karşıyaydık, ya da tüm bunlar müthiş bir planın parçasıydı. Obama yönetimi, “Esad’la olmaz, Esad gitmeli” dediği günlerde ortada IŞİD diye bir belanın adı bile yoktu ve bugün o bela Libya’dan Nijerya’ya, Afganistan’dan Avrupa’ya yayılmakla meşgul.

Eğit-donat anlaşmasının imzalanmasının kısa bir süre sonrasında, başlaması beklenirken yumurtlanan bu cümlelerin, yazılan başyazılardan ve sarf edilen laflardan anlamamız gereken Suriye konusunda her ne kadar anlaşma imzalanmış olsa da detaylarda farklı görüşler olduğu. Artık Amerikan yönetimi, “Önce IŞİD’le savaş, sonra Esad’la” mı diyor yoksa eğitilecek ve silahlandırılacak grupların kimler olacağı hususunda mı tartışma yürüyor bilinmez. Ama özetle, ABD huyundan vazgeçmiyor. Ve Türkiye’yi bir kez daha, Esad rejimiyle tehdit ediyor.