Emine K. Arslaner

Gelin, Avrupalı Kralların Haremini Dizi Yapalım

VAN 3.12.2012 13:01:55 0
Emine K. Arslaner
Tarih: 01.01.0001 00:00

Osmanlı padişahları bugün yaşasalardı başarılı olurlar mıydı?

Soruya soruyla cevap verirsek:

% 50‘ lik seçmen kitlesi Başbakan Tayyip Erdoğan'ın oğluna aynı şansı tanır mı?

Peki, günümüzde 22 yaşında genç bir delikanlı Başbakan olabilir mi?

Medeniyetler de tıpkı insanlar gibi doğarlar, büyürler ve ölürler. Her medeniyetin kendine has bir kültürel derinliği, adalet sistemi ve tabi, ahlak anlayışı vardır. Ahlak durağan değildir, değişen zaman ve şartlara göre o da değişir. Değişiyor olması geliştiği anlamına gelmez. Yani, Osmanlı’nın bizden daha gelişmiş bir ahlak anlayışına sahip olduğunu ileri süremeyeceğimiz gibi, bizden daha geri olduğunu da iddia edemeyiz. Nitekim, iktidarın babadan oğula geçtiği bir sistemi çağdaş etik kabullenmez. Aynı kafa yapısına göre çok genç yaşlarda birinin bir ülkenin yönetimine getirilmesi de tutarlı değildir. Oysa İstanbul’un fatih’i Fatih Sultan Mehmet değildir. Sultan ikinci Murat’tır. Genç yaştaki oğluna, yani gençlere güvenerek tahtını ona teslim ettiği için…

İşte bu yüzden ‚tarih‘ güncel ahlaki kriterler referans alınarak okunmaz. Eğer tarihi çağdaş etiğin vetirelerine göre okumaya kalkarsak ifrata sapar, ceddimize ya lanetler yağdırırız veya perestişkarlık yaparız. Bu da bizi aşağılık kompleksi veya faşizme varan mütekebbirlik gibi duygusal sapmalara sevkeder. Sonuçta, ceddini inkar eden kompleksli nesillerle, ceddini yücelterek onları yeniden canlandırmanın hayallerini kuran başka bir neslin çarpışması kaçınılmaz olur. Tarihi şahsiyetlere yaşadıkları çağın evrensel doğruları ve yanlışları göz önünde bulundurularak yaklaşılır. Böyle yaklaşıldığı takdirde Osmanlı‘nın bize ters düşen tarafları yeni bir boyut kazanır.

Konuya, en fazla tartışılan ‚harem‘ meselesini örnekleyerek açıklık getirelim.

Eğer Osmanlı’nın yedi düvele meydan ve ferman okuduğu çağlardaki kadının konumunu doğru tayin etmezsek yapacağımız her yorum eksik kalacak, önyargıdan veya tarafgirlikten nasibini alacaktır. Bunun için de Osmanlı zamanındaki diğer medeniyetlerin ve kültürlerin kadına nasıl yaklaştığını bilmemiz gerekiyor.

Osmanlı’da harem kültürü en pırıltılı çağlarını yaşarken –örneğin- Avrupa saraylarında durum nasıldı?    

Osmanlı İmparatorlarının Haremlerini, aynı çağlarda Avrupa’da „metreslik müessesi“ ikame ediyordu. Hayır, çağımızda kullanılan şekliyle, yani illegal bir ilişki biçiminden bahsetmiyorum.    Metreslik Avrupa tarihinde günümüzde algılandığı şekliyle yaşanmamış, yani yadırganmamış, kabul görmüştür*.

Kimdi bu metresler?

Yoksul halkın güzel kızları veya -harem olayında olduğu gibi- esir kızlar… “Metres” Ortaçağ Avrupa‘sında kralın ve soylu erkeklerin toplum tarafından bilinen ve eşleri tarafından kabul gören sevgililerine verilen bir sıfattı. Harem’deki kadınlardan farklı olarak bir valide sultan, yani kraliçe olma imkanları yoktu. Metreslerden doğan çocuklar da kral veya kraliçe olamazlardı. Bir başka enteresan ayrıntı: metresler bir başkasıyla evli olabilirlerdi.

“Die Zeit” gazetesinde Karl N. Nicolnus imzasıyla yayınlanan bir makalede, Ortaçağ'da metresliğe kabul edilen bir kadının, günümüzde olağanüstü bir filimde başrole seçilen bir genç kızla aynı heyecanı paylaştığını ve benzer duygular içinde kutlamaları kabul ettiğini yazıyor. Madame de Montespan'dan örnek verilen yazıda; Madame de Montespan'ın Fransa kralı Ludwigs XIV. 'nin resmi metresi olarak kaydedilmesi üzerine, yasal eşinin babası, yani kayınpederi tarafından nasıl çoşkuyla kutlandığı anlatılıyor. Kayınpeder gelinine yazdığı mektupta duygularını şu cümlelerle dile getiriyor; Tanrı kutsasın; bu, ‚kutlu talih‘in evimizden içeri adım attığının işaretidir.

Fransa kralı Ludwigs XIV.'nin 13 tane kayıtlı metresi vardı. Kayıtlı olmayanlardan haberdar olamıyoruz tabi.

İngiltere kralı Heinrich VIII. iki kız kardeşi metres tutar. Tarih kitapları kralın bu kızlardan birini saray entrikaları sonucu idam ettirdiğini yazıyor.

Kaç tane metresi olduğu tam olarak bilinmeyen Saksonya Polonya kralı August der Starke'nin öldüğünde arkasında 350 çocuk bıraktığı söyleniyor.

Bütün bu örneklerden hareketle Osmanlı’daki ‚harem‘ kültürünü savunduğum anlaşılmasın. Harem, ataerkil tahakkümün tarihteki izdüşümlerinden biridir. Bununla birlikte, hiçkimse bu tahakkümün sadece Osmanlı’ya has olduğu intibaını yaratmasın.

Osmanlı’dan daha eskiye gidip eski Türkler’deki ve daha eski Anadolu medeniyetlerindeki kadının konumunu mercek altına alma zahmetinde bulunursak bu tahakkümün nerede doğduğunu ve bize nereden sirayet ettiğini de anlarız. Avrupa Helen’den itibaren ataerkildir. Anadolu’da ataerkil akıl ise truva atlarıyla (Truva savaşı) içimize yerleştirilir ve fetihlerle güç kazanır. Belki de sadece bu nedenden dolayı Osmanlı’da anaya hürmet hassasiyeti -gayri ihtiyari de olsa- korunmuş ve günümüze kadar şuur altlarını işgal etmeye devam etmiştir.  

İşgal demişken, şimdi birileri çağdaş etiğin telkinleriyle ‚fetih‘ mefhumunu hatırlatıp ‚işgal‘ mantığından dem vurabilir. Osmanlı işgal ediyordu da, aynı çağlarda Avrupa çiçek mi topluyordu? Haçlı seferleriyle yapılmak istenen neydi sahi? Arada büyük bir fark var tabi. Osmanlı hizmet götürüyordu, Avrupa ise talan peşindeydi. İşte bu durumu günümüzün ahlak anlayışı ile değerlendirmeye tabi tutabiliriz belki. Zira Batı hala talan peşinde… Irak’ta, Afganistan’da olduğu gibi.

Son tahlilde, belkide kendi haremimizi bir kenara bırakıp Avrupa’lının haremine eğilirsek, onların dizilerini çekersek daha işe yarar, en azından ‚farklı‘ birşey yapmış oluruz. Zira bizim haremimizi Avrupalı çok iyi tanıyor. Nitekim bizim dizilerimizdeki bakış açısı da son derece oryantalist, yani Avrupalı değil mi? Avrupalı’nın haremini ise hiçkimse tanımıyor…

Oryantalistlikten bıkmadık mı? Biraz da oksidentalist olalım. Ne dersiniz?

*Herhangi bir arama motorunun dil seçeneklerinden Almanca'yı seçip Almanca „Mätresse“ yazdığınız zaman, tarihi roman tanıtımları veya tarih siteleriyle karşılaşırsınız. Aynı şekilde türkçe dil seçeneğini seçip “metres” yazdığınız takdirde ise karşınıza bol miktarda magazin sitesi çıkacaktır. Kimin kimi “metres” tuttuğunu anlatan paparazi siteleri, Avrupa'nın nasıl karanlığını bize devrederek aydınlığa çıktığına verilebilecek en manidar örneklerdendir. “Abendland” (Karanlık topraklar, Avrupa), “Morgenland” (aydınlık topraklar, Asya)'dan ışığı böyle çalmış olmalı; tarihteki günahlarını anlatan kirli kelimeleri, aydınlık ülkelerin lugatına dercedip unutturarak.

Nitekim Avrupa'da 'metres' kelimesi yavaş yavaş tarihi bir kavram olarak arşivlere kaldırılırken yerini; geliebte (dost), liebhaberin (sevgili), favoritin (gözde) gibi daha ılımlı, daha sevimli sözcüklere terketmiştir. Bize gelince.. Avrupa’nın çöpe yolladığını biz alıp kullanmaya devam ederiz ancak Avrupa’daki tarihi karşılığıyla değil tabi. Aksi halde kullanmamıza hiç müsade edilir mi?