Eleştirdiğin Düzene Hoş Geldin Apo!

'Hoş geldin meşrulaşan şiddet.'

VAN 23.03.2013 10:56:03 0
Eleştirdiğin Düzene Hoş Geldin Apo!
Tarih: 01.01.0001 00:00

Dün, 2013 newrozu; Öcalan’ın tarifi ile “yeni bir dönemin miladı.”

Bu milad, bundan böyle yepyeni bir anlam taşıyacak: Öcalan’ın devletçi Neoliberal—yine kendi sözü ile “kaptialist modernite”—saflarına katıldığı gün olarak tarihe geçecek.

Cengiz Çandar’ın da yazdığı gibi, Abdullah Öcalan ve PKK meşrulaştı. Çünkü devletin meşru olarak kabul ettiği söylemi kabul edip kullanmaya başladılar.

Barış için atılan en önemli adımlardan biri olarak gösterilen Öcalan’ın metni, aslında Türkiye’deki insan hakları mücadelesinin yaşadığı en büyük trajedilerden biri.

Bu trajedinin üç temel boyutu var:

Birincisi: Erdoğan’ın şiddeti meşrulaştıran bir hareketi diyalog noktası olarak seçmesi. Bunun sonucunda Öcalan ve PKK’ya ses vererek BDP’yi ve şiddeti dışlayan Kürt hareketini muhattap almaması. Sorduğumuz soru gayet basit: uzlaşma kanla mı gelmek zorunda? Yakın geçmişte “PKK Kürt vatandaşlarımı temsil etmez” diyen Erdoğan’ın şiddeti ve şiddete dayalı çözümü barışa giden bir yol olarak göstermesi sebebi ile, Öcalan’ın konuşması büyük bir trajedi.

İkincisi: Öcalan’ın konuşmasında öne çıkan İslam’ın birleştirici unsuru, neo-Osmanlı ütopyasına yapılan coğrafi atıflar, ve “modernist paradigmanın yok olduğu” gibi bir zafer bayrağının neoliberalizmin zirvesinde çekmeye çalışarak komik duruma düşmesi. Neoliberalizm, Türkiye’de Özal’ın öne çıkardığı, 80 sonrası  özelleştirmenin, serbest piyasanın ve hükümetin ekonomik kontrolünün zayıflamasını savunan bir görüş. Özal bunu Türkiye’nin devletçi geçmişine tepki olarak yapmaya çalışmıştı. Fakat AKP, neoliberalizmi, 80 öncesi devletçi gelenek ile birleştirerek yeni bir devletçilik anlayışı ortaya attı ve neoliberal devletçi gibi bir paradoksu bünyesinde birleştirdi. Bu çelişkili birleşmenin yaşadığımız sorunlara yakından etkisi var. Çünkü, Avrupa’da 60’lardan sonra hortlayan, 80’lerden sonra ise büyük ivme kazanan neofaşist söylemin neoliberalizm ile ne kadar iç içe olduğunu Öcalan bilmiyor olabilir. Fakat, neoliberalizme karşı bir mücadele yürütmeden, modernist paradigmanın bittiğini söylemek başlı başına bir trajedi.

Bununla beraber, AKP’nin peşinden koştuğu, Öcalan’ın da metninde desteklediği Osmanlı hangi Osmanlı? Osmanlı “İmparatorluğu” mu? Yoksa sınırlarını korumaya çalışan Osmanlı mı? AKP’nin söylemine, özellikle Davutoğlu’nun mirası olan sıfır sorun siyasetine bakacak olursak, AKP’nin aradığı bir “neo-lale devri” arayışı var. Yeni bir altın çağa susamışlık, yeni bir herşeyin yolunda olduğu devire özlem söz konusu. Fakat bu durağanlığın diğer ayağı, herkesin sessiz olmasına dayanıyor. Sorgulayanlara nefes aldırılmıyor. AKP’nin İslam temelli neo-Osmanlı ve neo-lale devri emperyalist rüyası etrafında dönen söylemini, Öcalan’ın metninde de bolca görüyoruz. Bu da, ne yazık ki, ciddi bir trajedi.

Üçüncüsü: Kürt hareketinin, Türkiye’de daha geniş bir insan hakları hareketine dönüşme potansiyeli, şiddeti meşrulaştırarak ve neoliberal düzene teslim olarak ortadan kalktı. Kürt hareketinin şiddeti reddeden ve siyaseti destekleyen boyutunun, Bloch’un deyimi ile “somut ütopya” şansı vardı. Çünkü bu harket, kendisini tarihsel gerçeklikler içerisinde konumlandırmış, kollektif bir temelde yankı bulabilme potansiyeline sahip bir hareketti. Fakat bu yaşanılanlardan sonra bu somut ütopya potansiyeli kendisini, yine Bloch’un sözü ile, “soyut ütopyaya” bıraktı. Çünkü, eleştirel dilden arınan bir ütopik hareket, basit bir iyimserlikten, boş bir optimizmden ileri gidemez. Çünkü ne tutuklu gazetecilere, ne KCK üyelerine, ne de öğrencilere dair bir kelimenin dahi olmadığı bir özgürlük çağrısını ne kadar ciddiye alabiliriz? Siyasi Kürt hareketinin ve olası bir insan hakları hareketinin de böylelikle boşa çıkarılmış olması da bu trajedinin üçüncü boyutu. 

Bununla beraber, barışın niteliği hakkında tek bir söz söylenmediğinin, sorgulanmadığının veya tartışılmadığının farkında mısınız?

Nasıl barış, kimin barışı gibi soruların sorulmaması dikkatinizi çekti mi?

Yarın uyandığımızda, aradan 1 hafta, 1 ay, 1 yıl geçtiğinde nasıl değişiklikler göreceğiz?

Kürt hareketinin, bağlı olduğu tarihsel mücadele içinde ve hitap ettiği gerek Kürtlerin, gerekse Türklerin nezdinde somut bir ütopyaya dönüşmesine dair sahip olduğu potansiyelin, içine girdiğimiz fakat ne olduğunu bir türlü bilmediğimiz “barış” süreci ile süistimal edildiğini görüyoruz.

Daha ne olduğunu tartışmadığımız bir barışı kabul etmenin toplumsal olarak ne kadar sağlıklı olduğunu önümüzdeki aylar ve yıllar gösterecek. Şurası bir gerçek: şiddetin toplumsal, kültürel, ve yapısal boyutları ortadan kalkmadan elde edilen barış kırılgan olmakla beraber, biz kimliğini tek kimlik olarak dayatmaya devam edecek.

Hoşgeldin meşrulaşan şiddet.

Eleştirdiğin düzene hoşgeldin Apo.

blog.radikal