el-ALAQ VAHYİ'NİN QIRAATI

Ulumul-Hikme

VAN 14.04.2013 20:17:29 0
el-ALAQ VAHYİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 
el-ALAQ VAHYİ'NİN QIRAATI
Ulumul-Hikme
Giriş
Bütün tefsir kaynakları surenin iki bölüm halinde vahyedildiğini naklederler. Qur'an'ın ilk nazil olan ayetlerinin bu surenin başında yer alan beş ayet olduğu kanaati yaygındır. Bu nedenle sure bütün nüzul sıralaması listelerinde birinci sırada yer alır. Yine bu kaynaklarda Nur dağı, Hira mağarası'nda Muhammed a. ile Melek Cebrail arasında geçen konuşmaları bulursunuz. Yine yaygın kanaate göre bu olaydan sonra Vahy bir süre kesilmiştir.
İsa a.'dan takriben altıyüz yıl sonra nazil olmaya başlayan son vahyin ilk ayetleri, Rasul'e kırk yaşında bir Ramazan ayı içerisinde bir gece vakti gelmeye başladı.
Surenin ikinci bölümü, Tevhidî vahyin Mekke'nin gündemine iyice yerleştiği bir zaman diliminde, gizli davet dönemi ardından açık davet döneminde indi. İkinci kısım 9-16 ayetleri arası olup Ebu Cehil hakkında indiğini söyleyenler de vardır. Bu iki bölüm arasında başta Qalem, Müzzemmil, Müddessir, Fatiha gibi erken dönem sureleri olmak üzere bir çok vahyin gelmiş olduğu anlaşılıyor. Tarihî şehadetler bir yana surenin muhtevasından da bu II. Bölümün I. Bölüm'den hemen sonra vahyedilmemiş olduğu seziliyor. Bu bölümün nuzulüne zemin hazırlayan meşhur hadisenin Ebu Cehl olarak bilinen Mekke'li müşrik önderlerden birinin, Peygamber'i Kabe meydanında namaz kılmaktan menetmesi olduğu nakledilir.
Rasul bu surede olduğu gibi ayrı zamanlarda inen ayetleri bir surede bir araya getiriyordu. Son inen ayetlerden olan 5/el-Maide 3, 2/el-Baqara 281 de de durum böyle olmuştur. 2/el-Baqara ayeti, kendisinden oldukça önce inen ayetlerin yanına yerleştirildi.
l. Bölüm
1. Rabb'in İsmi ile Okuma:
"Kitap nedir, iman nedir bilmeyen" biri, gayb dünyası hakkında bilgilendirilmekte, bilgilenmek ve bilgilendirmek için de okumaya çağrılmaktadır. Burada okumadan kasdedilen Qur'an'ı okumak olduğu ve bu okumanın da bilmek-bildirmek anlamına kullanıldığına dikkat edilmelidir. ez-Zühri rivayetiRasul'un Cibril'den işittiği 'oku' emrine "ben okuma bilmem" diye mukabele ettiğini aktarır. Okumanın Rabbin adıyla yapılması, tarihsel okuyucuya çeşitli ilhamlar verir. Bu tebliğ, Rasul'un namına değil, Allah adına sunulacaktır. Oku buyruğunun iki kez yinelenmesi üzerinde de düşünülmüştür.
2. Rububiyet bilinci:
Niçin Allah'ın adıyla değil de Rububiyet sıfatına vurgu yaparak Rabb'inin adıyla oku, denilir? Korku içindeki Elçi'ye seslenen yabancı biri değil, O'nu alaqtan alıp bu ana kadar eğitendir. O halde güven içinde olduğunu farketmeli, eğitiminin sürdürüleceğini hissetmelidir. er-Razi'nin dediği gibi bu yaşa kadar O'nu zayi etmeyen bundan sonra da terketmeyecektir.
O halde tenvirin elçileri Rububiyet bilincini sağlıklı olarak idrak ettikten sonra toplumlarına onu öğretmekle işe başlayacaklardır. Rububiyet'in idraki taati doğuracaktır. Yabancı bir Rabb değil, senin Rabb'in ey Okuyucu! Okuduğun makamın doğru yansıtıcısı ol ki Rabb'ın seni kendine ubudiyet izafeti ile ansın.
3. Yaratılma bilinci:
1.ayette yaratılmadan genel anlamda söz edilirken, mükeakip ayetler O'nu özel bir alanda, insanın yaratılışında özelleştirir.
İnsanın hatırlayabildiği mazisi 2-3 yaşının gerisine uzanmaz. Onu izleyen yıllarda hafızasında ancak silik bir kaç hatıradan ibarettir. Anne baba ve kardeşlerinin kimliklerini bile, onların ve çevresinin şehadeti ile öğrenir.
Anne ya da babalık misyonu bir çocuğun dünyaya gelme sürecini ona daha bir yakından tanıma imkanı sunar. Kadın kendi rahminde, erkek eşinin vucudunda aylarca süren fizyolojik hadiselerin tanığı olur. Bu aynı zamanda kendisinin de dünyaya geliş sürecidir. Rasul'e vahyedilen ilk ayetler, insana "Yaratılma bilincini" aşılayarak kimi temel hatırlatmalara girmeyi amaçlar. Değersiz bir sudan (alaq) başlayıp Allah'a karşı böbürlenme haddine dek uzanabilen trajik bir çizgi.. Rububiyeti kavramak için yaratılmışlığı derinden idrak etmek bir başlangıç noktasıdır. Bulduğu bir mahluku'nun eğitmeni değil, bizzat kendisinin yarattığı senin (merbub) un Rabbi. Bu O'nun Rabb oluşunun delilidir. Kelamcılar bu fıtri cevabı tarihte Dehriyyun için formülleştirdiler.
Yaratan Rabb'inin, insanı alaqtan yaratması.. Bu cümlede yarattıkları içinde insana özel bir önem verildiğini göstermenin yanında, yegane yaratıcılığın O'na ait olduğu mülhemdir.
4. Keremiyet:
Allah Kerim'dir, Kerimler kerimidir. Nihayetsiz ikram sahibidir. Rab olmak, kerim olmayı gerektirir. Çünkü kerim oluş, mükemmelliği belirtir, maddî ya da manevî bir bedeli olmaksızın sunmayı.. Bunu ancak Rabb'ın yapabilir, böyle olmayanın, Rabbıkta mükemmeliyeti bir karşılığa bağlı olacağından muhaldir. Yaratılma sürecinin yakın tanığı olan insan için salt bu olay bile keremiyetin muhteşem bir anıtıdır. Siyer materyalinde ve tanıştırğınız tefsirlerde Ebu Cehl'in bu ayetleri diline dolayarak "Benden daha kerim olan kimmiş " dediği nakledilir. O'nun keremiyeti Müslümanlardan niçin kesildi? Bu sözün kendisi bile kerimliğinin, kerim denilme isteğinden doğduğunu göstermez mi? Oysa onun Rabbı ile inatlaşmasına rağmen, Rabb'ının ikramı O'nun üzerinde uzun yıllar eksilmeden sürdü?
Bu olay kalkış noktası edinilerek insandaki "kendini bir şey yapıyor olma psikozu'' üzerinde ayrıca durulabilir. Kabilesinin şerefini, itibarını atalarının geleneğini canlı tutmak için hacıları ağırlamalarını, onlara ziyafet vermelerini, keremliğinin ölçütü olarak sunan Ebu Cehl ve benzeri anlayış sahiplerine Qur'an Akabeyi (sarp yokuş) aşma çağrısında bulunur . Toplum da kölelik sürmekte iken, insanların boyunları bağlı iken , Maun (temel ihtiyaçlar) ı karşılamak için seferberlik yapılmıyorken, yoksul yedirilmiyorken , sırf tefahür için yapılan iyilikler nasıl keremlik olabilir. Qur'an'ın Çağdaş Okur'u uluslararası deklere edilen onca insancıl beyannamelere rağmen Batı Medeniyeti'nin keremlikten nasıl kaçtığını, sömürüyü nasıl kamufle ettiğini görebilmelidir. Qur'an'ın Batı-Avrupalı Okur'u bu çifte standartı düşürme sorumluluğunu hatırlamalı, bu maskenin düşürülmesi için mücadele etmelidir.
Keremiyet ile okumak arasında itribat kuran okurlar daha başka korelasyonlara da ulaşırlar.
5. Rabbin Öğreticiliği:
Öğretimde qalem'e temas edilmesi, yazı ile ilahi bildirilerin kuşaklar boyu okuruna sunulmasını sağlamıştır. İnsanın Allah'ın ilminden ancak dilediği kadarını bilebildiği bir gerçektir. Onu bir alaka'dan ancak bilgi kemale erdirecektir. Yaratma ile başlayan ekrem Rububiyet, öğretme ile tamamlanır. Öğrenen insan başlangıcı üzerinde düşünebilir. Sana bu imkanı sunması da O'nun ekremiyetinden.. Alaq'tan yaratılma ile qalemle öğretilme arasındaki bu ilgi, ilgisizlik gibi görünen iki şey arasındaki ilgi, Qur'an'ın bir çok ayetinde de karşımıza çıkar. Rabbin tükenmeyen ilhamı ayetlerinde iç içe geçmiş anlam alanlarını çözmek için çabalayanlara açılır.
Oku emri gibi, öğretme eylemi de iki kez tekrar edilir. 4 ve 5 ayetleri arasında atıf vavı olmaması nedeniyle, 2.nin birincinin açıklaması olduğunu düşünür er-Razi.
II. Bölüm
6. İstiğna ve Tuğyan:
Hayır!
Kendini yeterli gören insan düşünsel anlamda başkalarına karşı bütün kapıları kapamış demektir. Toplumdaki bu marazî taplonun mümessilleri, vahye karşı sürekli olarak kulaklarını tıkayacaklardır. Bu, kendilerini tüm insanların içinde bulunduğu kulluk dairesinin dışında tutma (istikbar), ubudiyetten kaçınma temayülleridir. Qur'an bu olaya tuğyan adını verir. Tuğyan, istiğnanın eylemsel boyutudur, doğal sonucudur. Qur'an'da gerek kavramsal, gerekse öyküsel (Esatiru'l-evvelin anlamında değil Ahsenu'l-Kasas anlamında) tuğyan ve istiğna davranışları sergilenmektedir. Batı Medeniyeti'nin son ikiyüzyıl içinde bulunduğu istiğna kompleksi sonucu doğan tuğyan ( emperyalizm) konusu üzerinde düşünülerek suresin okunması, çoğu şeyleri dahi iyi kavramamıza yardımcı olacaktır.
İstiğna'nın zenginlik olarak tefsiri, erken dönemlere kadar uzanır. Genelde müstağni portlerin dünden bu düne çoğunlukla eğniya arasında görülmesine karşın surenin bağlamı ve anlamın genelliğine uygun düşmemektedir.
Tağa fiili 79/en-Naziat 17 de Musa'nın Fir'avun'a gönderilme nedeni zikredilirken geçer. 'Çünkü o azdı.' Bu Fir'avun'un tebliğ'den önceki durumunun tasviridir. Kendini müstağni gören insanı anlatan el-Alaq suresinde fiil lam harfi ile pekiştirilir. Bu ifade daha şiddetlidir.
İstiğna ve Tuğyan, Rabb'ın huzuruna döeneceğini bilen bir bireyde yeşeremez.
8.Ayet dönüş (Rucu) kelimesi ile Ahiret temasına ilk atıfta bulunmuş olur. Bu daha sonra işlenerek geliştirilecektir. er-Razi bu dönüşle dünyada kişinin eski haline dönüşünün de kasdedilmiş olabileceğine dikkat çeker. Ahiret inancı olmayanlar içinde irşad edici bir cümledir bu. İnsan varlıktan yokluğa, sıhhatten, hastalığa duçar olanları toplumda müşahede etmektedir hep. Bütün bunlar elinde olan Rabb'ın insanın akıbeti hakkında hazırladığı süprizlere karşı bu anlamsız güven neden?
7. Hayat Manzaraları:
İstiğna ile tuğyan etmek karakterlerinde olan insanların toplum içinde örneklerinin sunulması ile Rabbin mürebbiliği sürdü. Qur'an hayattan seçtiği canlı örnekler ya da darbı mesellerle konuyu işleme uslubuna ilk surede giriş yapar.
'Gördün mü sen' taaccub uslubu bu nedenle surede üç kez tekrarlanır. Bu manzarayı hem mü'minler seyretmektedir, hem münkirler. Bu nedenle ikinci tekrardaki muhatabın kafirler olduğunu düşünenler de vardır.
'Hikmet'in Babası' künyesi ile maruf olan birinde istiğna, ne tuğyanlara yelken açtırıyor bir bak? Belki Rasul O'nun da bir gün arınacağını umuyordu, belki bu birçoklarının da kararlarını değiştirmesini doğurabilirdi.
8. Salatı Yaşamak:
Sözlük anlamı ile "dua ve bereket" demek olan salatın Mekke'de uzun bir geçmişi olduğu biliniyor. "Onların Beyt yanındaki namazları da, ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. O halde inkarınızdan dolayı tadın azabı.".
Qur'an, namazın sadece şekli yapısını değil, ondan çok daha önemli olarak içeriğini tamamen değiştirdi. Onu salt bir tapınma biçiminden çıkarıp kulluk bilinci ve misyonu ile kişiyi yükleyen bir eğitim saatleri haline büründürdü. Bu yeni biçimi ile namaz Beyt'in yanında kılınmak istendiğinde korkunç bir muhalefetle karşılaşıldı. Ayette sözü edilen kulun nuzul ortamında Rasul olduğu anlaşılıyor. Rasul için vahyin kullandığı ilk sıfat abd oluyor. Huluku'l-Azim olan birine biçilen makam: Kul. Kulluktan istiğna eden insana, Rasul'den kul diye bahsederek, kul oluşun ne muazzam bir makam olduğunu ihsas ettirmesi ne muazzam bir uslub. Vayhin uslubu burada 'sen' uslubundan, üçüncü şahıs kipiyle anlatıma geçer. Bu menedilişten diğer inanırların da, özellikle zayıf kimselerin de madur olacakları açıktır. Namaz kılmaya mani oluşu zemm eden bu ifadeler, ilgisi olmadığı kontekslerde bile inanırları ayetin kapsamına girmekten kaçınma titizliliğine ulaştıracaktır. Hatta onun cüzlerinden birini bile.. Dindarlığı kötüye kullananlar kuşkusuz bu uyarının dışındadır.
Mekke'de Rasul'ün salattan menedilmesi olayından kalkışla toplumsal hayatımızdaki salatın engellenmesi olaylarına köprüler kurabilmelisiniz. Salat'tan Rasul niçin alıkonulmak istendiğini kavramamız Batı-Avrupa'da salatın yaşanmasında karşılaşılan zorlukların arka planın da yatan sebebleri anlamamıza yardımcı olabilir. Salat'ın menedilmesi olayı ile Batı Avrupa'da ki "din Özgürlüğü" söyleminin sahtekar yüzünü sergileyebiliriz. Bugünün Okuru için kul, kendisi ve mazlum çağdaş okurlar'dır.
9. Hidayet/ Taqwa:
Mekkeliler için tek çıkar yol Peygamber'in çağrısına kulak vermektir. Bu çağrı uluhiyetin bilincine varmayı öğütlemektedir (taqwa). İnsanlara taqva salık veriliyorsa, insanlar muttaqiler haline dönüştürülebiliyorsa toplum geleceğine güvenle bakabilir. Taqwa ile hidayet arasında koparılamaz bir ilişki vardır. Bu uyumun davetcilerine karşı duranların taşkınlardan başkasının olamayacağı açıktır.
Müstağni'nin yaptığı salat'tan men edişin nedeni onun insanlara bir yol gösterişi ve taqvaya ulaştırışıdır. Bu kendisinde başlayıp çevresine sirayet eder. Bu nedenle kavminin Şuayb'ın namazını böyle yorumladıklarını anlatacaktır Qur'an.
İn kane ifadesini lev kane biçiminde anlayanlara göre ayet şöyle seslenmiş olur: 'De bakayım, eğer o kul hidayet üzere ve kendi vazifesiyle meşgul ise, akıllı ve zengin olduğu için o kafire böyle yapmak yaraşır mı? Şimdi o dini, hidayeti ve takvayı emretme yolunu tercih etmişse bu, o kafir için Allah'a küfretmekten ve ona ibadetten nehyetmekten daha hayırlı olmaz mı? O nasıl bu yüksek dereceleri kaçırıp da adi ve alçak derecelerle yetinişine hayıflansın'
10. Tekzib ve Tevella
İstiğna tekzib ve tevellaya götürür. Başkasını engelleyen kendini hayli hayli ondan uzak tutacaktır. Ama yaptıklarının doğru olduğundan emin mi? Sağlıklı bir muhakeme bu sonuca götürür müydü? Hayır. Bunu vahy ‚'yalanladı'' kelimesiyle ifade ediyor. Tenvir'in engelleyicilerin her çağda yaptıkları da bu olmuştur. Tekzib ve tevella.
11. Allah'ın Görüyor Oluşu
Hayatın içinden seçilen bu manzaraları Allah'ın görüyor oluşu müstağni, mükezzib, mennan kişiler için bir korkuyu, salat eden, takvayı emreden,muhtediler içinse bir rahatlamayı doğurur. O gördüğüne göre sorun yok. Ya O'na rüc'a olunduğunda ya da dilerse en kısa zamanda gaybî yardımları ile herşeyi değiştirebilir.
12. Gaybi yardımlar:
Kur'an Okurunu sürekli olarak "Allah'ın kendisi ile beraber olduğunu unutmaması konusunda uyarır. Bu idrak onda sürekli olarak mücadele azmini diri tutacaktır. Bütün engellemelere karşın doğruların ikamesi için çalışacaktır. Allah'ın görünür görünmez yardımı onunla birlikte olacaktır. Bu o gün içinde öyleydi, Kur'an okunduğu bütün zaman dilimleri için de öyle olacaktır. Bilmiyorlar mıydı Allah'ın görücülüğünü, yoksa Muqatıl'in söylediği gibi bilseler bile bundan istifade etmeyince, sanki bilmemiş gibi mi oluyorlardı. Yalancılık ve hatalarla tanınan şahsiyeti ( nasiyesi) sürüklendi. O bilinen nasiye.
Orjinal tekste yer alan Zebaniyetün kelimesi arap dilinde polis anlamına kullanılır. Bu gaybın polisleri insanlardan da olabilir. Allah salih kullarının eliyle de, insanlardan bazısı ile bazısını defederek arzdaki fesadı önler. Veya er-Razi'nin dikkat çektiği ikinci bir görüşe göre ayette bir takdim-tehir yapılırsa ahirette çağrılan zenabiler karşı onun nadiyesinin onu kurtaramayacağı vurgulanmış olabilir.
13. Tuğyan'ın Dünyasal Güçleri: NADİYE
Dünyasal güçler.. Bildiğimiz dünyanın, algımız içindeki alanın güçleri ne yapabilirki gaybi güçlere karşı. Ama o gün de bu günde onlar ulaşabilecekleri güç odakları ile kulları korkutmaktadırlar. Bu nadiyeler, çoğu zaman bir fayda vermez. Bu nedenle ayette bir istihza görür er-Razi. Fe'l-Yed'u: Artık çağırsın meydan okuyuşuna hiç bir zaman cevap verme cesaretini gösteremedi nuzul ortamındaki muhatabı.
19 ayette yine Kazib aktörü uyarır sakındırır kella ifadesi ile. Ya da Rasul ve taraftarlarının dikkati çekilir. Her taraf kendine yönelik bir uyarıyı bulur bu lafızda. Tuğyankar ve Nadiyesi'nin yasa(k)larına taat edilmemesi buyruğu ile ayet son bulur. Son ayette yer alan secde'nin de namazdan bir rukun olduğu biliniyor. Onunla men olunduğu salatın bütünü kasdedilmiş olabileceği gibi, rivayetlerde yer aldığı gibi 19. ayeti okuduktan sonra kul olduğunu gösteren bir sembol olarak onu müstağnilere karşı sergilemesi de kasdedilmiş olabilir. Kul oluşun bu sembolik gösterisi onu alçaltmanın tersine evrenin Rabbine en yakın bir noktaya ulaştırarak kul oluşun, bu mensubiyeti idrakin insana kazandırdığı payeye dikkat çekmiş olur inkarcı için. Mü'min için ise muazzam bir güven ve gaybi yardımlara çok yakın olduğunun fısıldandığı bir tatlı söz. O'nun seccesi ile inanmak için bir yol aramayan müstağninin öfkesi bir kat daha kabaracaktır. Bu yaklaş ifadesinin istihza kabilinden Ebu Cehil'e yönelik olması da mümkündür.