‘EĞİTİM’İN ‘ÖĞÜTÜM’DEN FARKINI BULMAK

İbrahim KÖZ

VAN 10.04.2013 12:22:43 0
‘EĞİTİM’İN  ‘ÖĞÜTÜM’DEN FARKINI BULMAK
Tarih: 01.01.0001 00:00
 
 
 
‘EĞİTİM’İN  ‘ÖĞÜTÜM’DEN FARKINI BULMAK   İbrahim KÖZ
Eğitim kavramının temelinde ‘eğmek’ fillinin olması; bunu gerçekleştirenlerin, arzu ettikleri kişileri belli yön ve istikametlere eğip yönlendirme çabası demektir. Eğilim, eğim, eğitim gibi kavram setleri bir yön ve yönlendirmeyi içeren kavramlardır. Eğitim de, gerek zihinsel gerekse fiziksel nitelikleri itibariyle elde edilmek istenen insan tipinin oluşturulması için yapılan bireysel ve kurumsal faaliyetler demek olur. Haliyle bu, doğal olan bir durumun dışında, yani gündelik yaşamın icaplarının ötesinde, hedeflenen ve bir kültür içeren ve aynı zamanda bir değer yargısı dolayısıyla amaçsal özellikler barındıran bir ‘yönlendirme’, ‘yön verme’ ameliyesi demek olur. Buradan hareketle eğitim; bir öğretim ve bilgilendirmeden (enformation/ta’lim) öte davranışlar kazandırma ve arzu edilen formatta bir kişilik kazandırma hedeflenerek yapılan bir şeydir. Toplumsallığın karmaşıklaşması ile birlikte kurumsallaşan her şey gibi eğitim de kurumlar aracılığıyla ve sistematize olarak bir işleyiş kazanmıştır.
Kaçınılmaz olarak her toplum bireylerini bir ana fikir ve hedef doğrultusunda bir arada tutmak ister. Bu, toplumun ve hayatın doğası gereğidir ve aynı zamanda yaşamsal bir refkleksidir. Hem kabul ettiği ve bir aradalıklarını temin eden değerlere ulaşma, hem de bu değerlerin gerektirdiği ahlaki sonuçlar açısından eğitim buna ulaşmanın en önemli aracı ve yöntemidir. Yine kaçınılmaz olarak eğitimin yokluğu, o toplumun değerlerinden uzaklaşmasına ve ona kıvamını veren yaşamsal ögelerin aşınıp dağılmasına, başka kültür ve güçlerin hakimiyetine girmesine sebep olacak tehdit ve tehlikelerin bünyeye sızmasına yol açar.
Sağlıklı bir eğitim sistemi ve işletimi için öncelikle ontolojik anlamın değerlerine yaslanmış bir eğitim felsefesine sahip olmak gerektiği açıktır. Eğitimin aynı zamanda bir gelecek inşası olduğu gerçeği görülecek olursa taşıdığı önem ve bunun yanlış kurulması sonucu ortaya çıkacak risklerin hayatiliği de bir o kadar açık görülmelidir. Yanlış ve ideolojik kalıplar üzerinden formatlanmış eğitim felsefesi ve bunun intac ettiği sonuçlar, çoğunlukla telafisi imkânsız yaralar açmaktadır. Eğitimi, insan üretimi şeklinde kurgulayan pozitivist bakış bunun sonuçlarını hesap etmeyi akıl etmeyecek kadar ideolojisine saplanmıştır. Bir fabrikadan imal edilmiş herhangi bir mamulün, yanlış ya da eksikliği tespit edildikten sonra imha edilmeleri ya da düzeltilmeleri için fabrikaya geri toplanması olayı kolaydır. Ancak yanlış tezgâhlardan geçirilmiş ve topluma dağılmış insanların fabrikaya toplanıp eksik ve kusurlarının tamiri mümkün değildir. İnsan ile eşya arasındaki temel bir farktır bu ve dünyanın yaşadığı bunca yıkım ve kaos insanı metalaştıran ve işlenebilir metalurjik bir nesne olarak gören bu anlayıştan beslenmektedir.
Üzerinde yaşadığımız toprakların hem geçmişi hem de geleceği bu eğitim olgusunun gidişatı ile yakından ilişkilidir. Doktriner ve ideolojik eğitim anlayışı, toplumu biçimlendirme ve yönlendirme noktasında militarist araç ve yöntemlerle işletilmiş ve bu militarist bakış açısı, eğitimi de bir ordu gibi görmesinin sonuçlarını tahsil etmiştir. Bu sebeptendir eğitim teşkilatlanması ve tanımlanması da bu jargon ile yürütülmüştür. ‘Eğitim ordusu’ ifadesi bile bir savaş zihniyeti ve düşman olgusu üzerinden anlaşılacak nesnelerle zihinlere taşınmıştır. Kronik düşman olgusu ve bu düşmana karşı sistemin, sağlamış olduğunu iddia ettiği bir sığınak olarak iş gören ideolojisini, dolayısıyla kendisini sunması için eğitim, bir cansimidi olmuştur.
Ne var ki insana yaslanmayan her sistem, insanı yemekle devam edebilir. Eğitim sistemleri de eğer felsefelerini insani olandan başkası üzerine inşa etmişlerse, -ki ideolojilerin böyle bir tarafı ve kimyası vardır- sözü geçen zulümleri işlemek için kullanışlı birer sistem bileşeni olarak işlemek zorunda kalırlar. Teorik olarak eğitim sistemlerinin ve özelde üzerinde yaşadığımız toprakların temel problemlerinin başında bu gelir ve gördüğü işlev dolayısıyla eğitim; bir sistemi inşa eden bütün bileşenlerin emziği mesabesindedir. Çünkü hukuki, siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel bütün bileşenler, alınan eğitimce belirlenir ve eğitim bütün bu noktalarda ortaya konacak müktesebatın mimarı mesabesinde rol oynar. Yani ne ile beslenilmişse, onun etkisi görülür.
Eğitimin kurumlaşması sonucu bir sisteme ihtiyaç duyulması ve artık bu sisteminin işleyişine bağlı olarak yürütülmesi, aynı zamanda eğitimde görülen sorunların artık mevzui değil yapısal bir karakter kazanması demektir. Eğitimde görülen bir çok sıkıntı ve tıkanıklıkların temelinde, sistemden kaynaklı blokaj ve manipülasyonların olduğunu eğitim bilimcileri ifade etmekteler. Sistemi kuran unsurun da kurucu akıl ve irade olarak sistemin kendisiyle uyuşması hatta bu akıl ve iradenin sistemleşmesi demek olduğunu dikkate aldığımızda eğitim sistemi ile kurucu unsurun içiçeliğin görmek gerekir. Ancak bütün buna rağmen sistem ayrı bir şeydir ve araçtır nihayetinde. Onun bir araç oluşunu ya da araç olmayı aşarak bir amaç haline getirilişini onu kullanan güç ve irade ile ilişkisi sonucu görmek mümkün.
Eğitim sisteminin yapısal sorunları ve ideolojik karakteri dolayısıyla ortaya çıkan insan eğitimi tablosu, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız ‘insan öğütümü’ne çok rahatlıkla evrilmiştir ve bugünkü gerçeğimiz bundan ibarettir. Bu yüzden bir ülkenin en değerli unsuru olan ‘insan kaynakları’ bütün varlığının teminatıdır ve bu kavramsallaştırma bile bir istatistik olarak araçsallaştırılması açısından durumu ifade edecek önemli bir veridir.
Eğitimdeki başarı ya da başarısızlığın temelinde sahici bir eğitim felsefesine sahip olup-olmama gerçeği yatmaktadır. Çünkü ne istediğini bilmek ile başlayan bu süreç neyi istediğinize bağlı olarak uygun yöntem ve araçlara yönelişi ve bunları temin etmeyi gerekli kılacağından, hedeflenen şeyle kullanılan araç arasındaki illiyet bu ilişkinin niteliği hakkında da dikkate değer bir veri alanı oluşturur.
Üzerinde yaşadığımız ve sonuçları açısından birebir etkilendiğimiz bir eğitim sisteminin hegemonyasına özellikle Kürdistan coğrafyasının maruz kaldığı sonuçlara baktığımızda görmemek için kör olmayı gerektirecek açıklıkta olan bazı eğitim politikaları ve uygulamalarının olduğunu görmek mümkün. Bunları bazı açılardan kısaca aşağıdaki gibi ifade edebiliriz:
- Anadilin öğrenme üzerinde son derece etkili bir unsur olarak rol işlemesi dolayısıyla Kürt çocuklarının öğrenmeye başladıkları yaş grubu açısından, öncelikle bir dil engeli ile karşılaştıklarını, bunun psikolojik ve çevresel baskılarının bilinç ve öğrenme yeteneklerine dönük olumsuz etkileri…
- Sosyo-ekonomik açıdan içinde bulundukları kültür ve dayatılan yaşam koşulları dolayısıyla zihinlerinin eğitime dönük taraflarının törpülenmesi ve siyasi ve diğer unsurların birer kaygı unsuru olarak zihinlerine baskı yapması…
- Başarıyı artıracak unsurlar araştırılırken yöneticilerin; çocukların zihni ve fikri gelişmelerinin önünde engel olan ve yeteneklerini geliştirebilecekleri alanların yaratımı konusunda Ar-Ge türü çalışmalarının öğrenci ve insan eksenli olmaması, aksine insanı değil kurumsal başarıyı (kişisel kariyer ve iltifat alanlarını genişletmeyi, yükselme sertifikasyonunu) ve bu başarıyı da ekonomik göstergeler üzerinden kâr-zarar denkleminde ele almaları sonucu insansızlaştırılmış (de-humanisation) bir eğitim perspektifinin yürütülmesi…
- Eğitimin, insanın kendini keşif ve yeteneklerini açığa çıkaracak imkanlara dönük işletilmemesi ve öğrencilerin belli ruhsuz ve pagan kurallara göre biçimlendirilmesi, dayatmalarla askerleşmeye zorlanmaları ve bunun da insani tarafı bulunmadığı için öğrencinin bu kurumlarda kendini özgür ve mutlu hissedememesi…
- Kılık kıyafet gibi sadece fiziksel bir unsur olarak gösterilmeye çalışılan bu dayatmanın, öğrencinin bir aidiyet hissetmesi ve ayırt edilmesi gerekçelerine de dayandırılarak izah edilmesinin aslında arkasında duran militarist ve despotik zihniyeti gizlemeye dönük bir perde görevi görmesi sonucu ortaya çıkan sindirme. Çünkü kişilerin ne giyineceğine ve fiziksel görünümüne dair ruhsal uyumunu ifade etmesi demek olan bir alanda öğrencinin özgürlük, bağımsızlık ve kendi fiziksel değerleri hakkında kendinin karar verici olduğu fikrinin engellenmesi demek, onun zihinsel ve fikri gelişimini belli kalıplara hapsetmek ve “ancak bu ölçüler içinde gelişebilirsin” demektir. Kendisi hakkında karar veremeyen bir öğrencinin gelecekte bir ülke için kararlar alabilecek bir yetkinliğe ulaşabileceğini kim iddia edebilir.
- Eğitim sistemi ve müfredatının ideolojik kalıplardan kurtulamaması ve üniversitelerin ‘öğretmen’ yetiştirme yeteneğinden mahrum olması, bu başarısızlığın önemli bir bileşenidir. Öğretmen yetiştirme değil belli bilgilerin zerk edilip öğrencinin var olan yetenek ve becerilerinin de törpülendiği bir mekân haline gelmiş üniversitelerin bu başarısızlıkta çok ciddi bir sorumluluğu vardır.
- Milli Eğitim müfredatı ile dershane müfredatının aynı olmaması dolayısıyla öğrencilerin bu iki kurum arasında sıkışıp kalması. Son YGS sınavlarının da gösterdiği gibi okul ve dershane müfredatı arasında diyakronik bir sürece tabi tutulan öğrencilerin hem eğitim yükünün arttırılması hem de altında bulundukları bir yığın baskılayıcı unsurun kaygıları ile birlikte gücünün üzerinde yüklenilmesinin doğurduğu şizoik durum.
- Eğitim müfredatı, öğretim imkân ve tekniklerinin hayatın gerçekliğinden kopuk, sıkıcı, daraltıcı ve tekdüze programlanmasının oluşturduğu iticilik. Bununla birlikte öğretimi değil de hala ideolojik kaygılarla bir eğitime tabi tutma alışkanlığının doğurduğu kışla psikolojisinin hâkim kılınmaya çalışılması.
- Eğitim kurumlarının otoriter politikalar ve eğitimcilere –ne ilginçtir ‘öğretmenler’ ifadesi ne kadar az kullanılıyor, sanki ‘öğretmen’ deyince aşağılayıcı bir ifade kullanmış gibi bir algı yaygınlık kazanmış durumda. ‘Eğitimci’ ibaresi daha çok kullanılıyor, çünkü buna dönük zihinsel bir yatkınlık yaratılmış durumda. Hâlbuki hayvanları terbiye edenler de eğitimci. Oysa insana öğretilir. - Dayatılan yönetmelikler dolayısıyla sevimsiz ve kurallarla örülü bir mecburiyet mekânları olarak algılanması. Öğretmenlerin özlük hakları ve ekonomik sorunları yüzünden heyecanlarını yitirmesi ile ortaya çıkan duyarsızlık ve bunun öğrenci ile iletişimine yansıması.
- Okul denetimlerinin yapılmaması ve ya da yapılıyorsa pedagojik kaygılardan arınmış bir format içinde yürütülmesi. Öğretmenlerin eski bilgilerle, yenilenmeden, eğitimde bir engel olarak bulunmalarını da ifade eden bir durum bu.
- Depremle başlayan travmatik durumun hala çok yoğun bir şekilde devam ediyor olması, öğrencilerin barınma, beslenme, ders çalışma imkân ve koşulları hakkında kimsenin ciddi bir bilgisinin olmaması. Hâlbuki hala barınma sorunlarını çözememiş çok sayıda öğrenci var. Bunların içinde bulundukları ortamın üzerlerinde oluşturduğu baskıyı bir anda atabilmeleri mümkün değil ve doğrudan başarıya yansıyan önemli bir faktör.
- Bölgede sözkonusu siyasal durumun oluşturduğu çatışmalı süreç ve bunun bölge insanı üzerindeki direkt etkisi. Bölgedeki siyasal atmosferin ekonomiye yansımamsı düşünülemez. Aynı zamanda ekonomisi kötü olan toplumların eğitim sıkıntılarının da bununla doğru orantılı olarak gelişmesi gibi.
- Bölgenin siyasal ve ekonomik yapısı dolayısıyla gelen öğretmenlerin bir an önce gitme arzuları ve çocukların sürekli öğretmen değişmeleri yüzünden yaşadıkları adaptasyon ve uyum probleminin artık okul ve derslere ilgisizlik şeklinde dışa vurumu. Derslerin boş geçmesi gerçeğinin hala devam eden bir sorun olarak varlığını sürdürmesi ve bölgenin yıllardır tanıdığı bir olgu olması.