EĞİTİM'DE AKLIN YOLU?

VANSİYASETİ.COM HABERSİTESİ YAZARLARINDAN EĞİTİM ÇIKARMASI

VAN 13.04.2013 13:41:23 0
EĞİTİM
Tarih: 01.01.0001 00:00
 
‘EĞİTİM’İN  ‘ÖĞÜTÜM’DEN FARKIN BULMAK   İbrahim KÖZ
Eğitim kavramının temelinde ‘eğmek’ fillinin olması; bunu gerçekleştirenlerin, arzu ettikleri kişileri belli yön ve istikametlere eğip yönlendirme çabası demektir. Eğilim, eğim, eğitim gibi kavram setleri bir yön ve yönlendirmeyi içeren kavramlardır. Eğitim de, gerek zihinsel gerekse fiziksel nitelikleri itibariyle elde edilmek istenen insan tipinin oluşturulması için yapılan bireysel ve kurumsal faaliyetler demek olur. Haliyle bu, doğal olan bir durumun dışında, yani gündelik yaşamın icaplarının ötesinde, hedeflenen ve bir kültür içeren ve aynı zamanda bir değer yargısı dolayısıyla amaçsal özellikler barındıran bir ‘yönlendirme’, ‘yön verme’ ameliyesi demek olur. Buradan hareketle eğitim; bir öğretim ve bilgilendirmeden (enformation/ta’lim) öte davranışlar kazandırma ve arzu edilen formatta bir kişilik kazandırma hedeflenerek yapılan bir şeydir. Toplumsallığın karmaşıklaşması ile birlikte kurumsallaşan her şey gibi eğitim de kurumlar aracılığıyla ve sistematize olarak bir işleyiş kazanmıştır.
Kaçınılmaz olarak her toplum bireylerini bir ana fikir ve hedef doğrultusunda bir arada tutmak ister. Bu, toplumun ve hayatın doğası gereğidir ve aynı zamanda yaşamsal bir refkleksidir. Hem kabul ettiği ve bir aradalıklarını temin eden değerlere ulaşma, hem de bu değerlerin gerektirdiği ahlaki sonuçlar açısından eğitim buna ulaşmanın en önemli aracı ve yöntemidir. Yine kaçınılmaz olarak eğitimin yokluğu, o toplumun değerlerinden uzaklaşmasına ve ona kıvamını veren yaşamsal ögelerin aşınıp dağılmasına, başka kültür ve güçlerin hakimiyetine girmesine sebep olacak tehdit ve tehlikelerin bünyeye sızmasına yol açar.
Sağlıklı bir eğitim sistemi ve işletimi için öncelikle ontolojik anlamın değerlerine yaslanmış bir eğitim felsefesine sahip olmak gerektiği açıktır. Eğitimin aynı zamanda bir gelecek inşası olduğu gerçeği görülecek olursa taşıdığı önem ve bunun yanlış kurulması sonucu ortaya çıkacak risklerin hayatiliği de bir o kadar açık görülmelidir. Yanlış ve ideolojik kalıplar üzerinden formatlanmış eğitim felsefesi ve bunun intac ettiği sonuçlar, çoğunlukla telafisi imkânsız yaralar açmaktadır. Eğitimi, insan üretimi şeklinde kurgulayan pozitivist bakış bunun sonuçlarını hesap etmeyi akıl etmeyecek kadar ideolojisine saplanmıştır. Bir fabrikadan imal edilmiş herhangi bir mamulün, yanlış ya da eksikliği tespit edildikten sonra imha edilmeleri ya da düzeltilmeleri için fabrikaya geri toplanması olayı kolaydır. Ancak yanlış tezgâhlardan geçirilmiş ve topluma dağılmış insanların fabrikaya toplanıp eksik ve kusurlarının tamiri mümkün değildir. İnsan ile eşya arasındaki temel bir farktır bu ve dünyanın yaşadığı bunca yıkım ve kaos insanı metalaştıran ve işlenebilir metalurjik bir nesne olarak gören bu anlayıştan beslenmektedir.
Üzerinde yaşadığımız toprakların hem geçmişi hem de geleceği bu eğitim olgusunun gidişatı ile yakından ilişkilidir. Doktriner ve ideolojik eğitim anlayışı, toplumu biçimlendirme ve yönlendirme noktasında militarist araç ve yöntemlerle işletilmiş ve bu militarist bakış açısı, eğitimi de bir ordu gibi görmesinin sonuçlarını tahsil etmiştir. Bu sebeptendir eğitim teşkilatlanması ve tanımlanması da bu jargon ile yürütülmüştür. ‘Eğitim ordusu’ ifadesi bile bir savaş zihniyeti ve düşman olgusu üzerinden anlaşılacak nesnelerle zihinlere taşınmıştır. Kronik düşman olgusu ve bu düşmana karşı sistemin, sağlamış olduğunu iddia ettiği bir sığınak olarak iş gören ideolojisini, dolayısıyla kendisini sunması için eğitim, bir cansimidi olmuştur.
Ne var ki insana yaslanmayan her sistem, insanı yemekle devam edebilir. Eğitim sistemleri de eğer felsefelerini insani olandan başkası üzerine inşa etmişlerse, -ki ideolojilerin böyle bir tarafı ve kimyası vardır- sözü geçen zulümleri işlemek için kullanışlı birer sistem bileşeni olarak işlemek zorunda kalırlar. Teorik olarak eğitim sistemlerinin ve özelde üzerinde yaşadığımız toprakların temel problemlerinin başında bu gelir ve gördüğü işlev dolayısıyla eğitim; bir sistemi inşa eden bütün bileşenlerin emziği mesabesindedir. Çünkü hukuki, siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel bütün bileşenler, alınan eğitimce belirlenir ve eğitim bütün bu noktalarda ortaya konacak müktesebatın mimarı mesabesinde rol oynar. Yani ne ile beslenilmişse, onun etkisi görülür.
Eğitimin kurumlaşması sonucu bir sisteme ihtiyaç duyulması ve artık bu sisteminin işleyişine bağlı olarak yürütülmesi, aynı zamanda eğitimde görülen sorunların artık mevzui değil yapısal bir karakter kazanması demektir. Eğitimde görülen bir çok sıkıntı ve tıkanıklıkların temelinde, sistemden kaynaklı blokaj ve manipülasyonların olduğunu eğitim bilimcileri ifade etmekteler. Sistemi kuran unsurun da kurucu akıl ve irade olarak sistemin kendisiyle uyuşması hatta bu akıl ve iradenin sistemleşmesi demek olduğunu dikkate aldığımızda eğitim sistemi ile kurucu unsurun içiçeliğin görmek gerekir. Ancak bütün buna rağmen sistem ayrı bir şeydir ve araçtır nihayetinde. Onun bir araç oluşunu ya da araç olmayı aşarak bir amaç haline getirilişini onu kullanan güç ve irade ile ilişkisi sonucu görmek mümkün.
Eğitim sisteminin yapısal sorunları ve ideolojik karakteri dolayısıyla ortaya çıkan insan eğitimi tablosu, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız ‘insan öğütümü’ne çok rahatlıkla evrilmiştir ve bugünkü gerçeğimiz bundan ibarettir. Bu yüzden bir ülkenin en değerli unsuru olan ‘insan kaynakları’ bütün varlığının teminatıdır ve bu kavramsallaştırma bile bir istatistik olarak araçsallaştırılması açısından durumu ifade edecek önemli bir veridir.
Eğitimdeki başarı ya da başarısızlığın temelinde sahici bir eğitim felsefesine sahip olup-olmama gerçeği yatmaktadır. Çünkü ne istediğini bilmek ile başlayan bu süreç neyi istediğinize bağlı olarak uygun yöntem ve araçlara yönelişi ve bunları temin etmeyi gerekli kılacağından, hedeflenen şeyle kullanılan araç arasındaki illiyet bu ilişkinin niteliği hakkında da dikkate değer bir veri alanı oluşturur.
Üzerinde yaşadığımız ve sonuçları açısından birebir etkilendiğimiz bir eğitim sisteminin hegemonyasına özellikle Kürdistan coğrafyasının maruz kaldığı sonuçlara baktığımızda görmemek için kör olmayı gerektirecek açıklıkta olan bazı eğitim politikaları ve uygulamalarının olduğunu görmek mümkün. Bunları bazı açılardan kısaca aşağıdaki gibi ifade edebiliriz:
- Anadilin öğrenme üzerinde son derece etkili bir unsur olarak rol işlemesi dolayısıyla Kürt çocuklarının öğrenmeye başladıkları yaş grubu açısından, öncelikle bir dil engeli ile karşılaştıklarını, bunun psikolojik ve çevresel baskılarının bilinç ve öğrenme yeteneklerine dönük olumsuz etkileri…
- Sosyo-ekonomik açıdan içinde bulundukları kültür ve dayatılan yaşam koşulları dolayısıyla zihinlerinin eğitime dönük taraflarının törpülenmesi ve siyasi ve diğer unsurların birer kaygı unsuru olarak zihinlerine baskı yapması…
- Başarıyı artıracak unsurlar araştırılırken yöneticilerin; çocukların zihni ve fikri gelişmelerinin önünde engel olan ve yeteneklerini geliştirebilecekleri alanların yaratımı konusunda Ar-Ge türü çalışmalarının öğrenci ve insan eksenli olmaması, aksine insanı değil kurumsal başarıyı (kişisel kariyer ve iltifat alanlarını genişletmeyi, yükselme sertifikasyonunu) ve bu başarıyı da ekonomik göstergeler üzerinden kâr-zarar denkleminde ele almaları sonucu insansızlaştırılmış (de-humanisation) bir eğitim perspektifinin yürütülmesi…
- Eğitimin, insanın kendini keşif ve yeteneklerini açığa çıkaracak imkanlara dönük işletilmemesi ve öğrencilerin belli ruhsuz ve pagan kurallara göre biçimlendirilmesi, dayatmalarla askerleşmeye zorlanmaları ve bunun da insani tarafı bulunmadığı için öğrencinin bu kurumlarda kendini özgür ve mutlu hissedememesi…
- Kılık kıyafet gibi sadece fiziksel bir unsur olarak gösterilmeye çalışılan bu dayatmanın, öğrencinin bir aidiyet hissetmesi ve ayırt edilmesi gerekçelerine de dayandırılarak izah edilmesinin aslında arkasında duran militarist ve despotik zihniyeti gizlemeye dönük bir perde görevi görmesi sonucu ortaya çıkan sindirme. Çünkü kişilerin ne giyineceğine ve fiziksel görünümüne dair ruhsal uyumunu ifade etmesi demek olan bir alanda öğrencinin özgürlük, bağımsızlık ve kendi fiziksel değerleri hakkında kendinin karar verici olduğu fikrinin engellenmesi demek, onun zihinsel ve fikri gelişimini belli kalıplara hapsetmek ve “ancak bu ölçüler içinde gelişebilirsin” demektir. Kendisi hakkında karar veremeyen bir öğrencinin gelecekte bir ülke için kararlar alabilecek bir yetkinliğe ulaşabileceğini kim iddia edebilir.
- Eğitim sistemi ve müfredatının ideolojik kalıplardan kurtulamaması ve üniversitelerin ‘öğretmen’ yetiştirme yeteneğinden mahrum olması, bu başarısızlığın önemli bir bileşenidir. Öğretmen yetiştirme değil belli bilgilerin zerk edilip öğrencinin var olan yetenek ve becerilerinin de törpülendiği bir mekân haline gelmiş üniversitelerin bu başarısızlıkta çok ciddi bir sorumluluğu vardır.
- Milli Eğitim müfredatı ile dershane müfredatının aynı olmaması dolayısıyla öğrencilerin bu iki kurum arasında sıkışıp kalması. Son YGS sınavlarının da gösterdiği gibi okul ve dershane müfredatı arasında diyakronik bir sürece tabi tutulan öğrencilerin hem eğitim yükünün arttırılması hem de altında bulundukları bir yığın baskılayıcı unsurun kaygıları ile birlikte gücünün üzerinde yüklenilmesinin doğurduğu şizoik durum.
- Eğitim müfredatı, öğretim imkân ve tekniklerinin hayatın gerçekliğinden kopuk, sıkıcı, daraltıcı ve tekdüze programlanmasının oluşturduğu iticilik. Bununla birlikte öğretimi değil de hala ideolojik kaygılarla bir eğitime tabi tutma alışkanlığının doğurduğu kışla psikolojisinin hâkim kılınmaya çalışılması.
- Eğitim kurumlarının otoriter politikalar ve eğitimcilere –ne ilginçtir ‘öğretmenler’ ifadesi ne kadar az kullanılıyor, sanki ‘öğretmen’ deyince aşağılayıcı bir ifade kullanmış gibi bir algı yaygınlık kazanmış durumda. ‘Eğitimci’ ibaresi daha çok kullanılıyor, çünkü buna dönük zihinsel bir yatkınlık yaratılmış durumda. Hâlbuki hayvanları terbiye edenler de eğitimci. Oysa insana öğretilir. - Dayatılan yönetmelikler dolayısıyla sevimsiz ve kurallarla örülü bir mecburiyet mekânları olarak algılanması. Öğretmenlerin özlük hakları ve ekonomik sorunları yüzünden heyecanlarını yitirmesi ile ortaya çıkan duyarsızlık ve bunun öğrenci ile iletişimine yansıması.
- Okul denetimlerinin yapılmaması ve ya da yapılıyorsa pedagojik kaygılardan arınmış bir format içinde yürütülmesi. Öğretmenlerin eski bilgilerle, yenilenmeden, eğitimde bir engel olarak bulunmalarını da ifade eden bir durum bu.
- Depremle başlayan travmatik durumun hala çok yoğun bir şekilde devam ediyor olması, öğrencilerin barınma, beslenme, ders çalışma imkân ve koşulları hakkında kimsenin ciddi bir bilgisinin olmaması. Hâlbuki hala barınma sorunlarını çözememiş çok sayıda öğrenci var. Bunların içinde bulundukları ortamın üzerlerinde oluşturduğu baskıyı bir anda atabilmeleri mümkün değil ve doğrudan başarıya yansıyan önemli bir faktör.
- Bölgede sözkonusu siyasal durumun oluşturduğu çatışmalı süreç ve bunun bölge insanı üzerindeki direkt etkisi. Bölgedeki siyasal atmosferin ekonomiye yansımamsı düşünülemez. Aynı zamanda ekonomisi kötü olan toplumların eğitim sıkıntılarının da bununla doğru orantılı olarak gelişmesi gibi.
- Bölgenin siyasal ve ekonomik yapısı dolayısıyla gelen öğretmenlerin bir an önce gitme arzuları ve çocukların sürekli öğretmen değişmeleri yüzünden yaşadıkları adaptasyon ve uyum probleminin artık okul ve derslere ilgisizlik şeklinde dışa vurumu. Derslerin boş geçmesi gerçeğinin hala devam eden bir sorun olarak varlığını sürdürmesi ve bölgenin yıllardır tanıdığı bir olgu olması.
 
 
 
 
 
Mustafa AKMAN  
EĞİTİM SORUNLARINA YÖNELİK BİR ÇÖZÜM ÖNERİSİ
 
Bugünlerde çözümle sonuçlanacağını umutla beklediğimiz Kürt Sorunu’yla ilkokul yıllarında tanıştığımı, yanı sıra Kürt olmanın mağduriyetlerini de yine bu dönemlerden itibaren yaşadığımı hatırlıyorum. Kürt bir ailede ve anlaşma dilinin Kürtçe olduğu bir evde doğmuştum. Tamamen yabancısı olduğum ve bana göre ‘bilinmeyen bir dil’le okula başlamıştım. Okulda, ülkenin farklı yerlerinde, anadili Türkçe olan yaşıtlarımla eşit olmayan şartlarda eğitime başladım. Onlar eğitim görürken ben uzun zaman bilmediğim bu dili (Türkçeyi) öğrenmekle uğraştım. Beş yıllık okulun dördüncü sınıfında bile sayfalarca Türkçe kelime yazma ödevleri hazırladığımı hatırlıyorum. Bu arada çatapat öğrendiğimiz bu yeni dille konuşurken meğerse ana-babamızla ve dahi çevremizle aslında yasak bir dille (anadilimizle) konuşuyormuşuz.
Yine hatırlıyorum bu yeni dille henüz konuşmayı bile beceremeyen ya da arada belki de farkında olmadan bu dille konuşurken Kürtçe kelimeler dahi kullanan arkadaşlarımızı/ birbirimizi öğretmenlere şikâyet ederdik. Ve çoğu zaman da bu yüzden yani ‘konuştuk’ diye ceza alırdık. Kimsenin umurunda değildi bu ‘tıfıl’ların meramını, zevk ve neşelerini nasıl ifade edecekleri. Evet, bu hem eğitimcilerin ve hem de toplum mühendislerinin hiç umurunda değildi.
Bilmez ve düşünmezdik ya bu ne haldir? Neden hayata hazırlanmak adına eğitim için gittiğimiz kurumlarda, evde konuştuğumuz ve algımızın şekillendiği dil, anadilimiz ile değil de başka bir dili öğrenmeye ve bundan dolayı muaheze edilmeye mecbur kalıyoruz?
Zaman bu minvalde akıp giderken bu ve benzeri zulumatı kendine dert edinen insanlar ortaya çıktı. Bunlar böylesi konuları insan hakları zemininde bir haksızlık olarak görüyor ve bunun önüne geçmek için çabalar sergiliyorlardı. Bu yapılanın yanlış olduğunu, herkesin kendi kimliğiyle anadilini hayatın her alanında kullanma hakkı olduğunu ifade ediyor ve bu uğurda mücadele veriyorlardı. Ne var ki bunlar, la dini bir düşünce ile yola çıkmış, mücadelelerini bu zeminde veren kimselerdi.
O dönemlerde biz dindar insanların ise derdi, reel hayatı anlamak ve böylesi sorunlarına çözümler bulmak yerine o tarz düşünen kimselerden uzak durmak ve bunların dile getirdiği, mücadelesini verdikleri toplumsal sorunları görmezden gelmek veya daha farklı okumaya çalışmaktı. Çünkü onlar materyalist kimselerdi ve bu yüzden onlardan uzak durup aynı şekilde düşünüp davranmamalıydık. Ve çünkü dinî hayatımıza, dinsel düşüncelerimize yön verenler (şeyhler, seyyitler, hocalar, imamlar, cemaat liderleri, ağabeyler, abiler-ablalar vs.), evet o ‘akîl insanlar’ böyle buyurup uygun görüyordu. Tabiî ki hak hukuk ve adalet mücadelesi ise bize hiç düşmezdi.
Devletin, bu akîllerin, belki menfaat ve/ya var olmaya devam etmek gibi kendilerince haklı buldukları ya da daha çok fiilî durumu zaten doğru buldukları için sergiledikleri bu tutuma desteği de muazzamdı. -Mesela- Din’e dair konuşma ve yazmanın sakıncalı olduğu dönemlerden itibaren asker emeklisi Hüseyin Hilmi Işık bu tarz bir zihin yapısıyla kaleme aldığı, mesela: Seadet-i Ebediye (Tam İlmihal), Vehhâbiye Nasihat gibi eserlerini devlet imkânlarıyla bedava fiyatına köylere kadar dağıtabiliyordu. Üstelik bunu, halkın zihnine yerleşmiş ‘dinde ayrı bir kategorik statü’ sahibi oldukları inancını kullanarak Seyyitler üzerinden yoğun tasavvufî bir davranış modeliyle sergiliyordu. Bugünden bakıldığında bir ‘Özel Harp Dairesi’ projesi gibi duran bu ve benzeri faaliyetler bugün de hâlâ geniş halk kesiminde etkisini sürdürmeye devam etmektedir. Bu nedenledir ki kimi okuryazarlar dâhil halk kesiminde hak hukuk mücadelesi, zulmü yok etme, mazlum ve mağdurun yanında durma teşebbüsleri neredeyse yok gibidir. Bu mücadeleyi verenleri de çeşitli yaftalarla niteleyerek mahkûm etmeler de cabası.
Bugüne geldiğimizde provoke edilmeksizin kesintiye uğramadan sonuçlanmasını umduğumuz bir çözüm çabası görüyoruz. Bu çabanın daha şümullü olması elbette temennimizdir. Bu anlamda genelde, devlet hizmeti vereninden alanına kadar bütün kesimlerde kılık kıyafet serbestliğinin sağlanması elzemdir. Özelde ise çözüm bağlamında Kürtlerin, tıpkı Türk kökenli vatandaşlar gibi anadilde eğitim hakkının anayasal güvenceye alınması ve Kürt kimliği üzerindeki bütün asimile ve elimine edici dayatmaların kaldırılmasıdır. Bu anlamda sözgelimi küçücük beyinlere işlenen ‘Andımız’ gibi ritüel ve jargonların hemen terk edilmesidir.
Burada anadil üzerinde daha bir yoğun duruşumun temelinde eğitimci olmamın önemli bir faktör olduğunu hemen belirtmeliyim. SBS, YGS, LYS gibi çeşitli sınavlara hazırlanan Vanlı gençlerin bu sınavlara hazırlanırken düşünüp anlama dillerinin dışında bir dille hazırlandıkları malumdur. Hemen her zamanki gözlemlerimle biliyorum ki bu gençler, zamanla sınırlı böylesi imtihanlarda okudukları metinleri, rakibi olan diğer pozisyondaki gençlere nazaran; Türkçenin edebî güzellik ve envaî çeşit üslupları ile sorularda yapılan kelime oyunları dolayısıyla anlamaktadaha bir zorlanmakta ya da esasen hiç anlamamaktadırlar. Özellikle paragraf sorularını anlamak için gereken ‘anlama’ eylemi için önce zihninde kendi anadiline tercüme etmekte ve bilahare anlamaya çalışmakta derken belirlenen sürenin sonuna gelmekte ve böylece telaşa kapılmakta dolayısıyla anladığını da bazen yanlış kodlamaktadır.
Çeşitli vesilelerle roman, ders kitabı, soru bankası vs. okuttuğum gençlerin, özellikle sınavlara hazırlandığını bildiğim gençlerin buralardaki metinleri okurken, kelime ve cümlelerin kafasını kıra kıra okuduklarını, cümlenin anlaşılması için elzem olan kelime sonlarındaki ekleri nasıl da es geçtiklerini ya da rastgele okuduklarını gördüğümde hep durumun vahametini ve bu nesillere yapılan -‘akîl insanlar’ kabul etmez- haksızlığı düşünmüşümdür.
Elbette bunda kitap okuma alışkanlığının yok denecek kadar az olmasının etkileri vardır. Ki bu genel toplumsal bir kusurumuzdur. Anamızdan doğduğumuz gibi ‘hiçbir şey bilmez/öğrenmez/anlamaz’ olarak hayata devam ederiz. Önümüzde duranlar (hoca, şeyh, abi, abla vs.) bilir, öğrenir, anlar zannında bulunuruz ve bize doğruları aktarıp yaşatır diye bekleriz. Böylece her şeyin allamesi kesiliriz. Artık da başkasını dinlemez, ahkâm keser, yaftalarız. Sonra da eğitim durumumuz neden bu kadar düşük diye sızlanmaya başlarız.
Bu sabitenin ötesinde yine de YGS sıralamasında Van dâhil sonlarda dolaşan hemen tamamı Kürtlerin yaşadığı coğrafyada bulunan illerdeki eğitim öğretimin, genel öğrenci kitlesinin Kürtçe olan anadili ile yapılmıyor oluşunun bu realitedeki etkisi yadsınamaz. Bu itibarla kanımca, YGS sınav sonuç grafiğinde Van’ın da dâhil olduğu sonuncular listesinde bulunan illerde eğitim alanında başarı düzeyinin çok düşük olmasında, buralarda çalışan öğretmenlerin sirkülâsyonunun çok yoğun olması ve eğitim sisteminin kendisinden kaynaklı sorunlar gibi farklı etmenlerin yanında anadilde eğitimin yapılmıyor oluşu kesinlikle en önemli etkendir. Binaenaleyh bu badirenin ivedilikle aşılması ve eğitimin anadille yapılması sağlanmalıdır. Bu belki kısa vadede mevcut öğrencilerin başarı grafiğine fazla katkı sağlamayacaktır lakin hiç değilse gelecek nesillerin aynı cendereyi yaşaması önlenmiş olacaktır.
Başka illerde Türkçe düşünüp okuyan öğrencilerden de başarı düzeyi düşük olan öğrencilerin varlığı doğrudur. Ne var ki çalışmayan öğrencinin değerlendirmesi daha farklı bir konudur. Sonra bu teklifimizle Kürt öğrenciler Türkçe bilmesinler demek de istemiyoruz elbette. Tabiî ki bilsinler, ama Türkçeyi kendi anadilleriyle öğrensinler. Hem daha sağlıklı ve daha bilinçli öğrenmiş olurlar. Ayrıca Türkçenin bir dünya dili olmadığı da malumdur. Çocuklar ömürleri boyunca rastgele bir Türkçe öğren(e)me(me) ile uğraşacaklarına hem Türkçeyi ve hem de mesela Arapça gibi bir dünya dilini öğrensinler. Ama bütün bunları kendi dilleriyle yapsınlar. Eminim ki bunun öğrencilerin sınav başarı grafiklerinde pozitif bir katkısı olacaktır.
 Kaldı ki anadil bir başarı ölçeği veya pedagojik bir yönteme de indirgenemez. Ki bununla başarı düzeyinin artıp artmayacağı hesaplamaları yapılsın. Zira anadil bir insanî haktır ve bu hakkı kimse şu veya bu gerekçeyle gasp edemez. Zira bunu Allah bütün kullarına eşit derecede bahşetmiştir. Böylesi konularda kul, kulun adaletine muhtaç bırakılamaz.
 
 
 
 
 
Abdullah Ş.A.
 
VAN’DA EĞİTİMİN HAL-İ PÜR MELALİ
            24 Mart 2013 tarihinde yapılan Yükseköğretime Geçiş Sınavına (2013-YGS) girerek sonuçlarını bekleyen 1.805.125 aday ve ailelerinin heyecanlı bekleyişi 1 Nisan 2013 tarihinde sonuçların açıklanması ile sona erdi. 
            ÖSYS’ye başvuran 1.924.563 adaydan 71.746’sı sadece sınavsız geçiş hakkını kullanacağını söyleyerek YGS-2013’e girmedi. YGS-2013′e girmek için başvuran  1.852.857 adaydan,: 1.805.125 YGS-2013′e girdi. 47.692 aday ise YGS-2013′e girmedi. 234 adayın sınavı geçersiz sayıldı. 1.804.891 adayın sınavı geçerli oldu. 4 testten herhangi 2’sinden en az 0,5’er ve üzeri ham puanı olmadığından puanı hesaplanmayan 61.036 aday var. Testlerin hiçbirinde 0,5 veya üzeri ham puanı olmayan aday sayısı ise 8.586 oldu.
40 Türkçe, 40 Sosyal Bilimler, 40 Temel Matematik ve 40 Fen Bilimlerinden toplam 160 soru sorunun sorulduğu YGS-2013’te Türkçe testinde,  891 aday; Sosyal Bilimler testinde 6;  Temel Matematikte 2417 aday ve Fen Bilimleri testinde 92 aday 40 sorunun tümünü doğru yaptı.
Türkiye’de 746.196 lise son öğrencisi, YGS-2013’te 40’ar soruda, Türkçe testinde 17,20; Sosyal Bilimler testinde 12; Temel Matematik testinde 7,4 ve Fen Bilimleri testinde 4,5 ortalama net sayısı çıkardı.
Bu sonuçlardan, Türkiye’nin genel ve yaygın başarıda sıkıntıları olduğunu gözlemlemek olası. Matematik Türkiye ortalaması 40’ta 7,4 iken tümünü doğru yapan aday sayısı 2417. Sosyal Bilimlerde ise, Türkiye ortalaması 40’ta 12 iken, tümünü doğru yapan aday sayısı sadece 6.
Geçen yıl yüzde 73 olan LYS için geçerli olan 180 puanı aşma oranı da bu yıl yüzde 68’e geriledi. Sınava giren adayların yüzde 55’ini erkekler, yüzde 45’ini kızlar oluşturdu. Kız adayların geçmiş yıllarda olduğu gibi erkeklere göre daha başarılı olduğu görüldü. Erkek adayların yüzde 65’i kız adayların yüzde 72’si, 180 ve üzerinde puan alarak LYS’ye girme hakkını kazandı.
 40 soruluk Fen testinde adayların net ortalaması son 3 yılda kademeli olarak düşmeye devam etti. 2011’de 4,11, 2012’de 3,56 olan test ortalaması bu yıl 3,5’a düştü. Adaylar, Matematik testinde 7,5 (geçen yıl 6,9), Sosyal Bilimler testinde 12,1 (geçen yıl 11,6) net ortalamasını yakalayabildi. Türkçe testinde geçen yıl 18 olan net ortalaması, bu yıl 16,8’e düştü.
 Geçen yıl Türkçe testinde 929 aday tüm sorulara doğru yanıt vermişti. 2013 YGS’de geçen yıl bin 316 adayın tüm soruları doğru yanıtladığı Matematik testinde bu yıl, 2417 aday 40 soruya da doğru yanıt verdi. Geçen yıl 56 adayın tümünü doğru cevaplandırdığı Sosyal Bilimler testinde bu yıl 6 aday, geçen yıl 437 kişinin tümünü doğru yanıtladığı Fen Bilimleri testinde ise bu yıl 91 aday tüm soruları doğru yanıtladı.
 Genel liselerin 180 puanı aşmadaki başarıları da yüzde 79’dan, yüzde 72’ye düştü. Endüstri Meslek Liseleri 32 sorunun yeterli olduğu 180 puanı aşmada 2012’de yüzde 33 başarı sağlayabilirken, bu oran bu yıl yüzde 28’e düştü. Teknik Liselerde başarı yüzde 70’ten yüzde 68’e; Kız Meslek Liselerinde yüzde 52’den yüzde 50’ye geriledi. İmam Hatip Liselerinde ise ortalama değişmedi. Geçen yıl 180 puanı aşmada yüzde 72 başarı sağlarken, bu yıl da aynı başarı oranını korudu.
2013-YGS HAKKINDA SAYISAL BİLGİLER
ÖSYS’ye başvuran aday sayısı: 1.924.563
Sınava giren aday sayısı: 1.805.125
Sınavsız geçiş için başvuran aday sayısı: 71.746
Ceza infaz kurumlarında sınava giren aday sayısı: 2.327
YGS-2013 İllerin YGS Puan Ortalamasına Göre Başarı Sıraları
2013 SIRA
İL
2012 SIRA
1
ANKARA
2
2
KARABÜK
3
3
DENİZLİ
 
4
AYDIN
4
5
ISPARTA
8
6
KIRŞEHİR
5
7
ESKİŞEHİR
 
8
ANTALYA
 
9
BURDUR
1
10
KARAMAN
 
11
KAYSERİ
7
12
NİĞDE
 
13
YALOVA
10
14
BURSA
 
15
BALIKESİR
 
16
İZMİR
 
17
UŞAK
9
18
KIRKLARELİ
 
19
KONYA
 
20
BAYBURT
 
21
NEVŞEHİR
 
22
KİLİS
6
23
ERZURUM
 
24
EDİRNE
 
25
KIRIKKALE
 
26
İSTANBUL
 40
27
KÜTAHYA
 
28
MERSİN
 
29
AKSARAY
 
30
TUNCELİ
 
31
BİLECİK
 
32
TEKİRDAĞ
 
33
SİNOP
 
34
ELAZIĞ
 
35
KASTAMONU
 
36
SAMSUN
 
37
MUĞLA
 
38
TRABZON
 
39
ÇANAKKALE
 
40
HATAY
 
41
MALATYA
 
42
KOCAELİ
 
43
TOKAT
 
44
ÇORUM
 
45
ERZİNCAN
 
46
ZONGULDAK
 
47
MANİSA
 
48
SİVAS
 
49
OSMANİYE
 
50
BARTIN
 
51
GÜMÜŞHANE
 
52
AFYONKARAHİ
 
53
BOLU
 
54
SAKARYA
 
55
AMASYA
 
56
GİRESUN
 
57
ÇANKIRI
 
58
ORDU
 
59
KAHRAMANMAR
 
60
ADANA
 
61
ARTVİN
 
62
YOZGAT
 
63
RİZE
 
64
GAZİANTEP
 
65
DÜZCE
 
66
BİTLİS
 
67
BATMAN
 
68
SİİRT
 
69
ADIYAMAN
 
70
IĞDIR
 
71
KARS
 
72
BİNGÖL
 
73
DİYARBAKIR
 
74
AĞRI
 
75
MUŞ
 
76
ŞANLIURFA
 
77
VAN
 71
78
MARDİN
 
79
ARDAHAN
 
80
ŞIRNAK
 
81
HAKKARİ
 
            Son dört yılın en başarılı illeri 2013 yılı için Ankara, Karabük, Denizli, Aydın, Isparta, Kırşehir, Eskişehir, Antalya, Burdur ve Karaman olarak sıralandı.Geçen yıl sıralama Burdur,Ankara, Karabük, Aydın,Kayseri,Kırşehir,Isparta, Uşak, Yalova ve Kilis şeklindeydi. 2011 yılında da Yalova, Kırşehir, Kayseri, Aydın, Ankara, Antalya, Denizli, Nevşehir, Mersin ve Kırklareli ilk 10 sırayı paylaşmıştı. 2010 yılında Yalova, Kayseri, Aydın, Karaman, Denizli, Ankara, Nevşehir, Ankara, Nevşehir, Kırşehir, Antalya ve Mersin başarılı iller olarak sıralandı.
 
Bütün bu verilere bakarak elbette bir sürü sonuç elde edilebilir.Diğer ülkelerin derslere göre ortalamasını elde edip karşılaştırma yapmak ise bizi karanlık bir kuyunun dibine itecektir.Bu şehrin sakinleri olarak evvela kendi durumumuzu değerlendirecek isek;
Van ili son üç yılda istikrarlı bir şekilde geri gidişini sürdürmektedir.Bu çabayla Hakkari’yle aramızdaki mesafenin kapanması bir sınavlık meseledir.(Aynı üzüntüyü elbette Hakkarili ve diğer tüm şehirlerdeki evlatlarımız içinde hissetmek ahlaki bir zorunluluktur.Amaç ironidir.)Bu düzenli gerileyişin durdurulması adına kamu adına yetki kullanan kişilerin (ilk elden valinin) halka makul bir açıklama yaptıktan sonra problemin giderilmesi için gerekenleri yapması asli görevidir.
BU TABLO VE VERİLRDEN ELDE EDİLECEK İLK SONUÇ BAŞARISIZLIKTIR.BUNU KAVRADIKTAN SONRA SORUMLULUK SAHİBİ OLANLARIN BU DURUMU İZAH ETME SORUMLULUĞUDUR.
Deprem sonrası inşa edilen dersliklerin sayısının depremde yıkılanlardan fazla olması, derslik sayısının önceki döneme göre gözle görülür düzeyde artması,Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin izlerin taşıyan aynı zamanda modern özelliklere sahip gerçekten çok güzel ve albenili okul binalarının inşası, depremde hayatını kaybeden (Allah rahmetiyle muamele etsin onlara) ve depremden sonra atamaları yapılan öğretmenlerin yerine fazladan atamaların yapılması, vs sınav sonuçlarının açıklanmasıyla yaşadığımız depremin şiddetin azaltmamış, bilakis yıldan yıla artan şiddetle varlığını hissettirmektedir.
Tablodan anlaşılabileceği gibi sıralamada ileriye doğru sıçrayışlar gerçekleştiren iller mevcut.Ez cümle bu kabilden olmak üzere İstanbul’un 40. sıradan 16. sıraya yükselmesi gibi.Mesele genel anlamda Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin başarısızlığıyla da izah edilemez, geçen senenin 6.’sı ve bu senenin 22.’si Kilis Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ve yine bu senenin 23. sırasında yer alan Erzurum 30. sıradaki Dersim ve 34. sıradaki Elazığ’da Doğu Anadolu Bölgesinde yer almaktadır.
Vali, Milli Eğitimden sorumlu Vali Yardımcısı, İl Milli Eğitim Müdürlüğü personeli, okul idarecileri, insanlara bu durumun nedenlerini açıkladıktan, müsebbiplerine (kendileri de buna dahil olarak) hak ettikleri kınama ve yaptırımdan    sonra, bu durumun düzeltilmesi adına yapılması gerekenleri kısa, orta ve uzun vadede planlayıp hayata geçirmekle görevlidirler.Bu en asli görevlerinin ilk sırasında yer alır.Bölgesinde bir güç ve cazibe merkezi olma iddiasındaki bir il bunu eğitim dışındaki bir yolla halletmeyi düşünüyor da biz bilmiyoruz?
Son sınav sonuçları, yetkililer açısından bir utanç tablosudur ve yüz kızartıcıdır.Bir daha yüz kızartıcı fiilleri ile karşılaşmamak temennisi ilenaçizane bir öneri ile kendi adıma bir katkı sunmuş olayım.Bu gün Van ilinin Süphan, Yalım Erez, Hacıbekir, Bostaniçi ve her mahallesinde çok zeki ve başarılı olup ta imkan sahibi olmayan öğrenciler var.Bunların tespiti zor değil. Milli Eğitim yetkililerine düşen görev başarılı çocukları 4. sınıftan itibaren tespit ve takip edip, önlerindeki engelleri kaldırmaktır. Başarılı öğrencilerin tespiti ve desteklenmesi Van’nın eğitim konusunda her açıdan daha başarılı olmasını sağlar. SBS ve LGS’de ilk 100’e girecek öğrenciler önceden tespit edilip, çalışmalar yapılmıyor.Bu sene derece yapacak öğrencileri milli eğitim yetkililerinden daha iyi tanıyorum dersem herhalde yalan olmaz.
 
 
 
Fatma ERDEMCİ
 
VAN YGS'DE YİNE SONLARDA YER ALDI!
            Yüksek Öğretime Geçme'nin ilk basamağı olan YGS sınavı milyonları ilgilendiren ve bundan dolayı heyecana sebep olan bir sınav. Bu sınava giren bir buçuk milyondan fazla gencin yanı sıra onların başta anne-babaları, kardeşleri arkadaşları, öğretmenleri dershaneler ve okulları heyecanla bu sınavın açıklanmasını bekler. Bu sene sınav sonuçları sekiz gün gibi kısa bir sürede sonuçlandı ve heyecanın yerini sevinçler, hüzünler ve hayal kırıklıkları aldı, kimi öğrenciler yüksek puanlar alarak kendilerini, ailelerini ve çevrelerini sevindirirken kimi öğrenciler de alınan sonuçtan dolayı hem kendilerini hem de çevrelerini üzmüş oldular.
            Her sene olduğu gibi, bu sene de öğrencilerin yanı sıra şehirler, okullar dershaneler ve aileler de adeta sınava girmiş gibi oldular. Alınan başarı ve başarısızlık toplumun bütün. katmanları için sevinç ve üzüntüye sebep olmaktadır. Çocuğu sınava giren bir anne olarak bu realite beni de yakından ilgilendiriyor; anne olarak evlatlar için sarf edilen maddi manevi çabalar, harcanan zamanlar, yaşanan kaygılar, edilen dualar, beslenen hayallerin ne demek olduğunu çok iyi bilirim.
             Van ili için hüsranla sonuçlanan YGS sınavına çocukları katılan anne-babaların pek çoğunun bu kaygıdan uzak ve bu sonuçtan rahatsız olmadıklarını kim söyleyebilir? Tabi ki bunu söylemek mümkün değil, ama bununla beraber sınav sonrası devlete ve özel sektöre ait kurumların lakaytlığı ve sessizliği, başarıyı getirmek için yeni arayışların içine girmemeleri ve bu başarısızlığı kanıksamaları işin vahametinin kavranmadığını yada kavranmak istenmediğini akıllara getiriyor .
            Van ne yazık ki hep üzülen şehirler arasında yer almaktadır. Özellikle son senelerde alınan sonuçlar Van halkını fazlaca üzmüş ve aynı zamanda düşündürmüştür. Esasen başarısızlığın sebepleri üzerinde durmak, derinlemesine bir tefekkür ve araştırmayı gerektirmektedir. Malum sosyal olayların birden çok sebebi vardır. Bazen bir çok neden bir araya gelerek sosyal hadiselere yön vermektedir. Bu olay sadece üzüntüyle geçiştirilebilecek bir olay da değildir. Zira bu olay Van'ın geleceğini de etkileyecektir. Vanlı gençlerin iyi üniversitelerin iyi bölümlerini kazanmaları, Van'ın geleceğine yapılan bir yatırım olduğu gibi, yeterli düzeyde öğrencinin Üniversitelere gidememeleri veya iyi olmayan bölümlere gitmeleri Van adına büyük bir kayıp olacaktır. Bundan dolayı bu işi enine -boyuna masaya yatırıp nedenleri üzerinde durmak icap eder.
             Ben burada başarısızlığın nedenleri arasında yer alması muhtemel bazı sebepler üzerinde durmak istiyorum. Şunu da hemen ifade etmeliyim ki bir çok kişi bu başarısızlığı geçirdiğimiz büyük depreme bağlama eğilimindedir. Bana göre olayı bu şekilde depreme bağlamak kolaycılık olur, elbette depremin bizim ve çocuklarımız üzerinde etkisi olmuştur. Fakat deprem öncesinde de pek başarılı olduğumuz söylenemez. O dönemde de bir çok kere başarı sıralamasında son 10 il içerisinde yer almışız. Öyleyse bu seneki başarısızlığımızda depremin bir etkisi olsa da tek belirleyici deprem değildir. Bu sebepleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
             1. Bölgede Devam Eden Çatışma Ortamı
            Öğrencilerin önemli bir kısmının bu ortamdan etkilendikleri kanaatini taşıyorum. Zira öğrencilerin bir kısmının doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak bölgede yaşanan siyasi ve ideolojik çekişmelerin içine çekildiğine tanıklık etmekteyiz. Çocukların bu şekilde politize olması, onların ders ve eğitim başarıları için sarf etmeleri için gereken zihin ve zamanlarını başka başka amaçlar için   harcamalarına zemin oluşturuyor. 
            2. Fiziki Alt Yapının Yetersiz Olması
            Van'da hala yeterli sayıda dersliğin bulunmadığı; kimi okullarda sınıf mevcutlarının elli-altmışları bulduğu bir vakıadır. Kalabalık sınıf ortamlarında disiplini sağlamak, ders anlatmak zor olduğu gibi öğrencinin ders dinlemesi, anlayamadığı konuları hocaya sorması ve dersten yeterli randımanı alması da mümkün olmamaktadır. Öğretmen yetersizliği, öğretmenlerin kendi branşı olmayan derslere girmeleri, rehber ve danışman hocaların sayısının kafi düzeyde olmaması, öğretmen ve öğrenciler arasındaki iletişim eksikliği, öğrencinin bilgi eksikliğini giderici tamamlayıcı eğitim sisteminin olmaması da bana göre önemli etkenler arasında yer alır.
             3. Ailelerin Durumu
            Ailelerin bir kısmının eğitim düzeylerinin düşük olması çocuklara yeterli teşvik ve desteğin sağlanmaması çocukların sınav başarısını etkileyen önemli etkenler arasında yer almaktadır. Doksan sonrası köylerden kente yaşanan zorunlu göç sonucu Van'a gelen ve şehrinin varoşlarına yerleşen ne kentli olabilen ne de köylü kala bilen insanların sosyal ekonomik sorunlar yaşamaları, ciddi entegrasyon sorunlarını da beraberinde getirmiş ve ailelerin bir çoğunun politize olmasına zemin hazırlamıştır. Ayrıca geçim sıkıntısı çeken ailelerin okula giden çocuklarını çalıştırmaları, çocuklarını dershanelere gönderememeleri de başarısızlığın önemli etkenlerindendir. Mevcut etkenler çocukta sağlıklı ve etkili bir eğitim donanımı ve gelecek tasavvurunu engellemektedir.
             Esasen Van'ın başarısızlığını incelerken aynı zamanda başarı yakalamış ve her yıl bu başarısını devam ettiren İllerin başarı sırrını da keşfetmek, incelemek gerekmektedir.
             Son beş yılda başarı sıralamasında ilk on'da yer alan Kilis, Karabük, Kırşehir, Bolu, Yalova gibi şehirlerin başarılarını devam ettirdikleri her zaman ilk onun içinde yer aldıkları görülmektedir. Örneğin bu illerden Kilis'in Milli Eğitim Müdürüyle başarının sırrı konusunda yapılan bir röportajda o başarının sırrını şu şekilde açıklamıştır: Bizde il bazında her 30 öğrenciye bir öğretmen düşmektedir. Dolayısıyla öğretmen açığımız olmadığı gibi yeterli düzeyde öğretmene sahibiz. Ayrıca Rehber öğretmenlerimiz velilerimizi en az senede iki defa ziyaret ederek, öğrenciye göre programlar geliştirmekte ve programın yönetilmesini annelere bırakmaktadırlar. Yine rehber öğretmenlerimiz baba'ya meyve hazırlama, anneye kontrol görevi vererek aileyi bir bütün olarak eğitim ve öğretim sürecinin içine katmaktadırlar" Diğer başarılı illerin hikayeleri de benzer görünmektedir. Bu bizde hem ilgi hem de fiziki şartlar bakımından yetersizliklerin olduğunu göstermektedir.
             Sorun iyi bir şekilde teşhis edilmezse tedavi yapılamayacaktır. Bu gerçekten hareketle Van'ın önümüzdeki yıllarda başarı yakalayabilmesi için idari birimlerin, okulların dershanelerin ve velilerin yapması gerekenler var.
            1. Öncelikle Valiliğin işe el atarak Milli Eğitim Müdürlüğünün derslik ihtiyacını karşılaması ve yeterli sayıda öğretmenin temini için gayretini ortaya koymalıdır. Şunu ifade etmek gerekir ki Van'ın en önemli okulu olan Fen Lisesinin bile yeterli düzeyde öğretmenleri yok. 2010 da benim çocuklarım da orada okumaktaydılar okulların açılmasının üzerinden 1, 5 ay geçtiği halde toplantıya gittiğimizde bazı derslerin boş geçtiğin gördük.
             Öğretmen açığının daha okullar açılmadan tespit edilmesi ve buna göre tedbirlerin alınması gerekmektedir. Ayrıca en fazla 30 kişinin olduğu sınıflar oluşturmak için yeterli dersliklerin bir an önce yapılması gerekmektedir.
                2. Okulların velilerle diyaloğa geçerek ve rehber öğretmenleri aktif çalıştırarak öğrencilerin şartlarının yerinde görülmesini sağlamaları ve buna uygun programın hazırlanması için  gayret göstermeleri gerekmektedir.
            3. Dershanelerin sadece derece yapan bir kaç öğrenciyle uğraşmak yerine topyekün bir ilerleme sağlanması için vizyon değişikliğine gitmeleri gerekmektedir.
            4. Aileler ziyaret edilerek onlara eğitimin amacı, hedefleri ve faydalarının anlatılması ve onların bir şekilde eğitim sürecinin içine katılmaları gerekir.
            5. Öğrencilerin kendilerini aşmaları için okuma alışkanlığının kazandırılmasına yönelik çok yönlü bir çalışmanın yapılması gerekmektedir
             Başarısızlığın sebepleri çok olduğu gibi başarıyı yakalamanın yolu da bir çok sebebe sarılmaktan geçmektedir. Dolayısıyla başarının erken bir sürede gelebilmesi için valilik, Milli Eğitim Müdürlüğü, Okullar, Dershaneler ve Ailelerin birlikte çalışması zorunludur. Bu birlikteliği sağlamak için de toplantılar düzenlemek bu kesimleri bir araya getirmek önem arz etmektedir. Umarım bu çabaları başarıyı getirir.
            Sonuç itibariyle yukarıda da ifade edildiği gibi bu sorun çok mühim toplumsal bir meseledir. Çözümü de ancak toplumun bütün katmanlarının elini taşın altına koymasıyla mümkün olabilir. Eğitimden sorumlu hükümet yetkililerinin Van ve Van'ın durumunda olan illerin eğitim problemlerinin olduğunu kabul edip çözüm için sağlam ve köklü adımlar atmaları gerekir. Yerelde de bütün kamu kurumlarının atanmış ve seçilmişleriyle bütün yetkililerinin üzerine düşeni yapmaları gerekir. Özel sektörün de öğrenciyi sadece bir müşteri olarak görmekten vazgeçip öğrencilerin başarısına odaklanması kaçınılmazdır. Ailelerin üzerlerine düşenin sadece ekonomik yükümlülükler olmadığını asl olanın çocuklarına manevi destek sağlamaları olduğunun farkına varmaları gerekir.
            Toplumsal sorumluluk bağlamında başarıyı sadece kendi çocuğumuzun başarısı olarak görmekten geri durup, Van'ın tüm çocuklarını kendi çocuğumuz olarak görmek gerekir. Peygamber efendimizin "kendi nefsiniz için istediğinizi Müslüman kardeşiniz için de istemedikçe gerçek mümin olmuş olmazsınız" hadisi de bize yol gösterici olmalıdır.
 Rabbimizden niyazımız da " Onlardan Rabbimiz ! bize dünyada iyilik ver ahirette iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru" diyenler de vardır" (Bakara 201) ayetinde buyurduğu gibi bize ve çocuklarımıza dünyada ve ahirette iyilikler vermesi ve ateşinden korumasıdır
 
 
 
 
VAN EĞİTİM SİSTEMİ NE KADAR SAĞLIKLI?
 
Yakup Aslan
 
Toplumun gelişmesine katkı sağlayabilecek nitelikli insan gücünü, irfan perspektifinde her zaman zinde bir halde tutacak, sosyal kırılmaları doğuran hantallıktan kurtaracak en önemli kurumların başında eğitim sistemi gelir. Önemli bir gücünü ve ilmi dikkatini bu sosyo-kültürel alana yatırım yapan ülkeler her zaman ileri noktada olmuş ve zamanı yakalamışlardır. Olaya ideolojik ve reel olmayan dinamiklerin dar penceresinin bakış açısı çerçevesinde yıllardan beridir bu topraklar üzerinde zihinsel faaliyetlere ve özgün/özgür eğitim çalışmalarına önem verilmemiştir ve bunun neticesi de kuşkusuz toplumun ağır bedelleri göğüslemesiyle sonuçlanmıştır.
Avrupa veya başka ülkelerde yaşayan insanlar hangi dili konuşuyorlarsa, eğitim sisteminden bunu talep edebiliyorlar ve onlara tayin edilen eğitimciler de belli kriterlerle en kaliteli eğitimi sunabiliyorlar. Bu talep sorun olmadığı gibi, yeni sorunların doğmasına da yol açmıyor. Hiçbir gelişmiş ülkenin, ötekileştiren bir eğitim sistemi yoktur ve hiçbir ülke resmi kurumların kalitesiz eğitiminden dolayı çocuklarını özel okullara gönderme durumunda kalmıyor. Yaşadığımız bu topraklardaki eğitim kalitesi çocukluğumuzdan bugüne kadar hiçbir zaman verimli olmadı. Ülkenin batısında belli bir sisteme oturtulan eğitim, bizde hep programsız, denetimsiz, eksik, sorunlu ve belli bir seviyeyi yakalamada sıkıntılı olan düzeyde olmuştur. Bizim çocukluk dönemimizde, genellikle matematik, yabancı dil, fizik ve benzeri derslerin hocaları olmazdı… Dolayısıyla çoğunlukla derslerimiz boş geçer ve bizi evlerimize gönderirlerdi. O zaman, cemaatlerin büyük sermayeler dönen özel okulları, dershaneleri de yoktu. Dolayısıyla böyle bir sıkıntılı eğitim bariyerini aşıp, üniversiteye gidebilme becerisi gösterenler parmak sayısı kadardı. Onlar, sergiledikleri bu beceri, zeka açısından toplumun en değerli eğitimli saygın insanlarıydı.
Sonra süreç değişti, yöntemler çoğaldı. Muhalif kimlik anlayışının direnç gücünün kırıldığı hesaplanarak, cemaat eğitimine zemin oluşturmak maksadıyla küçük bir göstermelik rekabet hissedilmeye başlandı. Ancak resmi okullar, zengin çocuklarını özel okullara ihraç eden kurumlar olma fonksiyonunu icra etmekten öteye gidemediler. Proje yine zengin çocuklarına yönelik oldu. İmkanı olmayan, o yüklü paraları ödemeye gücü yetmeyen öğrenciler yine temelde, anlayışta ve zihniyette değişmeyen eğitim kurumlarına mecbur ve mahkum oldular. Peki durum gerçekten de bu kadar karamsar bir tabloyu mu arz ediyor? Evet, maalesef. Derinlerde devam eden rekabet ve çatışmaya bakmadan, başbakanın “dershaneleri kapatacağız!” ifadesi, eğitimin yeni bir şekil alacağı, kalitesinin, seviyesinin yükseleceği algısını zihinlerimize serpiştirmişti ve bundan böyle bölge ayrımı yapılmadan, hiçbir öğrenci ötekileştirilmeden eşit şartlar altında eğitim imkanlarının oluşabileceğini düşünmüştük. Kıyafet serbestisi uygulamasının başlatılmış olmasına rağmen, devletin tek tipleştirmeyle belirli kartelleri zenginleştirme arzusunun yeniden belirmesinin dışında, şu ana kadar eğitimin keyfiyetinin yükseltilmesi alanında ciddi bir teşebbüse rastlanmış değil. İnsanlığın ilk döneminden itibaren, insanoğlu kendisini, çevresini, zamanın akışını tanıma ve bunlarla ilintili sosyal, siyasal gelişmelere uyum sağlamak çabası içerisinde olmuştur. Bunların düzenlenip daha iyiye götürülmesi amaçlanmış, eğitim bunun en etkin aracı olmuştur. Bunda başarı olanlar, zamanın ruhuna uygun bir şekilde ilerlemişlerdir. Türkiye’de uzun tarihlerden beri eğitim gerçek mecrasından başka alanlara kaydırılmış, egemenlerin zihin dünyasının ürünü olan teorik bilgiler, gereksiz bir takım düşünceler çocukların zihinlerine empoze edilmiş, çağın gerisinde kalan ezberlerle, sembollerle, yanlış bilgilerle çağı yakalaması önlenmiştir. Çocukluk çağında bilimsel erdemlerin, ilmi faziletin eğitim içerisinde verilmesi gerekirken tamamen ezbere dayanan hurafelere yönelmeleri tercih edilmiştir. Bunun neticesi de bugün dünyanın gerisinde kalmak, ilimden/irfandan uzak kalmak olmuştur. Örnek olarak, eğitimine, özgür ilmi çabalarına önem veren ülkeler kumdan bilgisayar çipi yapabilecek kadar, tarihin/çağın ruhuna göre hareket ederken, eğitimlerini önemsemeyen, birtakım kuruntu yüklü tabularıyla ideolojik ezberlerine, bağnazlıklarına takılmış olan ülkeler, kumu sadece inşaat malzemesi olarak kullanma zihin tutsaklıklarını devam ettiriyorlar. Vizyonu olmayan ve özgür iradelere tahammül edemeyen bu donuk zihniyetin geliştirebileceği eğitim dünyası, bugün neticelerine şahit olduğumuz eğitimden ibarettir.              
Bilimsel, sosyal çağı yakalayabilmenin yolu sağlıklı bir eğitimden geçer. Cehaletin sindirilmesi, eğitimde entelektüel disiplinin sağlanması, erdemli/ahlaki karakter sahibi bir neslin yetiştirilmesi, kültürel birikim ve çağın ruhuna uygun gelişimin organize edilmesi ancak eğitim sisteminin gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkarılmasıyla mümkün olabilir. Sosyo-kültürel savrulmalar, ekonomik alandaki başarısızlıklar, ileri seviyedeki ülkelerin gerisinde kalmalar, tamamen eğitim-öğretimin arzulanan seviyeyi yakalayamamasından, gizli cehaletin ilmin, bilimin yerini istila etmiş olmasından kaynaklı olduğunu söylemek abartı olmaz. Eğitim programı kapsamındaki sorun, okunan derslerin yeterli olmayışı ile sınırlı değil; okul binasından başlayarak temizlik, öğretim metotları, müfredat tercihi, eğitim araçları, tavır, hareket, mükafat, disiplin yönetmelikleri, hatta öğretmen, öğrencinin kıyafetleri ve atanan eğitmen gibi geniş bir alanı da kapsıyor. Doğu ile Batı eğitimindeki ayrımcılık da sorunu daha fazla katmerleştirmektedir.
Bilindiği gibi Van’daki ikinci depremle birlikte şehir büyük oranda göçe zorlanmış oldu. Biz de göç etmek zorunda kaldık ve çocukların yarım kalan öğrenimlerini gittiğimiz İstanbul okullarında devam ettirdik. Hemen ilk günlerde farklılığı rahatlıkla okuyabildik. Çocuğun dersleriyle ilgilenmesi, ödevleri, sosyal etkinlikler, çocuklarla diyalogu geliştirmek maksadıyla gezilerin, tiyatro ve sinema gösterimlerine götürülmeleri önemli bir farklılıktı. Geçen eğitim dönemini mutlu bir şekilde tamamlayan çocuklar, bu dönemde de yarı yılın bitimine yakın bir zamana kadar okudular. Eğitim bütün boyutlarıyla sistemli bir şekilde yürüyordu. Sonra, depremle yaralanmış Van’ımıza geri dönmenin bir vefa borcu olduğu düşüncesiyle yarı yıl bitmeden memleketimize geldik. Bürokratik işlemlerin tamamlanmasının ardından, çocuklarımızı okula göndermeye başladığımız ilk haftadan itibaren, geri dönüşümüze pişman olacak hale getirildik. Sınıf öğretmeni geçici ve branşı olmayan bir işe başlamış ve müfredat konusunda hiçbir tecrübesi yok. Yarı yıl bitti çocuk henüz İstanbul’da ilk ayda öğrendiklerin seviyesine bile ulaşmamış. Ödev yok, sosyal etkinlik yok. Sınıf öğretmenin cevabı da hazır: “Daha fazla ödev veremiyoruz, veliler rahatsız oluyor…” Bu dönem içerisinde her şeye rağmen kabullenmek zorunda kaldığımız o öğretmeni aldılar ve yerine ziraatçı bir öğretmeni atadılar. Öğretmen, kaçınılmaz olarak: “Ne yapabilir ki? Çocuklara çiçek, böcek öğretmekten başka ne yapabilirim?” diyor. Yıllardan beridir bizi böyle bir zihniyete mahkum edenler, bu topraklar üzerinde yaşayan insanların başarılı olmaması için her fırsatı değerlendiren ilkel zihniyettir. “Doğuya yol yapmayın, eğitimde geri kalmalarını sağlayın.” Diyen egemen zihniyet pratikte bunu ciddi bir sosyal proje haline getirmiş gibi… 
Eğitimdeki Doğu-Batı ayrımcılığı, ilkelliği sona erdirilmelidir. Eğer eğitim ve öğretimdeki gaye çağı yakalamaksa ve çağın ruhuna uygun bir şekilde donanımlı nesiller yetiştirmekse, eksiklikler, farklılıklar, aksaklıklar, sorunlar tamamen giderilmelidir. İnsanlık onurunu inciten bu halin devam etmesi, kabul edilir bir durum değildir. Eğer kumu sadece inşaat yapmaktan ibaret sanan zihniyetten kurtulup, kumdan bilgisayar çipi yapma seviyesine ulaşarak zamanın ruhuna uygun hareket edilmek isteniyorsa, bu ilkel anlayışa artık son verilmelidir. Cehaletin esaretinden, kibrinden, militarist anlayışı dayatmasından kurtulmak için sağlıklı bir eğitim yöntemiyle bilginin tabana yayılması sağlanmalı ve münevver, bilgili, özgür iradeli bir neslin yetişmesinin zemini oluşturulmalıdır. Dünyaya bakışımızda, sosyal ve siyasal olguları okumamızda, eğitim ve öğretim alanındaki ayrılıklarımızın temel sebepleri insana ve kainata, hayata ve geleceğe dair hedeflere bakışımızda yatıyor. Bir başka açıdan da bu farklılık, hakikat olarak kabul ettiğimiz değerlere dayanır. Eğitimde, iyi ve kötü konusunda herkesin kabul edebileceği ortak esaslar bulmak bunların birer prensip olarak kabul edilip, uygulamaya konulması, çağın ruhuna uygun hareket etmek anlamına gelir.   Bu alanda yapılacak reformların başarıya ulaşabilmesi için modern ve esaslı bir eğitim programına, ve Doğu-Batı ayrımcılığını sonlandırılmasına ihtiyaç olduğuna kuşku yok. Gelişmiş ülkelerin bilim konusunda yakaladıkları seviye ortada. Türkiye’nin hayalini bile edemediği, evrenin yaratılmasının anlaşılmasına yönelik Big Beng (Büyük Patlama) benzeri bilimsel çalışmalar denemeleri yapıldığına dair bilgi karşısında, tabuları ezberlemekle meşgul eğitim sistemimizin neler hissettiğini merak ediyorum.
Eğitim sistemi bütün ülke çapında tamamen bir enkaz görünümünü veriyor ve yapılan bütün çabalar sadece bir pansumandan ibarettir. İlave olarak Batı ile Doğu arasında her konuda olduğu gibi eğitim-öğretim sahasında da büyük bir ayrımcılık zihniyeti devam etmektedir. Doğuya doğru gidildikçe eğitim zayıflamakta, bakımsızlık, ilmi seviyenin düşüklüğü, yoksulluk, cehalet ve enkaz içerisindeki bir müfredat galiz bir yoğunluk arz etmektedir. Özgür irade, ilim, bilim ve hakikat düşmanlarının tarihin/çağın ruhunu anlamadan tabularının ürünü olan korkularıyla bilimi necis sayarak vesayet altında tutmaya kalkışmaları, bununla da kalmayarak onu imha etmek için ellerinden geleni yapmaları, bu gün karşı karşıya olduğumuz ilkel fotoğrafı imal etmiştir. Bir ülkede, eğitim önemsenmiyor, vesayet altında tutuluyorsa, cahiller akıllıları yönetir ve korkaklar egemenliklerini ve kirli pradigmalarını sürdürmek maksadıyla cesurları ölüme göndermekle yetinirler. Cehalet, hakim değer haline gelirse o toplumda trajedi kaçınılmaz olur.
 
 
 

A.Baki KARACA
 
VAN MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜ’NE AÇIK MEKTUP
 
Sayın Müdür;
 
Evvela yeni görevinizi tekrar tebrik eder başarılar dilerim. Zor, netameli ve dirayet isteyen bir birimin başında bulunmanız dolayısıyla kolaylık, direnç ve hayır dileklerimi bilmenizi isterim. Bu ülkenin genel ve kronik bir sorunu olan eğitim meselesi, özelde ilimizin temel ve can yakıcı sorunlarından biri. Bu sorunu nasıl görüyor, nasıl algılıyor ve ilimizin eğitim performans ve seviyesini nasıl makul bir seviyeye çıkarırsınız, nasıl bir proje ve programa sahipsiniz, bilmek isteriz. Çünkü son üniversite sınavlarında ilimiz açısından ortaya çıkan tablo hepimiz için acı ve utanç verici.
 
Daha konunun başında sizi suçlamak ya da sorumlu göstermek gibi bir niyetimin olmadığını, dahası, ilimize daha yeni geldiğiniz için bu tür ithamlara maruz kalmanızı gerektirecek ne bir yanlış icraat ne de yeterli zaman geçirmediğinizi bilerek ifade etmeliyim. Bu birkaç aylık çalışma sürecinizde ilin yapısal ve kurumsal özelliklerini, işleyişini, çalışma arkadaşlarınızı ve ekipman imkanlarınızı tanıma aşamasında olduğunuzu, gözlem ve analiz süreci içinde bulunuyor oluşunuzu da hesaba katarak ifade ediyorum.
 
Sayın Müdür;
 
Yıllardır bu memleketin çocukları, eğitim açısından hep mağdur ve mazlum oldular. Gerek eğitim olanakları gerekse de eğitim politikaları ve bunların özelde biçimlenmiş uygulamaları bu mağduriyetin ve mazlumiyetin kaynağı oldular. Bunun sistematik ve yapısal sorunlar olduğunu, dolayısıyla da sizi aşan şeyler olduğunu açıkça söylemek lazım.
 
Evvelemirde eğitim felsefesi olarak sağlıklı bir eğitim nosyonuna sahip olmayan, eğitimin ne olduğu konusunda dahi yeteri kadar malzemeye sahip olmayan bir toplum ve devlet yapısından kaynaklanan bir kısırdöngü var. Yine eğitim sosyolojisi olarak kendi gerçeği ile bağdaşmayan bir gerçekdışı bir eğitim anlayışı ve müfredat söz konusu. 12 Eylül askeri darbesi ile biçimlenmiş bir anayasanın eğitim perspektifi ile beslenen bir pedagoji ve formasyon sistematiği hala devam ediyor. Bilgilerin hızla değiştiği ve yenilerinin eklendiği bir çağda palyatif değişimlerle eğitime getirilmeye çalışılan yenilik ve yöntemler darbe anayasasının düşünme biçiminden bağımsızlaşabilmiş değil. Devletin bütün kurumlarında olduğu gibi eğitimde de, sorun çözmek değil sorun yönetmek ahlakı ve yöntemi hâkim. Tabiî ki bu sadece sistemin dayatmaları ve yönlendirmesiyle birlikte, aynı sistemin ürettiği bireylerin, başına geçtiği kurumlarda bunun sonuçlarını tahsil etmesinden kaynaklı bir durum.
 
Okullarda hayatın gerçeğine değmeyen doktriner şeyler öğretiliyor. Eğitim müfredatı ve Talim-Terbiye aynı mantıkla işliyor ve sadece elbise değiştirip makyaj yapılarak güncelleniyor. Öğrenciler bilgiyi ve öğrenmeyi değil belli davranış kalıpları içine sokularak belli amaçlara hizmet edecek mamuller olarak görüldüğünden, okullar da birer fabrikasyon rolü oynuyor. İnsanı ve değeri değil belli ideolojik çıkarları özümsemiş kurşun askerler imal etme amacı her şeye rağmen sistematik olarak devam ediyor. Öğrenme, araştırma, kütüphane değil askeri tektip ve tek zihin anlayışı hala devam ediyor ve insanların irade beyan etme, karar verme hakları olduğu hala görmezden gelinerek nasıl giyineceklerine kadar standartlar getirilerek devam ettiriliyor.
 
Sayın Müdür;
 
Bunlar genel olarak görülen ve birlikte acılarını çektiğimiz kapalı zihniyetlerin ürünü olan kangrenleşmiş sorunlar. İl özeline taşıdığımızda, yerelin imkân ve imkânsızlıkları ile birlikte kültürel ve sosyal unsurların da devreye girmesiyle başkalaşan ve kendine has yeni sorunlar olarak beliren sıkıntılar söz konusu.
 
İl bazında yıllardır devam eden başarısızlık ve düşük düzeyin ekonomik, sosyal, kültürel ve özellikle politik sonuçlarını açıkça görmek lazım. Eğitim kadrolarının ve özellikle öğretmenlerin yetersizlikleri gözle görülecek kadar belirgin. Aynı şeklide okul ile dershane arasında parçalanmış bir öğrenci bilincinin aile ve çevre tarafından baskılanması bir başka sorun olarak önünüzde durmaktadır. Üniversiteye girme hedefi bilim üretmek ve yetenekleri ile ilgili alanlarda yetkinleşmek, bilgi ve değer konusunda derinleşmek değil, bir iş bulma sertifikası edinme düzeyine düşmüştür. Çıkarcı, kaygılı, bencil, kolaycı ve tüketici bir insan profili üreten fabrikalar gibi işlev gören okul ve okullaşma sistemi toplumu her geçen gün daha da sefihleşmeye itmektedir. Gençliğimiz her geçen gün daha da bozulmakta ve geleceğe dair ümidimizi ve enerjimizi tehdit etmektedir. Eğitimde fırsat eşitliği ilkesinin bu memlekette sözde kaldığını görmek için mikroskop kullanmaya gerek yok. Öğrenim yaşının önemli bir yekûnunu aştıktan sonra anadil sorunu dolayısıyla ancak belli kalıpları öğrenmek zorunda kalan öğrencinin altında bulunduğu baskı, onu kendisi olmaktan başka her şeye zorlamaktadır. Depresyona girmiş, gelecek kaygısı taşıyan gençlik, insanlığını ve değerini birkaç saatlik bir sınava bağlayacak kadar bir bunalıma sürüklenmiştir. Her şeyi bir sınav formatında algılamakta ve gerçekdışı bir yaşamın ruhsuz ve tatsız ıstıraplarıyla kıvranmaktadır.
 
Sayın Müdür;
 
Sistemden kaynaklanan ve yapısal çokça arızalar içeren bir durumu bir memur olarak düzeltmenizi ne talep ediyor ne de bu yönde bir beklenti içerisinde olmadığımızı bilmenizi isterim. Ancak bu son üniversite sınavında Van’ın sıralamada sonlarda bulunmasının sebeplerini bir idareci, bir amir, bir öğretmen, bir baba ve bir insan olarak araştırma ve sorgulama sorumluluğunuz vardır. Aynı olduğu iddia edilen (ki ben aynı olduğu düşüncesinde değilim) koşullarda bulunan diğer şehirlerle kıyaslandığında, ilimizin giderek dibe vuran bu eğitim fecaatini izah etmeniz icabı vardır. Okullarda verilen eğitimin kalitesini ve başarı durumunu arttıracak yetkiniz ve imkânınız görev tanımızda bulunmaktadır. Bu konuda bir sorumluluk içerisinde hareket edeceğinizi, basın ve kamuoyu olarak beklentilerimizi cevaplamak ve arzu ettiğimiz araştırmaları yaparak bunu açıklamanızı bekliyoruz.
 
Size karşı herhangi bir önyargı taşımaksızın, aksine herhangi bir olumsuzluğunuz görülmediğinden hüsnü niyetle başında bulunduğunuz kurumun ve sizin itibarınız açısından bu beklentiyi karşılamanız herkes için olumlu ve hayırlı olacaktır. Samimi, sorumlu, dikkatli ve titiz bir çalışma ile ilimizdeki eğitimin bir tablosunu çıkarmanızı, neler yapılabileceğini ve aksak yönlerin açık yüreklilikle teşrihini gerçekleştireceğinize dair talep ve umudumuzu paylaşacağınıza inanıyorum. Aynı şekilde okul çevrelerinde türemiş çeteleri, velilerin kaygılarını, öğrencilerimizin altında bulunduğu çevresel tehditleri, sosyal paylaşım mekânlarını okullarla sınırlı eğitim kapsülü içinde değerlendirmeyeceğinizi ve buralardan kaynaklı sorunları da teşhis ederek çözüm üreteceğinize dair beklentilerimizi de ifade etmek gerek. Başarısızlık nedenlerine dönük tespit ve teşhislerinizin sadece sınıflardan ibaret olmadığını, geri dönüşümlü olarak bunun toplum çerçevesinde değerlendirilmesi gereğinin farkında olduğunuza eminim.
 
Bir basın mensubu, bir veli, bir baba ve bu toplumun bir bireyi olarak yapacağınız çalışmalarda üzerime düşen sorumluluğu üstlenmeyi ve her türlü yardım ve katkıyı esirgemeyeceğimi şahsım adına taahhüt ediyorum.
 
İnsanla uğraşmanın ve insan yetiştirmenin zorluğu malum. Bu zor işinizde tekrar başarı ve hayır dileklerimi ifade ediyor ve elinizde bulunan imkân ve yetkinin gereğini layıkıyla yapacağınıza dair inancımı ve beklentimi tekrar ediyorum.
 
Allah kolaylık versin.