Eğitim Sistemi Bağlamında Kürt Sorunu

Erkam Beyazyüz, Kaldırım Yayınları'ndan çıkan 'Kürdüm Doğruyum Çalışkanım' kitabını değerlendirdi. Ulus devletlerde hâkim ideoloji ya da resmi ideoloji, iktidarı elde tutmanın en mühim araçlarından biridir. Bu ideolojiyi geniş hal

VAN 20.03.2014 10:51:26 0
Eğitim Sistemi Bağlamında Kürt Sorunu
Tarih: 01.01.0001 00:00

Ulusçu bir devlet formu üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti'nde eğitim; egemen resmi ideoloji olan Kemalizm’i toplumun her kesimine yaymak, toplum tarafından benimsenmesini sağlamak maksadıyla bir silah olarak kullanılmıştır. Türkiye'de eğitim sistemi, resmi ideolojinin idealize ettiği insan tipini yüceltirken kendi gibi olmayanı ötekileştirmiş, yalnızlaştırmış, bununla da yetinmeyip onu bir tehdit unsuru olarak sunmuştur.

Halka rağmen kurulan ve tabanı olmayan bu sistem (Kemalist ideoloji ve sistem) insanlara istedikleri gibi yaşama, düşünme, inanma diğer bir deyişle var olma hakkı tanımamıştır. Kürtler, Aleviler, Müslümanlar, Ermeniler, sair gayr-ı Müslim unsurlar, bu tek tipçi anlayışın ve resmi eğitimin kurbanı olmuşlardır. Mesela uzun yıllar devam eden bunaltıcı baskı ve asimilasyon politikaları, Kürt sorununun oluşmasına sebebiyet vermiştir.

Askeri vesayetin büyük oranda aşıldığı, resmi ideolojiyle ciddi bir yüzleşmenin yaşandığı son dönemlerde Kürt sorununun çözümü adına önemli adımların atıldığını, normalleşme sürecinin önünün açıldığını söyleyebiliriz. Ancak daha çözülmesi gereken bilhassa eğitim alanında birçok problemin olduğunu vurgulamamız gerekmektedir. Kürt olmayan ama Kürt sorunu çözülene kadar “Kürt olduğunu” söyleyen Ufuk Çoşkun,Kaldırım Yayınları'ndan çıkan Kürdüm Doğruyum Çalışkanım adlı derleme kitabında Kürt sorununu eğitim çerçevesinden ele aldığını ifade ediyor. Ancak kitapta Kürt sorunundan ziyade Türkiye'deki eğitim sisteminin yanlışlıklarının ele alındığı söylemekte fayda var. Kürt sorunu daha çok çocukluk hatıralarında kendine yer buluyor. Kitaba Kürt sorunu çerçevesinde değil de eğitim sistemindeki yanlışlıklar çerçevesinden yaklaşılırsa daha isabetli ve beklentileri karşılar nitelikte olacağı kanaatindeyim.

Yazar kitabı 3 bölüme ayırmış. İlk bölümde Türkiye'de Cumhuriyet Dönemi "milli eğitim" sistemini, yapısını, kanun ve yönetmeliklerini, ders kitaplarının içeriklerini etraflıca değerlendiriyor. İkinci bölümde günümüz eğitim anlayışını yine kanun, yönetmelik ve ders kitaplarının içeriğine değinerek açıklıyor. Son bölümde ise Kürt sorununun ve eğitim sistemindeki bozuklukların çözümüne yönelik öneriler ve bunların dünyadaki örnekleri üzerinde duruyor.

Ulus-Devlet ve Milli Eğitim Sistemi'nin Kodları

kurdum_dogruyum_caliskanim.jpgYazar Cumhuriyet döneminde milliyetçi esaslara dayanarak oluşturulmak istenen eğitimde asıl kırılmanın 1924 yılında yürürlüğe giren Tevhid-i Tedrisat kanunuyla yaşandığını ifade ediyor. Saruhan Mebusu Vasıf Çınar ve arkadaşları, Tevhid-i Tedrisat Hakkındaki Kanun Teklifi'ni TBMM’ye sunarken, kanunun gerekçesiyle ilgili şu beyanlarda bulunuyorlar: "...Bir millet efradı ancak bir terbiye görebilir. İki türlü terbiye, bir memlekette iki türlü insan yetiştir. Bu ise vahdet-i his ve fikir ve tesanut gayelerine külliyen muhildir..." (s. 35) Bu beyanlar bize, tek-tipçi eğitim anlayışının tohumlarının bu dönemde atıldığını göstermektedir. Bu kanun uygulanışı itibariyle, devlet denetimi dışında eğitim veren tüm öğretim kurumlarının varlığına son vermiş, din eğitimi devletin kontrolü altına alınmış ve vakıflar da devletin tasarrufuna verilmiştir. Tevhid-i Tedrisat yasası bugün hala, farklı kesimlerin kendi inanç sistemlerine göre insan yetiştirmesinin önündeki en büyük engeller arasındadır.

Tek parti dönemindeki ders programlarına ve ders kitaplarının içeriklerine de değinmiş Ufuk Coşkun. Faşist zihniyetin ders kitaplarına nasıl yansıdığını görmemiz açısından gerekli bir temas olduğunu söyleyebiliriz. Dönemin ders kitabı müelliflerine göre; kafatası kolay kolay değişmeyeceği ve babadan oğula genetik olarak geçeceği için değişmez bir ölçü olarak kabul edilmiştir. Bu bağlamda ‘Yurt Bilgisi’ ders kitabında geçen şu bilgiler dikkat çekicidir: ''İnsanları hareket ettiren, düşündüren, söyleten, akıl ve zekânın merkezi ve kaynağı olan beyin, kafatası içindedir. Onun biçimiyle ilgilidir. Geniş kafalı olanların dimağı, beyni daha geniş olur ve daha akıllı ve zeki olurlar. Türk ırkı Brakifesal (geniş kafalı) 'dir. Dünya üzerinde geniş bir tarih ve medeniyet yaratmış olan Türk ırkı benliğini en ziyade korumuş olan bir oruktur. ” (s. 58) Takdir edersiniz ki ‘Din Kültürü’ kitaplarının içeriği toplum için ayrı bir önem arz etmektedir. Abdülbaki Gölpınar’ın yazmış olduğu ‘Din Kültürü’ kitabından şu bölümü ele alalım: “...Ben bir Türk'üm ve Müslüman’ım, Allah'ımı severim. Herkese hayırlı olacağım; milletimi cehaletten, bağnazlıktan kurtaran, medeniyetin nuruna kavuşturan Cumhuriyet'i yaşatacağım. Milli ve dini imanımla yaşayacağım. Yaşasın Cumhuriyet! “ (s.62) Müslüman, iman gibi kavramlarımızın içlerinin tamamen boşaltılıp, faşizmin hizmetine nasıl da sunulduğunu en somut haliyle bu satırlarda görmekteyiz.

Cumhuriyet dönemi asimilasyon politikalarından, vs’den bahsettikten sonra günümüzde sorunun çözümüne yönelik sarf edilen gayretlerden de bahsediyor yazar :“...Türkiye'nin son yıllarda eğitim alanında attığı radikal adımlar, eğitimin köklü sorunlarına temas etmesi açısından elbette önem arz etmektedir. Ömer Dinçer'in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde 1926 yılından beri var olan ve içeriğinin askerler tarafından belirlendiği Milli Güvenlik Bilgisi dersinin kaldırılması, resmi geçit törenlerinde yapılan düzenlemeler, MEB Teşkilat Kanunu’ndaki değişiklikler, eksik olmasına rağmen kıyafet serbestliği ve seçmeli dersler gibi önemli reformlar ve son olarak da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kamuoyuyla paylaştığı ‘demokratikleşme paketi’nden çıkan 80 yıllık militarist bir uygulama olan andımızın kaldırılması, başörtüsü serbestliği, özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitimin önünün açılması gibi reformlarla devam etmektedir... Bu tür köklü reformlar elbette bazı kesimleri rahatsız etti. Bu kesimler eğitimde militarizmin devamından yana tavır alıyorlar çünkü onlara göre çocuklar, üzerinde yatırım yapılan birer nesnedir. Onlar çocuklara doğrudan çocuk oldukları için değil, ileride rejime sadık, itaatkâr, tek-tip bireyler olacakları için değer verirler.” (s.33-34)

Modern Türkiye ve Milli Eğitim Sisteminin Araçları

Coşkun ikinci bölümü, “tek parti dönemiyle günümüz eğitim politikalarının ne denli örtüşüp örtüşmediğini açık etmek içinele aldığını söylüyor. (s.71) Günümüzde eğitim 1982 Anayasası’nın 42. maddesi gereğince işlev görmektedir. (s.71) Tevhid-i Tedrisat Kanunu ise devrim kanunları arasındadır ve anayasanın 187. maddesiyle koruma altına alınmıştır. Eğitim hayatını tanzim eden bir diğer kanun da 14.06.1973 tarihinde kabul edilen ve hala yürürlükte olan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'dur. Bu kanuna 1983 yılında yapılan ekler ise 12 Eylül Darbesi’nin derin izlerini taşımaktadır. İlave edilen maddelerden 10. maddeye göz atalım: "Eğitim sistemimizin her derece ve türü ile ilgili ders programlarının hazırlanıp uygulanmasında ve her türlü eğitim faaliyetlerinde Atatürk inkılâp ve ilkeleri ve Anayasada ifadesini bulmuş olan Atatürk milliyetçiliği temel olarak alınır." (s.74) Yürürlükte olan bütün bu kanun ve yönetmeliklerden yola çıkarak günümüzde eğitimin, reformlara rağmen, hala tek tipçi zihniyetin esiri olduğunu söyleyebiliriz. Günümüz ders kitaplarının içerikleri de bu iddiamızı doğrular niteliktedir.

Dünyadaki Örnekler ve Çözüm Önerileri

Kitapta Kürt aydın, yazar, şair, aktivist, akademisyen ve eğitimcilerin öğrencilik anılarına yer verildiğinden bahsetmiştik. Öğrencilik anılarına, yaşanılan sıkıntılara, zorluklara baktığımızda, bütün bu mağduriyetlerin temelinde anadil probleminin olduğunu görüyoruz. Coşkun da Kürt sorununun temelinde anadil probleminin yattığı kanaatinde. Bu bağlamda çok dilli eğitim anlayışının, eğitimde yerelleşmenin günümüz ülkelerindeki uygulamalarını, doğurduğu sonuçları, sağladığı faydaları bu bölümde sıkça işliyor.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin madde 26/3’ünde ifade edildiği gibi: “Ana-baba, çocuklarına verilecek eğitimin türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler” (s.176) denilerek eğitimde ailenin rolünün yükseltildiğini belirtirken, Türkiye’de her şeyden evvel çocuğun devlete değil aileye ait olduğu gerçeğinin kabul edilmesi gerektiğine dikkat çekiyor ve ilave ediyor: ''...Hiçbir aile çocuğuna devletin dinini öğretmek mecburiyetinde değildir. Aile çocuğunu, yasalara uygun olarak ister dindar ister seküler ister liberal isterse de milliyetçi yetiştirebilir. Ama buna devlet karar veremez.'' (s.176)

“Herkesten toplanan vergilerle finanse edilen eğitimin sadece belirli bir kesimin işine yarayan gayri adil bir faaliyet olmaktan çıkarılması...'' gerektiğini, bunun yönteminin de eğitimi büyük ölçüde özelleştirmek ve yerelleştirmek olduğunu söylüyor. Ve ekliyor: ''...Ekonomisiyle müfredatıyla, ders kitaplarıyla devletten tamamen bağımsız okulların açılmasına imkân tanınmalıdır. Devlet bu okulların müfredatını yalnızca insan hakları açısından denetleyebilmelidir...'' (s.214)

Kitap derleme olması hasebiyle ciddi bir konu bütünlüğe sahip değil. Yine aynı sebeple alakalı yer yer tekrarlara, benzer örneklere, aynı beyanlara rastlıyoruz. Yazının başında da vurguladığımız gibi kitap, eğitim sistemindeki yanlışlıklar, bozukluklar kapsamında ele alındığı takdirde beklentileri karşılayabilecek nitelikte.

Erkam Beyazyüz / Haksöz Haber