EBU HUREYRE’NİN DOKUNULMAZLIĞI

Bekir Sağlamer

VAN 14.08.2017 10:31:05 0
EBU HUREYRE’NİN DOKUNULMAZLIĞI
Tarih: 01.01.0001 00:00
 İnsanlara olması gerekenleri değil de olması istenilen prensipleri dayatmak ve kabul ettirme girişiminde bulunmak için geliştirilen politikalar içerisinde din de nasibini almış bulunmaktadır. Dinin kullanılarak beyinlerin nefse hapsedildiği; hakikatlerin ise batıla kurban edildiği durumlardan biri de makam-mevki, menfaat ve çıkar sağlamak uğruna birilerinin maşa olarak kullanılması ve hemen ardından o maşaların gizlendiği veya korunduğu dokunulmazlık sembollerin üretilmesidir.
Sözlerin hakikatine ve hakikatin sözlerine kulak vermek; fıtratını inkâr edenlere, referansı ilahi olan sözleri katledenlere karşı kaynağı evrensel ve hak olan bir akıl birliği içerisinde uyanıklığımızı uyutmamak kaydıyla dik durmak, hem insani hem de İslami bir duruştur. Eğer lazım gelen bu davranışlardan uzak kalarak bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışıyla hareket edersek sırası geldiğinde o yılan, her bir hücremize bin dokunup tüm benliğimizi zehirleyecektir.
İnsanlara olması gerekenleri değil de olması istenilen prensipleri dayatmak ve kabul ettirme girişiminde bulunmak için geliştirilen politikalar içerisinde din de nasibini almış bulunmaktadır. Dinin kullanılarak beyinlerin nefse hapsedildiği; hakikatlerin ise batıla kurban edildiği durumlardan biri de makam-mevki, menfaat ve çıkar sağlamak uğruna birilerinin maşa olarak kullanılması ve hemen ardından o maşaların gizlendiği veya korunduğu dokunulmazlık sembollerin üretilmesidir. Elçiye zeval olmaz düşüncesiyle kurban edilen aracılar da elbette ki görevini yapmakla mükellef kılınmış ve onların itirazları da toprakta gömülü bir hal almıştır.
Biz Müslümanların en önemli görevi, tek bir akıl üzerinde cem olmaktır. Çatısı altında yekvücut olacağımız o tek akıl ise hayat rehberimiz olan Kur’an aklıdır. Kime veya kimlere isnat edilirse edilsin, ne amaçla olursa olsun, kimler üzerinden rivayet edildiğine bakılmaksızın Kur’an ahlakına ve aklına aykırı hiçbir söz İslam diye hayata geçirilmemeli, o sözlerden de medet umulmamalıdır.
Etken problemlerden biri de Peygamberlik zırhının ardına sığdırılmış sözlerin “nasıllığını” göz ardı ederek “iman” olgusuna o sözleri dâhil etmektir. Fıtrata aykırı olmayan her bir sözün aklının var olduğu gerçeği kadar o sözleri işiten kulağın, dillendiren dilin ve o sözlere ışık olan gözlerin de bir aklı olduğu gerçektir.
Peygamber’in, sakındıkları karşısında Allah’a sığındığı; ne Kur’an iradesine ne de insan aklına asla hitap etmeyen rivayetleri ile ünlü Ebu Hureyre de eminim bu rivayetleri karşısında büyük şaşkınlık içerisinde kalmıştır tıpkı bizim gibi. Ebu Hureyre’nin ismini bilmeyen veya onu tanımayan kimsenin olmadığı kanaati içerisindeyim. Çünkü “hadis” mefhumu adı altında rivayet edilenlerin büyük payını Ebu Hureyre kapmıştır. Bu yarışta Ebu Hureyre, şampiyonluk unvanına kavuşmuş ve ben de onun bu şampiyonluğunu kutlamak adına bir şeyler zikretmeyi kendime görev addettim. Fakat bu şampiyonlukta başarı değil, yenilgi söz konusudur. İster istemez akla gelecek sorulardan birisi de şu olacaktır: “Yenilginin şampiyonluğu mu olur?”  Ebu Hureyre, “hadis” başlığı altındaki rivayetlerinin sayısı gereği şampiyonluğa ulaşmış; ancak bu rivayetlerin Kur’an karşısında hükümsüz kalması da onu yenilgiye mahkûm kılmıştır.
Şimdi de Ebu Hureyre’nin nakletmiş olduğu bazı rivayetleri göstermekle birlikte Kur’an’ın, bu rivayetlere bakış açısını göstermeye gayret edeceğim.
Tirmizi’de geçen bir rivayete göre Ebu Hureyre: ‘’Resulullah ile birlikte bir yere indik. Halk, geçmeye başladı. Resulullah: ‘’ Ey Ebu Hureyre! Bu kim?’’ diye sordu. Ben de: ‘’Falanca’’ dedim. Resulullah da: ‘’Bu, Allah’ın ne iyi kulu!’’ dedi. Resulullah: ‘’Peki şu kim?’’ diye tekrar sordu. Ben de: ‘’Falanca’’ dedim. Resulullah da o kişi için: ‘’Bu, Allah’ın ne kötü kulu!’’ dedi. Bu hal, Halid bin Velid gelinceye kadar devam etti. Resulullah tekrar: ‘’Bu kim?’’ diye sordu, ben de: ‘’Halid bin Velid’’ dedim. Sonra Resulullah da: ‘’Bu, Allah’ın ne iyi kulu! Bu adam, Allah’ın kılıçlarından bir kılıç’’ buyurdu. Bu rivayetiyle Ebu Hureyre hem Allah’a ve Kur’an’a hem Resulullah’a hem de akla çok büyük ayıp, kendisine de yazık etmiştir. Bunları dile getirdiğimizde vahiysiz bırakılmış bir akla sahip olan birilerinin temelsiz savunma mekanizmaları gelişiyor ve birilerinin  karşı karşıya kaldığı küfür ithamlarına maruz kaldığı boyutuyla bizler de itham olunmakta ve bunu yapanlar da vicdan sahibi diye nitelendirilmekteler. Enteresan olanı ise bu denli insafsızca yakıştırmalarda bulunanların, Müslüman kimliği adı altında tanınıyor olmasıdır.
Rivayete bakıldığında çıkaracağımız sonuç şudur: Allah’ın Resulü, kişiler hakkında adeta onların kalplerinde olanı görüyormuşçasına hüküm verdiği ve şahısları zann altında bıraktığıdır. Bu sonuca çeşitli gerekçelerle karşı çıkmak mümkündür. Örneğin: Resulullah’ın: ‘’Bu kimdir?’’ diye sorması, onları tanımadığının açık ispatıdır. Bizler de sosyal hayatımızda kişilerin iyi ya da kötü durumlarına hükmedebiliriz. Bu, gayet insanidir ve doğaldır. Fakat birileri hakkında bir yargıda bulunmak için öncelikle o şahısları çok iyi tanımalıyız ve yargılayıcı üslubumuz da Kur’an üslubu çizgisinde olmalıdır. İfade ettiğim gibi Resulullah’ın bu iyi, bu kötü gibi nitelendirmelerde bulunması da onları tanımasıyla mümkün olacaktır. Rivayetten anlaşılıyor ki Peygamber(a.s), onları tanımıyormuş. O halde aklımız, “Resulullah; onların iyi ya da kötü olduğunu nerden biliyordu, yoksa onların kalplerini mi okuyordu?” gibi bir soru ile meşgul olacaktır. Bu soruya Yüce Rabbimiz: ‘’Allah kalptekileri en iyi bilendir’’ (Al-i İmran, 167) ayetinin ışığında bizleri aydınlatmakta ve hakikati bizlere bildirmektedir.
Peygamberler, asla Allah’ın izin vermediği hükümlerde bulunmamıştır. Yüce Rabbimiz şöyle beyanda bulunmaktadır: “Eğer Peygamber, söylemediklerimizi bize atfen kendiliğinden uydurup bize isnat etseydi elbette onun sağ elinden tutar sonra da şah damarını keserdik”(Hakka, 44-46).
Vahiyle donatılmış Hz. Peygamber’e hakaretvari ithamları görmek ve onlara karşı koymak, ancak iman sahibi kimselerin işidir.
Başka bir rivayette Ebu Hureyre ile Peygamber(a.s)’in bir diyalogu, Ebu Hureyre’den naklen şu şekilde vuku bulduğu söylenmektedir: “Ebu Hureyre, birgün Peygamberimize şöyle bir konuşmada bulunmuş: ‘’Ya Resulullah! Senden işittiklerimi hafızamda fazla tutamıyorum.” Bunun üzerine Peygamberimiz: “Örtünü uzat” diye buyurdu. Ben de örtümü uzattım ve Resulullah dua etti. İki mübarek eliyle örtüye doğru nur saçtı ve “Örtünü göğsüne sür” diye buyurdu. Böylece Allah, bana öyle bir hafıza ihsan etti ki işittiğim hiçbir şeyi unutmadım.” Ebu Hureyre, böylece çok çok “hadis” rivayet etmiş.
Ebu Hureyre’nin temsil ettiği zihniyetler de neslini korumak ve Ebu Hureyre üzerinden emellerini gerçekleştirmek için akla-hayale sığmayan yeni bir din inşa etme ideolojisini geliştirmişlerdir. Yine bu ideolojinin harekâtını destekler nitelikte başka bir rivayet de şöyle anlatılır: “Bir adam Zeyd b. Sabit’e gelerek ona bir mesele sordu. Zeyd de o şahsa Ebu Hureyre’ye gitmesini söyledi ve şöyle devam etti: Çünkü birgün ben, Ebu Hureyre ve bir başka sahabi mescidde oturuyorduk, dua ve zikirle meşgul idik. O sırada Hz Peygamber geldi, yanımıza oturdu; biz de dua ve zikri bıraktık. Buyurdu ki: “Her biriniz Allah’tan bir dilekte bulunsun.” Ben ve arkadaşım Ebu Hureyre’den önce dua ettik, Hz. Peygamber de duamıza ‘âmin’ dedi. Sıra Ebu Hureyre’ye geldi ve şöyle dua etti: ‘Allah’ım! Senden iki arkadaşımın istediklerini ve de unutulmayan bir ilim dilerim!’ ‘Biz de Allah’tan unutulmayan bir ilim isteriz’ dedik. Hz Peygamber de: ‘’Devsli sizden önce davrandı” dedi. Bu sözlere bakarak Ebu Hureyre’nin çokça “hadis” rivayet ettiğinin kaynağı, Peygamber olarak gösterilmektedir. Çünkü Peygamber(a.s)’in, onun unutkanlığının ortadan kalkması için onun uzattığı örtü üzerine dua etmesi ve sonrasında ise Ebu Hureyre’ye o örtüyü göğsüne sürmesi için beyanda bulunması, bunların etkisiyle hafızası güçlenen Ebu Hureyre’nin, sayısız rivayetlere imza atmasına vesile olduğu gerçeğiyle karşılaşmış bulunmaktayız. Peygamber ki Kur’an ayetleriyle karışır düşüncesiyle “hadis” diye nitelendirilen sözlerin kaleme alınmasını men ettiği halde O’nun böyle yakışıksız bir üsluba maruz bırakılması, İslam âleminin ne kadar büyük tehlikelerle karşı karşıya kaldığının göstergesidir. Dua noktasına gelindiğinde de zaten Ebu Hureyre’ye referans hazırlanmış, Allah katında önce edilen duanın kabul olduğu, Allah katındaki nimetlerin sınırlı olduğu ve Hz Peygamber’in de Allah’a rağmen O’nun adına hüküm verdiği gibi safsatalar olsa da atılan bu çamurların tutmadığı ve tutmayacağı inancındayız.
Ebu Hureyre ile ilgili ifadelerimizin asılsız iddialardan ibaret olduğunu ileri sürecek olanlar da elbette var olacaktır ki bu bilgiyi, gelecek itirazlara rağmen aktarıyorum; eleştirilere cevabımız da her daim Kur’an’dan olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Ebu Hureyre’nin; Kur’an ile yakından uzaktan alakası olmayan ve Peygamber’e hakaret mahiyetindeki rivayetlerine teslim olup bu rivayetlere boyun eğenler, onları İslam’ın temel vahyi olarak almaları veya kaynak derecesine yükseltmeleri durumunda İslam’a çok çetin bir ihanet içerisinde olmuş olacaklardır.
Yüce Rabbimizin tüm beyanlarına rağmen hala Kur’an’ın yetersizliğine hükmedenlerin aklını ancak bu uyduruk zihniyet esir alabilmiştir. Kur’an aklı ve ahlakı karşısında batıl, varlığını çok fazla sürdüremeyecektir.
Söz konusu Ebu Hureyre olunca kelimeler bile şaşkınlığını gizleyememekteler. Aslında Kur’an’ın itirazı sadece Ebu Hureyre’nin İslam ile bağdaşmayan rivayetlerine değil, aynı zamanda bu türden girişimlerden kendilerini alıkoyamayan herkesedir. Yahudi ve Hıristiyanların yaptıkları gibi( tahrif edilmiş bir din yaşamışlar) İslam düşmanları da gerek doğrudan gerekse dolaylı yöntemlerle Ebu Hureyre gibi iyi niyet(!) kurbanlarını kullanarak içerde ve dışarıda bu dine darbe vurmaya çalışmışlar ve faaliyetlerine de halen devam etmekteler. Ancak ne yapılırsa yapılsın Allah katındaki tek din olan İslam gerçeğini asla ortadan kaldıramayacaklar.
İslam’ı kullanarak ideallerini gerçekleştirme hayali içerisinde olanlara M. Akif’in şu mısraları en güzel cevap olmuştur:
“Lisan—ı pak-i Nebi’den yalanlar uyduruyor,
Sıkılmadan da ‘sevap işledim’ deyip duruyor.
Düşünmedin mi girerken şeriatın kanına?
Cinayetin kalacak zanneder misin yanına?”
“Nebi’ye atf ile binlerce herze uydurdun,
Yıktın da dini mübini, yeni bir din kurdun.
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alarak ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”
     Kur’an adına konuşmak kolay ve zahmetsizdir. Asıl önemli olan doğru olan da Kur’an’dan konuşmaktır. Eleştirmeyi bilmeli, eleştirilmeye de açık olmalıyız. Olay ve olgulara tabiri caizse at gözlüklerini çıkarmadan yaklaşmak, sadece tahribatlara sebep olur. Kim veya ne adına eleştirdiğimiz ve eleştirildiğimiz de çok büyük önem arz etmektedir. Hiç kimse bu dünyaya referanslı olarak gelmemiştir. Peygamber’e bile olsa kimseye kefillik hakkı verilmemiştir. Bütün bunların bilincinde olarak putlaştırılmış zihniyetlerin izindeki yaşantılara Kur’an’ı ışık tutmak, boynumuzun borcudur. Zalimlerin kalemini kırmakla düşüncelerini yok edemeyiz belki; lakin düşüncelerini Vahiyle öldürerek kalemlerini fikirsiz kılabiliriz


KAYNAK İKTİBAS DERGİSİ