DÜŞMAN ARTIK DAĞIN ARKASINDAN GELMİYOR

Dünya Bülteni/Murat Sayımlar

VAN 22.08.2017 12:33:34 0
DÜŞMAN ARTIK DAĞIN ARKASINDAN GELMİYOR
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Allah’ın, emanetin gereğini yerine getirebilmek için verdiği ve kullanmayanları; “en şerliler” olarak vasıflandırdığı aklı yok saymak ve fıtratına uygun kullanmamak bu cümleden bir fiildir. Aynı zamanda şükürsüzlüğü yani şeytanın vaadinde başarılı olmasını ifade eder.
Muhafazakar ortamlarda yazı yazmak; düşünmeye, bilinçlenmeye, uyanmaya, değişime destek sağlayan bir eylem değildir.
Bu ortamlarda yazı bir tüketim nesnesidir.
“Yüksek irşad ve strateji” muhabbetlerinde çitlenen kabak çekirdeği gibi.
Muhafazakarlığın konsolidasyonu süreçlerinde, suyun durgunluğu gideren küçük taşlar misali.
Konsolidasyon mücahitlerine gündem sağlayacak yeni başlıklar gibi.
Bu nedenlerle yazıların sahici, doğruları anlatan ve etkin olması gerekmez.
Bilakis, sorumluk altına sokmayacak ve tüketime uygun olması yeterlidir.
Zannetmeyin bunları kendi yazılarım için yazdım.
Anlı şanlı büyük yazarların yazı ve kitapları; klasik ulemanın eserleri ve hatta Allah’ın Kitabına karşı tutum bundan farklı değildir.
Değildir ki, Allah; ” tertil üzere okuyun” diye tembih ve ikaz etmiştir.
Bu süreçte eğer muhafazakarlık konsolidasyonuna katkı yapmayacak, Müslümanca perspektiften bir şeyler yazıp, söylerseniz; asgarisi patavatsızlık olan bir mekanizmayı harekete geçirmiş olursunuz.
Aslında bütüncül yaklaşımlara ilişkin paylaşımların çok fazla talep görmemesi, muhafazakarlık sürecinin geniş kitlelerde mayalanmayı başarmış olmasındandır.
Oryantasyon, adaptasyon ve konsolidasyon fazlarında oldukça mesafe katedildiği söylenebilir.
Muhafazakarlık deyince yanlış anlaşılmasın; asli ve fıtri değerlerin muhafaza edildiği ve bunların perspektifinde, dinamik olarak hayatı güncelleyip, inşa eden bir yaklaşım ve tekliften bahsetmiyoruz.
Muhafazakarlık deyince, sahip olduğu zihni, ruhi, kişisel, sosyal, siyasal ve ekonomik standartların muhafaza edilmesinden bahsediyoruz.
Bunun illetli kısmı, muhafazaya odaklanınca artık bu standartların sahih, adil, etkin, fıtri, bütüncül, hukuki oluşuna dikkat etmeyi önemsememektir.
Keyfiyet böyle olunca; bireysel düzlemde standart konsolidasyonu, makro çerçevedekilerin alt sistem süreçleri olarak fonksiyonlarını sürdürmektedir.
Muhafazaya kilitlenip, sahihlik ve adillik cümlesinden değerlerle ilgilenmeyen kitle; hayatın bu taraflarından feragat etmiş ve yetkiyi makroya vermiştir.
Eğer makro da; kitleye, muhafaza edeceği hususlarda gerekli ufukları, nispi rahatlık ve konforu sağlıyorsa, artık devre tamamlanmış demektir.
Müslüman kesimden mülhem inşa edilen muhafazakarlık önerisinde sistem; ritüeller ve semboller üzerinden çerçevelenmiş ve konsolidasyonu tamamlanmak üzeredir.
Eş zamanlı olarak, sistemin resmî ideolojisi de bunu kapsar ve omurga haline getirirse, bu durumda ortada itiraz eden kimse kalmayacaktır.
Yanlış anlaşılmasın, anarşist bir anlayışla herşeye muhalif olmayı savunmuyorum.
Aksine herşeyin orijinal doğasına uygun bir hukuk ve konumda yer aldığı sistem ve süreçlerin inşası için; bütün varlığın doğasını yaratan Allah’ın mutlak otorite olarak kabul edilmesini ve insan doğasını anlatan Kitabın hüküm cümleleri çerçevesinde okuyup, tutum belirlemeyi öneriyorum.
Sisteme, bütünün sadece iki parametresi ile katılmayı kabul etmiş muhafazakarlığın bu imkanı ortadan kalkmaktadır.
Bireysel anlamda muhafazakarlığı içselleştirmiş olanların; bütüncül önerilere karşı tepkileri, duyarsızlıkları ve değersizleştirme çabalarının altında bu neden yatmaktadır.
Adeta; “ilk defa bir hayat konforuna sahip oluyoruz, dalgamıza taş atma” demek istiyorlar.
Uyandırma servislerine karşı ilgisizlikleri, aşırı meşguliyetlerinden geliyor. Büyük muhafazakarlık konsolidasyon sürecinin kendilerine isabet eden bölüm ve sorumluluklarında büyük gayret içerisindeler.
Sistem boyutunda ise negatif ilgiyi oluşturacak yegane ölçek bütüncül söylemin ” yüksek profilli ” hale gelmesidir.
Ne söylenirse söylensin, algı ve temyiz dünyası büyük zarar görmüş ve kendilerine yeni bir yol bulmuş olan geniş kitleler, zaten bu teklif ve tespitleri tüketiyorlar. Yani onlara tesir etmiyor.
İşte bu keyfiyetin bir yerde aşılabilme ihtimali belirirse, o durumda yazıp, söyleyenler radara girecektir.
Bakmayın siz sureta muhalif ve radikal yazılar yazanlara.
Bakmayın siz asli görünümlü ve davaya hizmet etiketli münakaşa ve kavgalara.
Bir şeyin asli ve sahih olması fıtrat kodlarının iyi okunması ile anlaşılır.
Fıtrat kodlarının ilk unsuru; davranışın, tutumun, kavganın, mücadelenin.. her neyse.. varlık nedeni yani oluşturacağı fonksiyonudur.
Tarafların ne dediği, nasıl tarif ettiğinin bir kıymeti harbiyesi yoktur. Analiz, ortaya çıkan sonucun nasıl bir durum oluşturduğu ve icra ettiği fonksiyon üzerinden yapılır.
İslamın hakikatine ilişkin usul kavgaları (tartışma diyemeyeceğim) sonuçta; insanların midelerini bulandırıyor, bölüp-parçalıyor, sevgi ve güveni yok ediyor, Müslümanlar arasında muarızlığı, ayrışmayı ve düşmanlığı körüklüyorsa; “fitne yeryüzünden kalkıncaya kadar savaşın” hükmüne muhatap kitlenin bunu, asgariden usül açısından Müslümanca görebilmesi kabul edilemez.
Bunlar, farkında olunmasa bile, muhafazakarlığın makroda konsolidasyonu sürecine katkıda bulunan yaklaşımlardır.
Alemlerin Rabbi olan Allah’ın kullarının; alemler ve bu boyuttaki tezahür biçimi olan sistemler konusunda bilgisi olmayınca, hangi sistemi savunup, hangi sistemin inşasında yer aldığı hususunda da keskin bir bakışının olması beklenemez.
Bu nedenlere binaen, bu koşullarda yazı yazmak tek başına müessir bir fiil değildir.
Eğer yüzünüzü bütüncül ve fıtri olana dönmüşseniz, halihazırın verilerini de dikkate alarak belirleyeceğiniz strateji ve metotlarla müessir olmak ihtimali vardır.
Bu bir davadır.
Dava bize göre; hayatımızın anlamının tahakkuk etmesi için bugüne isabet eden sorunları çözmek, ihtiyaçları gidermek ve hedefleri gerçekleştirmektir.
Bir vacibin olması için gereken şeyde vaciptir prensibinden çıkışla yaklaşırsak;
Sahip olunan perspektif illetli. Öncelikle bunun yeniden inşa edilmesi gerekmektedir.
Beşeri ve İslami kalitenin arttırılması öncül hedeflerden olmalıdır.
Okuma, anlama, algılama, karar verme, planlama, uygulama, yönetme, kaynak geliştirme ve yönetimi, korunma, paylaşım, üretim, mücadele ve benzeri hususlardaki kapasitenin hiç olmazsa asgariden; özgün kıymet ve sonuç üretir duruma yükseltilmesi gerekmektedir.
İlk etapta ahlak, şahit olabilecek mertebeye taşınamasa bile en azından Allah’ın gazabından korunacak düzeye çıkartılması zaruri görülmektedir.
İnsan ve çevre ilişkilerinin üzerimizdeki olumsuz tüm etkileri karşında bile bunları gerçekleştirebilmenin lazım şartları;
Allah’a ve ahirete kavuşmaya samimi olarak inanmak;
Allah’ın Kitabından, fıtratı mucibince istifade etmektir.
Aksi durumda sonuçta, geri dönülemez ve ikame edilemez bir demde; gafletin, ahmaklığın, korkaklığın, bahane ve argüman üretmenin, acizliğe ve cahilliğe sığınmanın, aldatanların, efendilerin, korumaların ve kurumların, rüşvet ve kayırmanın, akrabaların ve menfaat birlikteliği yapılanların, yerel ve küresel iltisakların, işbirliği yapılanların ve hatta küresel örgütlerin beş paralık faydasının dokunmayacağı gerçeğine kesin iman edilemeyecektir.
Bu keyfiyet tahakkuk etmeyince; hakikat arayışı, sorumluluk hissi, haddini bilmek, dengeleyici hiçbir unsur, hidayet ve merhamet söz konusu olamaz.
Bunlar olmayınca da her yol Roma’ya çıkar. İstikametin Mekke olduğuna dair hiçbir aforizma da işe yaramaz.
Kitaptan, fıtratına uygun istifade usulü bilinmezse; neredeyse sonsuz görecelikteki fikir, karar, davranış, ilişki ve bunların kök hükümleri arasındaki bağlantı üzerinden bir istikamet tayin etmek ve sahih bir yol üzerinde olduğu zannetmek, vakayı adiyedendir.
Kitabın varoluş nedenlerinden birisi de budur. Sonsuz izafiyet arasından hakikatin tayin edilmesini sağlamak.
Eğer bunlar gerçekleşmezse, okuyup, başkalarına aktarılan hükümlere mugayyir hal, tavır ve ahlak üzere olunsa bile bu keyfiyet anlaşılamaz.
Allah’a kullar olun diyerek başkalarına haykırıp; kulluğu, hayata tekabül eden anlamları ile bilmeyenler; başkalarına kulluk yaparlarsa bunun farkına varamazlar.
Küfür, şirk, nifak, fısk gibi fiileri sadece, ötekiler işler diye inanıp, sadece sosyolojik Müslüman kimliğine yada aidiyete sahip olanların bu fiileri işlemeyeceği rahatlığı ve yanılgısı içerisinde bulunulabilinir.
Çünkü mevcut perspektif; kimlikler, etiketler, aidiyetler üzerinden yaklaşımı öngörmektedir.
Oysaki Kitabın sağladığı bütüncül perspektif; özden, fıtrattan yani; anlamlar ve fonksiyonlardan, sınır, ilke, değer ve ölçülerden; temel hukuk ve ilişkilerden bakıp, yaklaşmayı esas alır.
Kök hükümlere eşdeğer bir hüküm imal edilip; kitapta yok fakat.. mülahazaları ve usülleri ile birileri inandırılıyorlarsa; vallahi buna inananlar aldanmaktadırlar.
Çünkü Kitabın tam da varlık nedeni budur. Kendisinde şüphe ve şirke mahal olmaksızın, hayata ilişkin olan bütün kök hükümler, eksiksiz olarak vardır, sabittir ve değişmez. Ki kitap referans ve rehber olsun.
Bu herhangi bir mülahaza ile bir kere bile delinse artık fıtrata ilişkin bir sabit kaynak kalmayacaktır.
Artık aynı yöntemle bütün göreceler, mutlak yerine ikame edilip, kutsanabilir.
Yani Allah’ın mutlak ve tek otorite, tek ilah olması fiilen ortadan kalkmış olur.
Bu, birtakım sembol ve ritüellerin ikamesi ile meşrulaştırılabilir bir durum değildir.
Hakikatı örtmeyi ve varlığı yok saymayı ifade eden küfür fiili; bunları gerçekleştirenin kimliği ne olursa olsun küfürdür. Müslüman kimliği ile Allah’ın yarattığı fıtri gerçekleri örtüp yeniden imal edenler, küfür fiili işlemektedirler. Eğer bunu sistematik hale getirirlerse, artık isimleri ve sıfatları Müslüman değildir.
Allah’ın, emanetin gereğini yerine getirebilmek için verdiği ve kullanmayanları; “en şerliler” olarak vasıflandırdığı aklı yok saymak ve fıtratına uygun kullanmamak bu cümleden bir fiildir. Aynı zamanda şükürsüzlüğü yani şeytanın vaadinde başarılı olmasını ifade eder.
Aklı kullanmamayı takva olarak addetmek ise bu fiilin şeddelisi yani üstüne tüy dikilmişidir.
Fitneyi yeryüzünden kaldırmak adına, dava adamı ve Müslüman kimlikleri ile çalışırken;
İnsan fıtratını ve bütün varlıkların hukukunu ve dengesini (yada doğalarını) gözetmeyen amaçlar belirleyen, usüller kullananlar artık bu mücadelenin karşı tarafı olmuşlardır.
Ezcümle, hakikat üzerinde olabilmek ve kalabilmek ancak Allah’a ve ahirete kesin, sahici iman ve Kitaptan fıtratı mucibince yararlanmakla mümkün olabilir.
Bunun mümkün olması, sadece bilmek fiili ile değil; yapabilmek ve olmak fiileri ile de ilgilidir.
Kısaca yalnızca laf değil; aynı zamanda, amel ve hal meselesidir.
Önümüzdeki on yıllar içerisinde muhafazakar kimlik ve hal, epeyce dünyevi kapıyı açabilir. Asgariden konfordan taviz gerektirmeyebilir. Bu açıdan konsolidasyon sürecine katılım elverişli bir yatırım gibi görülebilir.
Ancak gök kapıları için aynı şeylerin söylenebileceğinden emin olmamak lazımdır. Ayrıca bu keyfiyette, yüksek nefsi standart, konfor ve rahatlığı da diğer boyuta ertelemek iktiza edebilir.
Bu süreçlerin en müessir silahlarından birisi olan propagandanın; kişiler için asli beslenme kaynağı haline gelmediğinden emin olmak lazımdır. Propagandadan etkilenmemenin haline haiz olabilmek büyük önem taşımaktadır.
Sürecin etkin unsurları samimi dava adamları olacaktır.
Dava bireyseldir ve ismi “herkesin Allah’a kulluk davasıdır.”
Bunun sürecinde ” benini inşa edip, aşabilenler ” cem olabilmek keyfiyeti kazanıp, birlikte ” biz davasını da ” inşa edip, sürdürebilirler.
Aldanmadan ve aldatmatan zorlu süreçlere dayanabilmek; yoldan ve halden dönmemek için; insanların inancına, tercihine, duygusuna, bilincine, sorumluluğuna bağlı olmaksızın vuku bulacak olan;
14.48 – Yerin başka bir yere, göklerin de (başka göklere) dönüştürüldüğü gün, onlar tek olan, kahhar olan Allah’ın huzuruna çıka(rıla)caklardır.
2.157 – ………. Doğrusu biz Allah’a aidiz ve muhakkak O’na döneceğiz! ………
Gerçeğine kesin iman şarttır. Eğer bu gerçeğin net bilinci, bütün karar, davranış ve ilişkilerde sabit ve öncül odak olabilirse, işler kolaylaşabilir.
Ve Allah’ın başka bir vaadi de şudur;
5.54 – Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.
Belki de bundan sonrası için öngörüyü buna göre geliştirmek, hesabı buna göre yapmak anlamlı olabilir.
Allah’ım, Müslümanların; imal edilmiş “hakikatlerin” peşinden gidip, birbirlerine imtihan konusu olmalarına izin verme.
Amin…