Diz çöktürmeden barış olmaz!

Ömer Altaş

VAN 1.04.2014 12:38:06 0
Diz çöktürmeden barış olmaz!
Tarih: 01.01.0001 00:00

Toplum iradesinin iki talebi : Ceza, tasfiye ve kaybeden hiyerarşi

Tarih, herkes ittifak ettikten sonra oluşan bir bilim dalı değildir.

Tarih, sadece bir arkta akar, geride kalanları ve arkadan bakanları çoktur.

Bu yaşamın ironisidir!

Kendi katılımları olmadığı için Yeni Türkiye olgusunun inşa edilemeyeceğini düşünenler hatta yakin derecesinde buna inananlar 30 Mart 2014 yerel seçim sonuçlarını da gördük ki kırk dereden su getirerek tevil ettiler.

Onlar tarihin akışını durdurmaya çalışıyorlar, bu gözlerini kör edesiye arzuladıkları bir sonuç.

Bu dramatik durum tarih boyunca benzer şekillerde yaşandı.

Yahudi din adamları İseviliğin yayılmasını engelleyemedi.

Cahiliye dünyası İslam’ın doğuşunu durduramadı.

Kapitalizm Komünizm akımının, büyük Çin medeniyeti Maoizmin, SSCB’i Perestroyka’nın, Ortadoğu milliyetçilik akımının önünde duramadı.

Görünen o ki yerel ve küresel düzeyde hiçbir mani bu ülkenin demokratik dönüşümünü engelleyemeyecek.

Olayın komedisi ise henüz fark edilmedi. Karikatüristler çizgi film kahramanlarını öyle hızlı koştururlar ki kendileri bile onları durduramaz. Bu her çocuğun en beğendiği sahnedir. Kahraman, uçak hızıyla koşar, tozu dumana katar, sonunda bir uçuruma ulaşır, o hızla uçurumun boşluğunda gider, bir ara altındaki boşluğu hisseder, yanıldığını anlar ama iş işten geçmiştir, ses efektleri arasında hızla uçurumdan aşağı düşer.

30 Mart 2014 seçimlerinin en kayda değer sonucu bu metaforla açıklanabilir.

Bu seçim senaryosunun karikatür bir kahramanı var; Kemalizm. Ancak söz konusu Kemalizm’in üç başlı olduğu görülüyor: TC devleti konsepti başı, TC tipi Türkçülük başı ve TC mamulü dincilik başı.

Gözlemlendiği kadarıyla bu üç arkaik baş, 30 Mart 2014 seçimleri ile birlikte karton kahraman gibi uçurum boşluğunda yürüyorlar.

Boşluktaki bu yürüyüşün daha ne kadar süreceği bilinmiyor.

Bu özelliklere sahip olan yapılar, cemaatler ve partiler bir süre sonra tamamen değişecekler ya da tamamen yok olarak raflarda muhafaza edilen kalıntılarla yaşayacaklar.

Seçim sonuçları açıklandıktan hemen sonra bu oluşumların yaptığı hiçbir açıklama, analiz, izah ve sosyo- psikolojik tahlil bu gerçeğin yaşanmasını geciktirmeyecektir.

30 Mart 2014 seçimi yeni Türkiye olgusunun sınandığı bir seçimdi sadece.

Yeni Türkiye iradesi, tarihi, çok güçlü bir karşı ittifak yapısına ve inanılmaz fonksiyonel saldırı metodolojilerine rağmen yıkılmadı.

Bunu,12 Eylül 2010 referandumu ile kıyaslamak isteyenler için ise o yeni Türkiye iradesinin kolektif olarak ilk beyanı idi.

O dönemde küresel ve yerel şartlar olgunlaşmıştı. Kemalist unsurlar bunu bile anlamamış her zaman olduğu gibi her şeyin normal olduğu fikri sabitinde takılı kalmışlardı.

Referandum atmosferi, yeni Türkiye’yi “tatlı su koşullarında” sahaya çıkarmıştı.

“Tatlı su Yeni Türkiye’si” yalçın kayalıklara çarparak akan suların alabora eden dalgalarından geçip 30 Mart seçimlerinden başarıyla çıktı. Öldürmeyen darbeler yeni Türkiye’yi güçlendirdi. Bundan sonra durum “çelik çekirdekli yeni Türkiye” figürüne dönüşecek.

30 Mart seçimlerinde güçlenen yeni Türkiye idi.

“Savaşa” katılanlar ise zayıfladı.

“Savaşçılar” ağır kayıplar verdiler.

Bu kayıplar; yeni Türkiye “silahsız” devrimini anlamayan ama çapulcu Arap bedeviler gibi orduya katılarak ganimetten başka bir şey düşünmeyen yığın Ak Partili sorumlular nedeniyle gerçekleşti.

Birkaç komutan ve gözü kara savaşçı kıtası haricinde kalanların aslında ordu olmadığı, onlarla savaşa girip savaşın kazanmanın mucize olduğu, karaktersiz, bencil, ikiyüzlü, malın, mülkün, kadının, menkulün, gayrı menkulün, itibarın, fiyakanın, belediyelerde, kamu alanlarında milletin malına çöreklenmenin, iyi giyinmenin ve itibarlı yerlerde davet vermenin kölesi olmuş, kahraman müsveddeleri ve ‘kalkan dolmuş yolcuları’ oldukları ortaya çıktı.

Kıran kırana savaşta onlar gizlice, susarak, gizlenerek, parmaklarının ucuna basarak en arka sıralara yerleştiler.

En ön safları, o güne kadar particilik, lidercilik, tarafgirlik, holiganlık yapmayarak Anadolu’nun dört bir tarafından sessizce, gönül gönül davalarını yaşayan topluluklar doldurdu.

Karşı devrimci Cumhuriyet mitinglerini o “gönül erleri” püskürttü.

Gezi Parkında açığa çıkan dinamikten pay almak için saldıran çakalları onlar kovdular.

Ceylan postuna bürünüp çirkin yüzleri çok geçmeden deşifre olan din kimlikli çakalları, felsefeyle, sosyolojiyle, psikolojiyle, devrimci İslami terminolojiyle, gerçek Nurculuk, Bediuzzaman birikimiyle, deruni tasavvuf değerleriyle, Nakşilikle, Kadirilikle, öz Milli Görüş kültürüyle, “İslami Ülkücülükle” , “milli Kürtlükle” ve en önemlisi korku bilmeyen karakterleriyle onlar bitirdiler.

Bunlara rağmen, onlar balkonlara çıkıp avaz avaz “biz de buradayız” demediler, demezler, bilirler anlam çöker.

Onlar kendilerini gizlediler.

Herkes görecek ki, bundan sonra çok çetin geçecek süreci yine onlar omuzlayacaklar.

Yeni süreçte iki habis varlığa “aman dileyen” kaybedecektir.

Düşmanın, savaşanın, hainin yalvarmasına, güya vazgeçtiğine aldananlar ve ikiyüzlü, bencil, korkak,“davasız” iç çürük unsurları tasfiye etmeyenler.

Unutulmamalı ki, savaş kelimesini ilk önce onlar kullandılar, mafyöz savaşı ilk önce onlar başlattılar.

Üstelik acımasızca, bencilce, haince, hukuksuzca, kişiliksizce.

Yeni Türkiye zorunlu olarak savunma savaşı verip başarı elde edince şimdi demokrasiye sarılıyorlar.

“Hani nerede İslam’ın merhameti ve adaleti” diyerek bizi en munis yönümüzden vurmaya çalışıyorlar.

Onalar bizi rahiplerle karıştırıyorlar.

Onlar bir de, “bir balkon konuşması yapmak gerekiyor, herkesi kucaklamalıyız artık” diyen içerdeki basiretsiz, müfsit İrlandalılar tarafından destekleniyorlar.

Müfsitler, içten vuranlar, davayı kirletenler, ikiyüzlüler, yapayalnız bırakıp kazanınca konuşan kimlik fukaraları ve habis İrlandalılar; balkon konuşmasında arka sıralara dizilip “sırıtmaları” yerine balkondan aşağı atılmalılar!

Bilerek, isteyerek, göz içine bakarak savaşanlar, Barış sürecini bile sabote edenler, kazanımlara “tükürenler”, gözleri dönmüş gibi haykırarak yok etmek için ellerinden geleni ardına koymayan Sisi karakterliler ve tarihin en dramatik öyküsünün elinde zehirli kama hainlerine ne balkon konuşmasından söz açılıyor, onlar balkon önünde cezalandırılmalılar.

İhanet şebekesi ve “şuurlu” düşman cephesi diz çöktürülmeden demokrasi konuşulmaz.

Hainler ve savaşa katılan katiller hukukla yüzleştirilmeden Müslüman demokrasi de olmaz.

Terminatörleri yok edilmeden yeni Türkiye kurulmaz.

Hainle barış eblehliktir.

Zayıfken yapılan barış zillettir.

İlk insan dönemlerinden Asurlulara, yerli kabile savaşlarından imparatorluk dönemlerine, Hz. Muhammed’in (AS) hayatından ve modern savaş terminolojisine kadar savaşta nasıl davranılması gerektiği açıktır.

Eski çağlarda düşmanlar bile haysiyetliydi, yenilince başlarını eğer verilecek cezayı onurlarıyla karşılarlardı, buradakiler sahtekârlık ve yalvarma pozisyonları içinde iken bile bir fırsat kollayarak tekrar sırttan hançerlemeye çalışacaklar.

30 Mart 2014 seçimlerini hiç kimse ters okumasın!

30 Mart 2014 seçimleri Erdoğan iradesinin insicamı değil, toplumun kafasındaki ve yüreğindeki kutlu ve milli serüvenin insicamıdır. Milletin görkemli yürüyüşüdür. Elbette ki bir lideri olacaktır.

Toplum bu en zor dönemde iradesine Erdoğan önderliğinde sahip çıkmıştır.

Toplum davası için davanın en güçlü unsurunu el üstünde tutmuştur.

Bu kredi sadece ve bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsınadır.

Çok azı hariç hiç kimse kendini öne çıkarmaya çalışmasın “Ak Parti hiyerarşisi” bu savaşta kaybedendir.

Görünen o ki, artık toplumun iki talebi vardır.

Çürük, davasız, kişiliksiz, eski kafa, halktan kopuk, bencil ve hiçbir bedel ödemeyen bürokrat, başkan, bakan ve milletvekillerin tasfiye edilmesi, yeni süreçte de bu tipolojilerin yer bulmalarının önünü kesmek için kapsamlı proje geliştirilmesi, sistemin yeniden kurulması.

Düşmanlık ve ihanet networkunun ortaya çıkarılıp onlarla asla anlaşma yapma hatasına düşmeden sonuna kadar giderek hukuk önünde hesap vermelerinin sağlanması.

Toplumun bu iki talebini doğru okuyup yerine getirmeye çalışmadan atılacak her adım öncelikle mevzi kaybı olacaktır.

Sistem içinde yer alan büyük yönetici gurup, yeni Türkiye öncü iradesini, düşmana ve ihanete karşı acıma hissine, ihmalkârlığa ve tövbeciliğe yöneltecektir.

Tarih boyunca tamamen yenmeyenler, dramatik bir şekilde tamamen yenildiler.

Türkiye gerçekliğinde, Mısır örneği bir kez daha tekrar eder mi bunu zaman içinde birlikte göreceğiz.

omeraltass@gmail.com