Diyanet ve Kadın Lider

Bilgin Erdoğan

VAN 22.11.2017 08:39:38 0
Diyanet ve Kadın Lider
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Türkiye’de güzel şeyler de oluyor.

 

Hükümet ve Diyanet İşleri Başkanı ile birlikte yapılan istişareler sonucunda Türkiye Cumhuriyeti devleti, Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığına Prof. Dr. Huriye Martı isminde bir hanımefendiyi atadı.

 

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir bayan, Diyanet İşlerinde idari bir makama getirildi.

 

Kanımca bu atama takdir edilmesi gereken mühim bir icraattir.

 

Bu dinin mabedini geleneğin içinden bir takım hurafelerle ateşe verip vahyin onure ettiği kadını tahfif edenlere rağmen, tüm zorlukları ve riski göze alarak kadınlara yönelik hak ihlallerini vahiyden aldığı güçle yeniden ona teslim eden bir icraatin takdir edilmesi gerekir.

 

Türkiye’nin geleneğin içinden konuşarak dünyadaki diğer müslüman ülkelere model olması mümkün değildir.

 

Zira müslüman ülkelerin kahir ekseriyeti geleneğin zifiri karanlığından asırlardan beri zaten ahkam kesmekte ve bu sebeple İslam dünyasında hem fikren hem de siyaseten bir terakkiden bahsedebilmek mümkün olmamaktadır.

 

Başka bir deyişle misak-ı milli içindeki gelenekçi bağnazlar bu ümmetin coğrafyasında yeteri kadar vardır.

 

Lakin hem dini hem de çağı anlayan bir tasavvura ait icraatların Türkiye'yi yeniden lider bir ülke kılması muhtemeldir.

 

Ülkemiz, dini meselelerde Gnostizmin verdiği fikri ataletten ve mezhep/meşrep taassub'unun sebep olduğu bağnazlıktan soyutlanıp tıpkı halkın kendisini nispet ettiği Ebu Hanife modelindeki gibi ehl-i rey damarıyla yani vahyin ve aklın nuruyla yaşadığı çağı, dini öğretiler çerçevesinde yeniden tefakkuh ederse fikri alanda yapacağı  inkılaplar ve onun neticesindeki icraatlar, İslam dünyasında da etki arzedip Türkiye’nin dini konularda model olma yolunu kolayastıracaktır.

 

Bir kadın’ın dini-idari mekanizmada söz sahibi olması sadece o kadına  hak vermek açısından değil o toplumdaki diğer dindar kadınların sosyal psikolojisi açısından da önemlidir. Bu bir özgüven meselesidir.

 

Nasıl ki demokratik bir ortamda bir fabrika işçisi ile bir devlet başkanı aynı eşit şartlarla sandığa gitmelerinde vatandaşların kendi özgüveni açısından ciddi etkisi olduğunu biliyoruz, kadınlara dini bir mekanizmada idari görev vermek dahi, o dinin dindar müslüman hanımlarını da sosyo-psikolojik olarak olumlu anlamda etkileyecektir.

 

Bununla beraber kadınların fıtraten erkeklere nazaran daha fazla dine meyyal olmaları da bir ülke’nin dini mekanizmasında kadınlara daha fazla ihtiyaç olduğu’nun önemini göstermektedir.

 

Bir toplumda kadınlar’ın sosyal ve idari ilişkilerin yürütülmesinde kilit role sahip oldukları bilinen bir gerçektir. 

 

Zira gerek dünya’da gerek Türkiye’de nüfusun hemen yarısını kadınlar oluşturur. Kadınlarla ilgili sorunları, dini mevzuları ve tecrübeleri masaya yatıracak kimseler de yine kadınlar olmalıdır.

 

Kaldı ki kadınlara yönelik İslam hukuku’nu biz öncelikle Allah resulü’nün eşi Hz. Aişe'den öğrendik.

 

Kadınların yaşadıkları toplumda lider olamayacaklarına dair yaklaşım tamamen yanlıştır. Bu konuda Kur’anda açık bir nas yoktur. 

 

Rivayetlerdeki ‘kadınların devlet başkanlığı yapamayacağı’ yönündeki beyanatlar ise hadisin o dönemdeki bir olaya ait olduğunu yani tahsis ifade ettiğini vurgulamışlar ve genel hüküm içermediğini ifade etmişlerdir.

 

Muhammed Hamidullah “rivayetin devlet başkanlığını yasaklamadığını, İslam hukukçularının bunu caiz görmemesinin dini delillere dayanmaktan ziyade zamanın genel telakkilerine ve örfüne paralel şahsi kanaatlerine dayanan bir hüküm olduğunu, çünkü Kur’an’da da Belkıs’in nötr bir ifadeyle anlatıldığını ya da en azından kınanmadığını, bundan dolayı böyle bir yasağın olamayacağını” belirtir.

 

Kur’ana göre emanet cinsiyete göre değil ehliyete göre verilir. İdarecilikte kadın’ın ehil olmasına mani bir durum yoktur. Düşünün ki sağlığınızı emanet ettiğiniz doktorlar ve çocuklarınızı emanet ettiğiniz öğretmenler kadınlardan olabiliyor ama mesele idareye gelince itirazlar yükseliyor. Bu gereksiz bir kaygı ve taassuptur.

 

Nitekim Muhammed Gazali, Kraliçe Viktorya, İndra Gandi ve Golda Meir gibi çağının başarılı kadın devlet başkanlarından örnekler vererek, hadiste geçen ifadenin “o günkü İran’ın şura ile yönetilmemesinden dolayı yıkılacağına işaret ettiğini” belirtmektedir.

 

Belli ki bu konulardaki taassup Katolik Hristiyanlardan ve Ortodoks Yahudilerden kaynaklanmaktadır. Zira ortodoks olmayan Yahudiler arasında dahi gerek reformist gerek yeniden yapılanmacı ve hatta muhafazakar bayan dini liderler mevcuttur.

 

Bununla beraber Protestan ve hatta Katolikliğe akidevi anlamda yakın Episkopal kiliselerinde dahi benim bizzat tanıdığım kiliseleri idare eden bayan rahibeler bulunmaktadır.

 

Bir dini mekanizmaya kadın elinin ve fikrinin değmesi önemlidir. Kaldı ki bugün Diyanet bünyesinde ciddi anlamda kurumsal reforma ihtiyaç olduğu aşikardır. İdari mekanizmada kadın olsaydı belki 28 Şubat öncesi başörtüsü sorunun da Diyanet siyasi çözüm noktasında daha aktif ve etkin olabilirdi diye düşünüyorum.

 

Diyanet'in cami tuvaletlerinin ve çevresinin de kadın idarecilerle hijyenik açıdan daha önemli gelişmeler kaydedeceği kanaatindeyim.

 

Çağlar üstü medeniyetin mimarı Allah resulü’ne nispet edilen bir rivayette ise kadın  “Cennet annelerin ayağı altındadır” ifadesiyle bir kulun ulaşabileceği en yüksek konuma oturtulmuştur. 

 

Cennetin annelerin ayağı altında olduğunu söyleyerek kadını onure eden bir peygamberin ehliyeti ve liyakatı olduğu halde bir kadın’ın idari işlerden soyutlamasını ifade etmiş olamaz.

 

 Demezler mi sen kadına cenneti ayakları altına ver ama tüm liyakatine rağmen idari yetki verilmesine etmesine müsaade etme. Bu ciddi bir tutarsızlıktır.

 

Kaldı ki, Eşari’ye göre Allah 6 “nebiye” göndermiştir. Bunlar:
Hz. Meryem, Hz. Asiye, Hz. Havva, Hz. Sare, Hz. Musa'nın annesi, Hz. Hâcer’dir.

 

Kadın'ın nebi olabileceğine inandığı halde dini lider olamayacağını düşünmek tutarsızlık değildir de nedir?

 

Bununla beraber yakın tarihimizden biliyoruz ki müslüman kadınlardan özellikle Uzak Doğu'da askeri komutanlar çıkmıştır. Özellikle Endonezya'da Cut Nyak Dhien ve Rosana Said gibi mücahide kadın komutanlar Hollanda işgaline karşı başarıyla savaştılar.

 

Bir kadın'ın başarılı bir askeri komutan olduğuna şahit olduğumuz halde idari makamlardaki meşruiyetini sorgulamanın doğru olmadığı aşikardır.

 

Lider anlamına gelen "imam" ise anne anlamına gelen "umm" ile aynı köktendir. Hristiyanlar da dini liderler babaya nispet edilen "peder-papa" gibi isimlerle anılırken İslam'da "imamet" makamı linguistik olarak anneye nispet edilir.

 

Ne diyordu Tevfik Fikret, “Elbette sefîl olursa kadın, alçalır beşer’

 

Dünyada kadın ile ilgili sorun aslında güç ahlakı’nın konusudur. O halde sosyolojik anlamda da konumu güçlendirilmelidir. 

 

Bu tür güzel  icraatlar hem kadına özgüven verir hem de toplumsal itibarını layık olduğu yere çekecektir.