DİNİN SINIRLARINI İHLAL ETMEK

De ki: “Ey kitap ehli! Hakkın dışına çıkarak dininizin sınırlarını ihlal etmeyin. Daha önce sapan ve birçoğunu saptıran ve düzgün yoldan sapmış olan bir toplumun hevâsına uymayın.” Maide Suresi, Ayet 77

VAN 17.06.2014 11:52:08 0
DİNİN SINIRLARINI İHLAL ETMEK
Tarih: 01.01.0001 00:00
Kuşku yok ki bu ayette kast edilen din: Vahiy ile belirlenmiş kurallar ve ilkeler bütünüdür. İslam inancına göre, mutlak gerçek ve mutlak doğru olan tek kaynak: vahiydir. Onun dışında hiçbir bilgi “mutlak doğruluk” özelliğine sahip değildir. Bu kabulden, “İnanç” konusunda, vahyin dışında hiçbir bilgi “Din” edinilemez sonucu çıkmaktadır. Böyle olunca da kaynağı ne olursa olsun; kim tarafından yapılmış olunursa olunsun, dine yapılacak ilave veya değişiklikler, bu “mutlak gerçeklik ve doğruluğun” bozulması anlamına gelecektir. “Mutlak gerçeklik ve doğruluğunu” yitiren bir şey ise inanç konusu, iman konusu olma özelliğini kaybeder. Zira bir şeyin iman konusu olması için: “kesin doğru” olma özelliğine sahip olması; ondan yüzde yüz emin olunması gerekir. Rabbimiz tarafından vahyedilenDin: doğası gereği bu özelliğini korumak için, hiç kimseye, hiçbir şekilde kendisine müdahale etme hakkı ve yetkisi vermemiştir. Dinin sınırlarını belirleyen tek merci, aynı zamanda dinin tek sahibi de olan Allah’tır. Dinin sınırlarını belireme, diğer bir deyimle dinin kurallarını ve ilkelerini belirleme konusunda, Allah’ın yanı sıra başka bir merci veya otorite tanımak; Allah’a doğrudan şirk koşmaktan başka bir şey değildir. Aslında Kur’an’ın, “dinin Allah’a has kılınması” dediği şey, inançta ve yaşamda dinin belirlediği sınırlar içinde kulluğun gerçekleştirilmesidir. Yani, dinde Allah’ın belirlediği sınırlar içinde kalınmasıdır. Bu sınırların ihlal edilmesi durumunda, kulluğun Allah’a aidiyeti ortadan kalkmış olur. Diğer bir ifade ile dine bir takım ilaveler yapılarak veya insanların kendi yanlarından uydurdukları şeyleri dinleştirmek suretiyle, dinin sınırlarının çiğnenmesi durumunda, inançta şirke, yaşamda da sapkınlığa düşülmüş olunur. Dinin sınırlarının ihlal edilmesi demek, Allah’tan vahyedilmiş olan dinin değiştirilmesi veya ona yeni ilavelerin yapılması demektir. Kuşkusuz din konusunda en çok tartışma konusu olan şey, Allah’ın Rasul’ünün dindeki konumudur. Nebi Efendimiz, Din’in ne sahibi ne de ortağıdır. Allah, Kendisine ortak kabul etmediği gibi, Dinine de kimseyi ortak etmemiştir. Din’in tek sahibi Allah’tır ve Din yalnızca vahiyden ibarettir. İman konusu olan bu durum aynı zamanda tevhidin de ön koşuludur. Unutulmamalıdır ki Nebi Efendimiz Din koyucusu değil, Din’nin uyarıcısı ve uygulayıcısıdır. Bizim ona bağlılığımız, onun gittiği yoldan, onun gittiği şekilde gitmektir. Nebi Efendi’mize,Din’de istediğimiz rolü biçebiliriz. Ancak, hangi rolü biçmiş olursak olalım, bu asla itikat konusu edinilemez. Nebi Efendimiz, Din’in sahibi değil, uygulayıcısıdır; Din’de örnekliktir. Bu uygulama ve örneklik asla yadsınacak, hafife alınacak bir konu değildir. Ne var ki vahiy gibi kesinlik içermediği için iman konusu edinilemez. Kuşkusuz ki Allah’ın Nebisi bir Müslüman için vahiden sonra en önemli kaynaktır. Bizim vurgulamak istediğimiz husus, itikat konusu olan şey ile olmayan şeyin bir birinden ayırt edilmesine özen gösterilmesidir. Din’ın sınırlarına müdahale edilmemesi demek: Din’e hiçbir şeyin karışmaması, Allah’tan geldiği gibi korunması; içinde, Allah’ın buyurmadığı hiçbir inanç, ilke, kural ve amelin bulunmaması demektir. “Din’in sınırından kasıt, kişilerin tavrı değil; dinin içeriğidir. Diğer bir deyimle,Din’in kendisidir. Hiç kuşku yok ki:Din’in sınırlarını korumada hiç kimse Nebi Efendimizin gösterdiği hassasiyeti gösterememiştir. Onu örnek edinmek, onun gittiği yolu sürdürmek isteyenler; bunu ancak dinin sınırlarını koruma konusunda, onun gösterdiği hassasiyeti göstermeklegerçekleştirmiş olurlar. Bu aynı zamanda bir samimiyet göstergesidir de.Şu gerçek çok iyi bilinmelidir ki: Nebi Efendimiz, Dine hiçbir şey karıştırmadığı gibi, karıştırılmasınamüsaade de etmemiştir. O, nasıl ki Dinin, Allah’ın gönderdiği özgün haliyle kalması için özen göstermiş ve onu her türlü cahili beklenti, istek ve arzulardan; bidat ve hurafelerden korumuşsa; onun yolunu sürdürmek isteyenler de ancak onun gösterdiği özeni göstermeyi amaç edinmekle samimiyetlerini ortaya koyabilirler. Bu gün gelinen noktada: Ne yazık ki, daha İslam’ın ilk döneminden hemen sonra, mensuplarının eliyle Din, Allah’ın Dini olmaktan çıkarılmış; “saltanat teolojisi” ve “imamet mitolojisi”ne dönüştürülmüştür. Dinin sınırları çiğnenmiş; Din, bidat ve hurafelere kurban edilmiştir. Öyle ki günümüzde kendilerini İslam’a nispet edenlerin kafalarındaki Dinle, Kur’an’daki Dinin aynı Din olduğunu söylemek mümkün değildir: mezhep imamlarının, fakihlerin, kelamcıların, siyercilerin, muhaddislerin, tasavvuf ehlinin ve benzer kimselerin yaptıkları müdahale sonucu, İslam Dini özgünlüğünü ve saflığını yitirmiş; beşerileştirilmiştir. Dini yüceltmek, kutsamak; onu diğer dinlerle üstünlük yarışına sokmak; daha takvalı, daha ihlaslı olmak adına, Dine yapılan ilavelerle Allah’ın koyduğu sınırlar aşılmıştır. Amaç ne olursa olsun; hangi niyetle yapılmışsa yapılsın, insan eliyle Dine ilave yapılması; aslında Allah’ın Dininin özgün halini yetersiz görmekten başka bir anlama gelmemektedir. Nasıl ki Dinde eksiltme yapmak; Dinin kimi hükümlerini geçersiz saymak küfürse, ilave yapmak ta tıpkı bunun gibi küfürdür. Yapılan ilavelerle; nasıl küfre girildiğine, nasıl şirk işlendiğine dair “İslam’ın Temel Kaynakları(!)” olarak görülen eserlerde sayılamayacak sayıda örnek görmemiz mümkün. Biz, yine de bir örnek vermekle yetinelim. Örneğin cennet inancı: inancımızda en önemli yere sahip olan cennet konusunda bile dine yapılmış olan binlerce sapkın ilave görülmektedir. Kur’an, Cennet tanımını ve ona gitmenin yolunu olanca açıklığıyla ortaya konmasına rağmen; böylesi apaçık olanbir konuda bile, Dine binlerce ilave yapılmış olması; Dinin sınırlarının ne oranda ihlal edildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Kur’an, Cenneti elde etmenin bedelini; iman etmek, salihatı yapmak, takva sahibi olmak, tağutu reddetmek, kulluğu ve dini Allah’a has kılmak, Kur’an’ın değerlerini muktedir kılmak, yeryüzünde baskı ve zülüm tamamen kalkıncaya ve İslam’ın egemenliği sağlanıncaya kadar gayret göstermek, malıyla canıyla mücadele etmek vb. olarak belirlemişken; Dine yapılan uydurma ilavelerle; bedel olarak, “la ilahe illallah” demek yeterli görülmüştür. Veya Hz. Muhammed’in ümmeti olmak yeterli sayılmıştır. Zira Hz. Muhammed kıyamet günü ümmetinin tamamının cennete gitmesini, yapacağı şefaatle sağlayacaktır(!) Ya da bir kandil gecesinde yapılacak ibadetle, bütün günahların affedilmesi sağlanarak cennete gitme garanti edilebilmektedir. Allah, Kur’an, İslam ve Nebi inancının temelini oluşturan ve tevhidi sağlayan; ilah, rabb, takva, şükür, zikir, şefaat, veli vb. yüzlerce kavram; Dine yapılan ilavelerle anlam değişikliğine uğramış, böylece tevhid inancı, şirk inancına dönüştürülmüştür. Bunun sonucunda da kendisini muvahhit sanan müşrikler ortaya çıkmıştır.