DİNİ HAYATIN AYRILMAZ PARÇASI: İNFAK

Allah yolunda yapılan infaklar, gönüllü ve zorunlu olmak üzere ikiye ayrılır.

VAN 30.07.2017 11:37:24 0
DİNİ HAYATIN AYRILMAZ PARÇASI: İNFAK
Tarih: 01.01.0001 00:00
 İnfak, özü itibariyle “harcamak ve sarf etmek”tir. Terim anlamı da, sözlük anlamını kapsayacak şekildedir: “Müslüman bir kimsenin, Allah yolunda yine Allah rızasını kazanmak için yapmış olduğu harcamalar”dır.
Mehmet Çelen/ Kur’ani Hayat/Eylül-ekim 2006
İslam inancına dayalı hayat tarzı, paylaşımı esas alır. Paylaşım, dayanışma, yardımlaşma ve birbirine destek olmanın tezahürüdür. İslam toplumunda bu tezahür, daha çok kendini infak ile gösterir.
İnfak, özü itibariyle “harcamak ve sarf etmek”tir. Terim anlamı da, sözlük anlamını kapsayacak şekildedir: “Müslüman bir kimsenin, Allah yolunda yine Allah rızasını kazanmak için yapmış olduğu harcamalar”dır.
Bu harcamalar, mal, zaman, mesai, maddî ve manevî değeri olan her şeydir. Yapılan harcamaların ibadete dönüşmesi için iki önemli şartı vardır:
1-    Allah rızası için olması. İnfakların samimiyet ve ihlâsla yerine getirilmesi gerekir. Allah adına ve Allah için olacak infak, neticede Müslüman’a kat kat sevap olarak dönecektir.
2-    Allah yoluna uygun olması. İnfak edilen her şeyin, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun bir tarzda gerçekleşmesi gerekir.
Meselâ fiilen ve hükmen haram olan bir mal infak edilemez, edilse bile ibadet kapsamına giremez. Faizle, kumarla, hırsızlıkla, gaspla ve haksız olarak elde edilenler, İslam fıkhında zaten mülk hükmünde değildir, kısacası o kişinin kendi mülkü değildir. Tabii ki, mülk kabul edilmeyen ve kendisine ait olmayan bir şeyin infakı da olmaz. İnfak olabilmesi için meşru ve helal yollardan kazanılmış olması gerekir. Aynı zamanda bu helal kazancın içine haramın da girmemesi ve katışmaması lazımdır. Haram yollardan girenlerin, ana sermayeden ayrışması gerekir. Ancak ayrışımı gerçekleşmiş ve meşru olan ana sermayeden verilen infaklar makbuldür.
Allah yolunda yapılan infaklar, gönüllü ve zorunlu olmak üzere ikiye ayrılır.
I- Gönüllü İnfak
Müslüman’ın herhangi bir kanun ve emir çerçevesi içinde olmaksızın, gönülden ve içten gelerek verdiği infaktır. Gönüllü infaklar, sınırsız olarak fertlerin vicdanına bırakılmıştır. Kendi hanesine yazılması ve sevabını artırması için dilediği kadar malından ve zamanından fedakârlık yapabilir. Bu şekliyle her halükârda iyilik etmek, Müslüman ferdin vazgeçilmez bir özelliği ve güzel ahlâkıdır. Bir Müslüman’ın iyilik etmekten kaçınması düşünülemez.
Sadakalar, hayırlar, hasenatlar, hediyeler, bağışlar, hibeler, karz-ı hasenler, her türlü iyilikler ve fedakârlıklar bu kapsamda düşünülür. İnfak, bu anlamıyla çok geniş bir yelpazeyi kendi alanı içine alır. “İyilik ve takvada yardımlaşınız…” âyet-i kerimesi bu hususu açıkça ortaya koyar. Aynı zamanda İslam medeniyetinin yol haritasını iyilikten yana çizer.
Başkasına bir hurma vermek de sadakadır, bir Müslüman kardeşini güler yüzle karşılamak da…
Kendi çocuklarına yedirmek ve içirmek de sadakadır, bir dilenciye vermek de…
Zaman ayırıp yoldaki bir taşı veya insanlara eziyet veren bir nesneyi kaldırmak da sadakadır, bir hayır kurumuna bağış yapmak da…
Tanıdığın ve tanımadığın herkese iyilik etmek de bir sadakadır, kendi malından vasiyet etmek de…
Allah’a borç vermek de bir sadakadır, Allah’ın kullarına borç vermek de…
Susamış bir kediye su vermek de bir sadakadır, bir ağacı sulamak da…
Görmeyen bir kimsenin koluna girip onu yolun karşısına geçirmek de bir sadakadır, yolu bilmeyene yol tarif etmek de…
Odunu ve kömürü olmayan birine yakacak almak da bir sadakadır, evlenemeyen bir bekârı evlendirmek de…
Bir yetimin başını okşamak da bir sadakadır, bir yoksulu giydirmek de…
Çocukları ve yaşlıları hediyelerle sevindirmek de bir sadakadır, ilmî eserler hediye etmek de…
Bir Müslüman ağaç diker veya bir ekin eker de ondan insanlar, kuşlar ya da hayvanlar yerse, bu yenilenler onun için sadaka olur.
Bu güzel davranışları çoğaltabiliriz. Önemli olan, kişinin hiçbir sıkıntı duymaksızın iç dünyasında gönül rahatlığıyla bu işleri yürütmesidir. İçinde sıkıntı ve zorluk duyduğu an, artık o davranış ibadet olmaktan çıkar, sevap getirmeyen bir tekellüfe dönüşür.
İnfakın kapsamıyla ilgili olarak bazı hadîs-i şerifleri örnek verebiliriz:
“Bir hurma da olsa, sadaka veriniz.”
“Yoldaki bir eziyeti kaldırmak, imandan bir şubedir.”
“Sıkıntı anında mümin kardeşine yardım eden kimseye, Allah da kıyamet gününde yardım edecektir.”
“Birbirinizle hediyeleşiniz.”
Yüce Allah, sürekli olarak mümin kulları infak vermek için teşvik etmiştir:
“Göklerle yeryüzünün mirası Allah’ın olduğu halde, size ne oluyor ki Allah yolunda infak etmiyorsunuz?” (Hadid, 10).
Karz-ı hasen / Güzel ödünç
Yüce Allah, “Kim Allah’a güzel bir ödünç verirse, O da ona kat kat verir…” (Bakara, 245). Bu ifade, Kur’an’da beş yerde daha, Mâide, 12. âyette özellikle İsrailoğulları’ndan alınan ahitlerden biri olarak geçmektedir. Namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, rasullere iman etmek ve onlara yardımcı olmakla birlikte yan yana zikredilmektedir. Bu âyette belirtildiği üzere, zekâttan ayrı bir konumu vardır.
Yüce Allah (c), her şeyin mâliki olduğu halde, bizden borç istiyor. Aslında bizler bu borcu, Allah’ın kullarına veriyoruz, ama Allah kendisine verilmiş kabul ediyor. Niçin mi? Bununla toplumda dayanışma, birlik ve bütünlük ruhunun oluşması ve insanların birbirlerine destek olması amaçlanmıştır. Bu güzel borçlarla, toplumda ihtiyaç sahipleri ve borçlular kalmasın, fakirlikten isyan etmesin, zenginlere düşman olmasın, fuhuş artmasın ve yayılmasın, haksız kazanç revaç bulmasın, toplumu ayakta tutan dinamikler yıkılmasın, huzur, barış ve güven ortamı sağlansın ve sürekli kılınsın isteniyor. Sonuçta dinî hayat, güzel ve rahat bir ortamda yaşansın.
II- Zorunlu İnfak
Zekât, İslam’ın temel emirlerinden birisi olup, malı olandan belli miktarda ve belirlenen yerlere verilmek üzere kanun marifetiyle alınan bir haktır.
Zekât, bilindiği üzere farz bir ibadettir. Toplum nizamının ayakta durması, emir ve yasakların uygulanması, toplumda dengenin sağlanması, fakirlerin ve muhtaçların ihtiyaçlarının giderilmesi, ancak bu farzla gerçekleşir.
Dünyalıklar, mallar ve mülkler insanları çoğu kez yoldan çıkarmakta, istikametini bozmasına sebep olmaktadır. Rasulullah’ın (s) “ümmetimin küfre ve şirke düşmesinden endişe etmiyorum ama dünyalıklara dalmasından endişe ediyorum” buyurması, bu gerçeğin altını çizmektedir. Dünyalıklara aşırı dalış, farzların, sorumlulukların ve yükümlülüklerin uygulanmasını engeller. Bu sorumlulukların yerine getirilmesi için, her türlü imkânlar kullanılır ve Müslümanlar buna icbar edilir.
1- Zekât vermeyenlerle savaş
İslam tarihinde, zekât ibadetini yerine getirmek istemeyenlere karşı savaş ilan edilmiş, bunu ilk uygulayan da Son Peygamber’in halifesi Hz. Ebu Bekir (r) olmuştur. İleri görüşlü bir devlet başkanı olan Hz. Ebu Bekir (r), Rasulullah’ın (s) irtihalinin ardından zekât vermeyi reddedenleri mürted sayarak onlara karşı savaşmıştır. Ebubekir (r) zekâtın verilmemesinin toplumun bütün nizamını altüst edeceğini, hukuk ve adaleti sağlayan iktidarın ortadan kalkacağını; fakir, yoksul ve düşkünlerin derdine deva olunamayacağını, huzur ve barış ortamının yok olacağını, İslam’ın hükümlerinin uygulanamayacağını, fitne ve fesadın kol gezeceğini önceden tahmin edebiliyordu.
2- Zayıfları korumak esastır
İslam toplumunun zayıfları, yoksulları, kimsesizleri, yaşlıları koruması, onlara bakması ve ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gidermesi de zorunlu bir davranıştır ve önemli bir sorumluluktur. Toplumda her türlü iyiliğin, dürüstlüğün ve doğruluğun uygulanması için fertlerin birbirlerine destek olması ve yardımlaşması farzdır. İhtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gideremeyen ve zayıflarına bakıp koruyamayan bir toplum, fitne ve fesadın, kaosun ve anarşinin kurbanı olur. Siyasal iktidar, bu koruma faaliyetlerini yürütürken asgari zekât oranından gelen gelir bütçede yeterli olmazsa, daha fazla miktarı varlıklı kimselerden talep edebilir. Alınan bu fazla miktar, tümüyle ihtiyaç sahiplerine aktarılır.
III- İnfakta Önemli Prensipler
a- Sadakayı gizli vermek
Genelde sadakanın gizli verilmesi hep teşvik edilmiş ve övülmüştür. Sadaka açıktan verilemez mi? Elbette verilebilir, ama gizli vermek birçok hikmeti içinde barındırmaktadır. Rasulullah’ın (s) dilinde “sağ elin verdiğinin sol elin farkında olmaması” şeklinde ifade edilen bu güzel davranış, öncelikle yoksulun onurunu ve izzetini korumayı amaçlamaktadır. Aynı zamanda sadaka veren veya zengin olan kişinin, kibre düşmesine ve gurura kapılmasına engel olmaktadır. Ya da fakir ve ihtiyaç sahibi kimselere tepeden bakmasına mani olmaktadır. Bundan dolayı, sadakanın gizli olarak verilmesi her zaman güzel karşılanmıştır.
“Sadakalarınızı açıkça verirseniz o ne güzeldir! Şayet onları gizler ve fakirlere verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır…” (Bakara, 271).
“Kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak ederler” (Ra’d, 22).
b- Îsâr / başkalarını kendine tercih etme
Müslümanların bir güzel yanı da, kendileri ihtiyaç içinde olsa da kardeşlerini nefislerine tercih etmeleridir. Medine’de Ensar’dan bir sahabinin kendisi, çocukları ve hanımı yemek yemediği halde misafirlerine ikrâm etmesi gerçekten manidar bir olaydır:
“Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi, (muhacirleri) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarını bulanların ta kendileridir” (Haşr, 9).
c- Darlıkta ve genişlikte infak
Müslüman her zaman, genişlikte ve darlıkta, sıkıntıda ve bollukta infak edebilir. “Elim dar, zorluk içindeyim” diyerek infaktan kaçınamaz:
“Onlar bollukta ve darlıkta infak edenler, öfkelerini yutanlar ve insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever” (Âl-i İmran, 134).
d- Sevdiğinden infak etmek
Makbul olan sadakalar ve hayırlar, kişinin en sevdiği ve en güzel olan malından ve mülkünden verdikleridir:
“Siz, sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar birr’e kavuşamazsınız. Her ne infak ederseniz muhakkak ki Allah onu çok iyi bilendir” (Âl-i İmran, 92).
e- İnfakı başa kakmamak
Yaptığı iyiliği başa kakmamak, övülen en güzel ahlakî davranıştır. Sadakaları, bağışları ve hediyeleri başa kakmak, muhatabın onurunu zedeler. Onun ezilmesine ve ezik düşmesine sebep olur. Böylesi bir davranış, neticede iyilikken eziyete ve kötülüğe dönüşür. Yapılan bütün iyilikler de boşa gider, alınan bütün sevaplar yok olup gider:
“Mallarını Allah yolunda infak edip de sonra o harcadıklarını arkasından başa kakmayan ve bir eziyet de katmayanların Rabb’leri yanında mükâfatları vardır. Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmezler de” (Bakara, 262).
“Ey iman edenler! Malını sırf insanlara gösteriş olsun diye infak eden, Allah’a ve âhiret gününe inanmayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakmakla ve eziyet etmekle boşa çıkarmayın. Onun hali, üzerindeki azıcık toprağı sağanak halinde yağan yağmurla sıyrılıp da dümdüz bir taş kesilen kaypak bir kayaya benzer. Onlar kazandıkları hiçbir şeyi ele geçiremezler. Allah kâfirler toplumunu hidayete ulaştırmaz” (Bakara, 264).
f- İnsan, ancak kendisi için infak eder
Yapılan infaklar, hayır ve hasenatlar insanın kendisi içindir. Âhiretine gönderdiği asıl kendi malı ve en önemli azıklarıdır. Âhirette terazisinin ağır gelmesini isteyen ve gerçekten âhiret gününe iman eden kimse için infak, çok büyük bir kazançtır:
“Her ne hayır infak ederseniz kendi faydanızadır. Zaten siz ancak Allah’ın rızasını kazanmak için infak edersiniz. Hayır türünden her neyi infak ederseniz, size eksiksiz ödenir. Ve size asla zulmedilmez” (Bakara, 272).
g- İnfakta itidal
İtidal, Müslümanlara her işte emredildiği gibi infakta da emredilmiştir. Orta yol üzere olmak, aşırılığa ve cimriliğe yönelmemek, sınırları aşmamak her zaman esas olmuştur:
“Onlar ki, mallarını infak ettiklerinde, israf da etmezler, cimrilik de etmezler. Bunun arasında orta bir yol tutarlar” (Furkân, 67).
h- En iyisinden infak
İnfak ederken, sahip olduğumuz malların en iyisinden ve en güzelinden infak etmemiz gerekir:
Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın en güzellerinden ve sizin için yerden çıkardığımız şeylerden infak edin. Göz yummaksızın alıcısı olmayacağınız aşağılık şeyleri vermeye yeltenmeyin. Bilin ki gerçekten Allah zengindir, hamde layıktır” (Bakara, 267).
ı- Yakından uzağa doğru infak
“Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: ‘Malınızdan infak edeceğiniz hayır, ana babanın, akrabaların, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır. Şüphesiz, her ne hayır işlerseniz Allah onu çok iyi bilendir’” (Bakara, 215).
k- “Afv”ı infak
Afv, Arapça’da birçok manaya gelir. Fazlalık, arta kalan, gönülden geçen, bağış ve daha birçok mana… Kendi ihtiyacından geriye kalanları, diğer insanlarla paylaşma emrediliyor:
“Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: ‘İhtiyacınızdan arta kalanı.’ Allah, âyetlerini size böyle açıklar, iyice düşünesiniz diye…” (Bakara, 219).
IV- İnfaka Engel Olan Durumlar
a-    Cimrilik yasaklanmıştır
 
“Kahrolsun dinarın kulları!”
Yok olsun, helak olsun paranın kulları! Onlar olmaz olsunlar! Dinar, altın para demektir.
İnsanları cennete çağıran, herkese rahmet etmek üzere gönderilmiş bir peygamber dahi, bu kimselerin helakini istemektedir. Çünkü bunların insanlık için ve iyilik adına yapabileceği hiçbir şeyleri yoktur.
Allah’ın kendilerine verdiği rızıkları, mal ve mülkleri sadece kendileri ve aileleri için kullanırlar. Yine Allah’ın harcamasını istediği yerlerde harcamazlar. Yoksulları, yolda kalmışları, yetimleri, güçsüzleri ve zayıfları yedirip içirmezler, onlara yardım elini uzatmaz, gözetip kollamazlar.
Yine rahmet peygamberi şöyle buyurmuştur: “Cimriler cennete giremez.”
Bütün insanlığı ateşten korumak için gönderilen bir peygamber, cimrilerin, parayı tek elde tutup da insanlığın hayrına harcamadıkları zaman cennete girmeyeceğini açıklıyor. Usûl açısından bu tarz hadîs-i şerifler, yapılan davranışın ne kadar çirkin ve kötü olduğunu, cezasının da oldukça büyük olduğunu ifade eder.
Cimrilik, gerçekten çok kötü ve çirkin bir huy ve bir çeşit hastalıktır. Bazen öyle kronikleşir ki, parasından zerre miktarı bir eksilme olmasın ister, malının kendisine ve çocuklarına dahi faydası olmaz. Tabii ki ölünce, üzerine titrediği o güzelim malları, mülkleri ve yığdığı her şey mirasçılarına kalır. Yanına alıp da götüremez. Artık mirasçıları için gün doğmuştur. Onlar da, cimri babasının veya annesinin malını diledikleri gibi harcarlar.
“Onlar, hem cimrilik edenler hem de insanlara cimriliği emredenler ve Allah’ın lütfundan kendilerine verdiğini gizleyenlerdir. Biz, o inkârcılar için horlayıcı azap hazırlamışızdır” (Nisa, 37).
“İşte sizler Allah yolunda infak etmeye çağrılanlarsınız. Sizden kiminiz cimrilik etmektedir. Kim cimrilik ederse, kendi aleyhine cimrilik eder.” (Muhammed, 38).
b- Altını ve gümüşü biriktirenler
Malı biriktirip insanların kullanımından uzaklaştırmak hoş görülmemiş ve yasaklanmıştır. Allah lütuf olarak verdiği rızıkların, insanlar arasında paylaşılmasını murad ediyor, bir yerde biriktirilip saklanmasını değil:
“Altını ve gümüşü yığıp biriktiren ve onları Allah yolunda infak etmeyenlere gelince, onlara acıklı bir azabı müjdele!” (Tevbe, 34).
c-Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyenler
Fakirleri, yetimleri, muhtaçları yedirip içirmek, en güzel ahlaki davranışlardandır. Ama âhirete inanmayanların temel bir özelliği de, muhtaçları doyurmak bir tarafa onlara yemek verilmesini de teşvik etmemektir. O kadar merhametsiz ve acımasız olmuşlardır ki, kendilerinden başkalarını düşünmezler:
“Onlar ki, yoksulu doyurmayı dahi teşvik etmezler” (Mâûn, 3).
d- Şeytan infak edilmesini istemez
İnsanoğlunun biricik ve apaçık düşmanı şeytan, iyilik yapılmasından hoşlanmaz. Onun için de insanları fakirlikle korkutur, onlara rızık endişesi çektirir: “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size fahşâyı emreder. Allah ise kendi katından mağfiret ve bir bolluk vaadediyor. Allah ihsanı bol olandır. Hakkıyla bilendir” (Bakara, 268).
e- Gösteriş için infak
 
Riya ve gösteriş için yapılan infaklar, sadakalar ve hayırlar da, Allah’ın rızasını kazanmak için yapılmadığından boşa gider. Bu tutum, her zaman âhiret gününe inanmayanların temel bir vasfı olmuştur:
“Onlar Allah’a ve âhiret gününe iman etmedikleri halde mallarını insanlara gösteriş için infak edenlerdir. Şeytan kime arkadaş olursa, o kötü bir arkadaştır” (Nisâ, 38).
“Onlar ki, riyakârlık yaparlar” (Mâûn, 6).
“Ey iman edenler! Malını sırf insanlara gösteriş olsun diye infak eden, Allah’a ve âhiret gününe inanmayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakmakla ve eziyet etmekle boşa çıkarmayın” (Bakara, 264).
FAİZ, KUMAR, HIRSIZLIK, GASP vb. HAKSIZ YOLLARLA ELDE EDİLENLER, İSLAM FIKHINDA KİŞİNİN KENDİ MÜLKÜ SAYILMAZ. BU YÜZDEN BUNLARIN İNFAKI DA OLMAZ. İNFAK OLABİLMESİ İÇİN MÜLKÜN MEŞRU VE HELAL YOLLARDAN KAZANILMIŞ OLMASI GEREKİR.
İNFAK İLE TOPLUMDA İHTİYAÇ SAHİPLERİ VE BORÇLULAR KALMASIN, FAKİRLER İSYAN ETMESİN, ZENGİNLERE DÜŞMAN OLMASIN, FUHUŞ YAYILMASIN, TOPLUMU AYAKTA TUTAN DİNAMİKLER YIKILMASIN, HUZUR, BARIŞ VE GÜVEN ORTAMI SAĞLANSIN VE SÜREKLİ KILINSIN İSTENİYOR.
İLERİ GÖRÜŞLÜ BİR DEVLET BAŞKANI OLAN HZ. EBU BEKİR (R), ZEKÂTIN VERİLMEMESİNİN TOPLUMUN BÜTÜN NİZAMINI ALTÜST EDECEĞİNİ, HUZUR VE BARIŞ ORTAMININ YOK OLACAĞINI, FİTNE VE FESADIN KOL GEZECEĞİNİ ÖNCEDEN TAHMİN EDEBİLİYORDU.
TOPLUMDA HER TÜRLÜ İYİLİĞİN VE DÜRÜSTLÜĞÜN YAYGINLAŞMASI İÇİN FERTLERİN YARDIMLAŞMASI FARZDIR. SİYASAL İKTİDAR, MUHTAÇLARI KORUMAK İÇİN ASGARİ ZEKÂT ORANI YETERLİ OLMAZSA, DAHA FAZLA MİKTARI VARLIKLI KİMSELERDEN TALEP EDEBİLİR.
MALI BİRİKTİRİP İNSANLARIN KULLANIMINDAN UZAKLAŞTIRMAK YASAKLANMIŞTIR. ALLAH, LÜTUF OLARAK VERDİĞİ RIZIKLARIN İNSANLAR ARASINDA PAYLAŞILMASINI MURAD EDİYOR, BİR YERDE BİRİKTİRİLİP SAKLANMASINI DEĞİL.
GÖSTERİŞ İÇİN YAPILAN İNFAKLAR, ALLAH’IN RIZASINI KAZANMAK İÇİN YAPILMADIĞINDAN BOŞA GİDER. BU TUTUM, ÂHİRET GÜNÜNE İNANMAYANLARIN TEMEL BİR VASFIDIR.