DİNE KARŞI DİN

MUSTAFA BOZACIOĞLU

VAN 8.04.2015 10:30:15 0
DİNE KARŞI DİN
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Vahyin inzali zaten yoldan çıkan, istikameti kaybeden, vahyi terk edip arkasına atan, kelimelerin yerlerini değiştiren, anlamını yitiren insanlığı yeniden istikamete sevk etmek amaçlıdır. Amaç, yitirilen kavramları, terk edilen kulluk hassasiyetlerini, kaybedilen samimiyeti, bozulan safiyeti yeniden inşa etmektir!
 
Başlık merhum Ali Şeriati’den iktibas edilmiştir. İşleyeceğimiz konuyu tek cümle ile ifade etme niteliğini haiz veciz bir deyimdir. Aslında onun yıllar öncesinden bunu tesbit ederek söylemesi, öncesindeki benzer söylemler de dikkate alındığında ve bugün gündeme tekrar getirilmesi, hatta gündemden hiç düşmemesi düşünüldüğünde konunun önemini dikta etmektedir bizlere…
Aslında seçtiğimiz başlıklardan biri de ‘Algı ve Gerçekler’ idi. Konunun algı yönetimi, endoktrinasyon, enforme dezenforme, retorik, şartlı refleks, öğrenilmiş çaresizlik vb. konularla ilişkisi düşünüldüğünde ‘algı’ ile ‘gerçeklerin’ birbirine karışması, katıştırılması, yer değiştirmesi söz konusu!
Konumuz, ‘din algısı’; halkın çok sevdiği ve fakat aynı oranda da bilmediği ‘din hakikati’… Nereden başlasak, ne söylesek, nasıl ifade etsek! Tam bir muamma! Tamamen paradoks! İşte hemen hiçbir zaman bu boyutta bir karmaşaya dönüşmemiş bu konu, ne dersek diyelim, ne kadar yumuşatmaya çalışırsak çalışalım, ‘Dine karşı din’ olgusu ile anlatılabilir, en net ve en özet olarak!
Günah keçisi ilan edilen Emevilerden değil hemen Hz. Peygamberin irtihalinin akabinde ‘fitne’ unsuru hadiseler; kelam tartışmalarına evrilen muktesebat, saltanat ve iktidar algısının zemini ve şartları; mesajın hayata dönük yüzünün terk edilmesi ve imanın ‘inanç’ haline indirgenmesi; israiliyyat ve hırıstiyanlık kaynaklı rivayetler; zındıklıktan veya saflıktan kaynaklanan uydurma rivayetler; fetih hareketleri ile İslam’a ‘cümle kapısından’ değil de örf adet gelenek kaynaklı eski halin devamı üzere yoğun, denetimsiz, ölçüsüz ve güce dayalı, ‘teslim olmak’ içerikli girişler; tek kılavuz, yegane kaynakla irtibatın kesilmesi, risaletin şahitliğinin terk edilmesi, ahiretin unutulması, yarışın yanlış alana çevrilmesi; tasavvufi, batıni, hurufi çevrelerin İslam’ı blokajı, çevreleme hareketleri, aklın emanete verilmesi, düşüncenin yitirilmesi; bilim ve bilgi ile irtibatın kesilmesi, hakikatlerin duygu ve vicdana havale edilmesi, ibadetle siyaset ilişkisinin kopartılması, iman ile amelin arasının ayrılması, salihatın unutulması.. şeklinde akla ilk gelenler olarak sıralanabilecek bir sürü husus, gelenek veya nihayetinde geleneğe dönüşen modern, iç (beriki ve nefs) ve dış (öteki/şeytan ve değişimin, değişkenlerin zaman ve şartları) etkiler, bu kopuşun, kırılmanın, gerçeklerin yerini algıların almasının, iletilen edDin’in yerine üretilen dinin geçirilmesinin zeminini, arka planını oluşturmaktadır. Bu etkiler bugün de aynıyla, artarak sürmektedir.
Kuvvetli bir ‘şok’ etkisi, bir sarsıntı gerekli! Yoksa kimsenin aklını başına alacağı yok! Söylem yumuşatıldıkça, mesaj albenili hale getirilmeye çalışıldıkça, muhatap da yumuşuyor yumuşamasına da, tersine! Yumuşaklığı, kayganlığı artıyor! Fetva devşirmek kolaylaşıyor zannınca! Yılların uyuşukluğu, uykusu öyle kolay bertaraf edilemiyor! Yılların tortusu, kiri pası suya sabuna dokunmadan giderilemiyor! Kur’anın ‘Ey iman edenler, iman edin..’ vurgu ve talebi tam da konumuzla alakalı! Bir tercih ve irade beyanı! Neyi terk ettiğinin, neyi kabul ettiğinin farkında olmak! Bu farkı fark ettirmek! ‘Nemelazımcılık’, ‘bir şey olmaz’, ‘o da olsun, bu da’ tarzında ikircikliğe, eklemlemeye yer vermemek!
Vahyin inzali zaten yoldan çıkan, istikameti kaybeden, vahyi terk edip arkasına atan, kelimelerin yerlerini değiştiren, anlamını yitiren insanlığı yeniden istikamete sevk etmek amaçlıdır. Amaç, yitirilen kavramları, terk edilen kulluk hassasiyetlerini, kaybedilen samimiyeti, bozulan safiyeti yeniden inşa etmektir! Alınması, uyulması ve uygulanması istenenleri va’zetmek, ıslah ve ihya edilebilecek olanı düzeltmek, yeniden formatlamak, rengini aslına uygun olarak tekrar kazandırmak; asla uygun olmadan kullanıma sokulanları, imha ve reddetmek, sakınılması gerekenleri vurgulamaktır sahih dinin vasfı! Üretilenleri, eklenenleri, sonradan icat edilenleri, bazılarını gizlemeyi sürdürmek ve korumak ise uydurulan sahte ve beşeri dinin! İlişkilerin nasıllığını, niçinliğini yalnız dinin sahibinin belirleyip bildirdiği; nelerden, nasıl razı olacağını ancak O’nun beyan ettiği, karşılıklarının adını koyduğu; genel sınırlarını sadece O’nun belirlediği bir din! Bu ilahi olandır. Bunun dışındakiler eklemesi, eksiltmesi, nefsi olana dayanması, kulların zan, heva ve heveslerinin ürünü olması hasebiyle, ne kadar doğrudan bazı kır(p)ıntı payları olsa da beşeri olandır, sahtedir; zulümat doğurur, yoldan çıkarır ve cehenneme götürür! Bakmayın cennet satmalarına, dini az bahaya değişmelerine, kendilerince ucuzlatmalarına; yarın ne alanın ne de satanın bir mazereti olamayacaktır! Belki, burada, cehennemi satın alıp(!) cennet satışlarını boşa çıkarmak mı gerek ne?!
Gerçeklerin yerini algılar, bilginin yerini zanlar ve malumat, iletilen dinin yerini üretilmiş yeni ve farklı din almış, kuşatmış durumda çoktandır! Birçok noktada kırılmalar yaşanmış, yaşanmaya da devam ediliyor! Dahası kopuşlar! Modern etkiler, yukarıda bahsedilen teknolojik lokomotiflik etkisi altında endoktrinasyon ameliyesi yeni renkler, türedi yöntemler getiriyor olsa da aslen, geleneğin taşıyıcılığı, kuşatıcılığı, aşılayıcılığı daha bir belirginidir. Tabii tersine! Ne de olsa bizdendir! İçtendir, içimizdendir! Öteki değil berikidir! Şeytanın Allah adına/diyerek kandırması daha kolaydır! Adı üstünde ‘gelen’ ve ‘ek’ değil mi? Ekleme ve eksiltme!
Zam ve ıskonto! Ama kimin, ne haddine, belli değil? Kim, kimden, ne adına berat almış, o da belli değil! Gerçi minareyi çalan kılıfı da hazırlar ya; ‘Alimler nebilerin varisleridir!’ ne de olsa, değil mi?! Elçiye de değil; nebiye! Ortada ‘alim’ olsa ona da amenna! Sadece nam çalmak, nemalanmak söz konusu! Nerede toplumu çekip çevirmek, önderlik etmek, sorumluluklarına kılavuzluk etmek?! Kılavuzu karga olanın..! Kendi himmete muhtaç dede…! Kur’anın ‘bel’am ve samiri’ tipolojileri hazır şablon; ama ölçüp biçen yok! Zaten bu sistem aklın emanetliği üzerinden yürümüyor mu?! Ondan sonra; yürüt yürütebildiğin, sömür sömürebildiğin kadar! Bugün cemaat adı altında ‘cemadat/akılsız şeyler topluluğu’ formu işliyor! İşletmecilik bu formla sürdürülüyor, defterler dürülüyor! Kitaba uyma adına işler kitabına uyduruluyor! Sahih olanın da bir gelenekle, şahitlikle ve yaşanarak aktarılması söz konusu olsa da tamamen farklı bir olgu! Doğrunun muhafazası ile muhafazakarlık olgularının tamamen farklı oluşu gibi…
Hatırlayınız ‘‘Kur’an anlaşılmaz, onu birileri anlar, onda ne manalar gizli..’’ söylemlerinden, Kur’an tercüme ve meal kıtlığı hakikatinden, şimdilerde meal enflasyonuna(!), her grubun kendince meal algısına evrildik! Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak kabilinden… Yine ‘dine karşı din’, Kitab’a karşı kitap! (Örn; Başörtüsü ayetine bakınız farklı meallerde ve müdahalenin boyutunu görünüz!)
Geleneksellerine şimdilerde modern renkli, kalabalık güdüleme, gütme içerikli ‘sivil toplum’ tandanslı yenileri vakıf, dernek, partileri eklendi! Bunların pek çoğu algı yönetimi, endoktrinasyon, güdüleme, ‘kendine/kendi dinine çağırma’ işlevi görüyor maalesef! Modern, kalabalıkların sevkiyatı amaçlı bu kurumsallaşmalar da maalesef seleflerini, geleneksel olanını aratıyor, rahmet okutmasa da! Her iki kesim de retoriği çok iyi kullanıyor, kalabalıkları güdülemekte, gütmekte pek malzeme sıkıntısı çekmiyorlar! İtaat edecek ahaliyi çok kolay bulabiliyor, çekip çevirebiliyorlar! Ne de olsa sorgu yok, sual yok, hesap verme alma yok, isyan zaten caiz değil, kulluğun adı itaatin de dışında karşılıklı ‘fayda’ maslahatçılığına bağlanmış geçinilip gidiliyor!
Ama biz şunu söylüyoruz; ‘bize gelin’ demiyoruz, ‘uyanık olun, aklınızı başınıza alın’, ‘kendinize gelin’ diyoruz. ‘Belki sizi kandırıyoruz, yanıltıyoruz, bilerek veya bilmeyerek sizi yanlışa/zannımıza, heva ve hevesimize çağırıyoruz’, ‘bizim anlattıklarımız, sizin anladıklarınız hakikatin ne kadar yakınına düşer, araştırınız, tahkik ediniz’, ‘anlattıklarımızdan, anladıklarınızdan değil; Rabbimizin ilettiklerinden, resulün hayatıyla örneklediklerinden sorgulanacak, hesaba çekileceksiniz’ diye de ekliyoruz! Bu ekleme; ilave olsun, ekstra yük olsun için değil, ‘hatırlatma, uyarma’ içeriklidir diye de belirtiyoruz. Elden geldiğince doğruyu, doğruluğu salık veriyor, ne yapmamamız gerektiğini bilerek onlardan uzak duruyor, yapmamız gerekenleri de olabildiğince hayatımıza aksettirmeye çalışıyoruz.

Kapılarımız, gönlümüz açık; doğru ve doğruluk yolunda yarışa, yardımlaşmaya, dayanışmaya hazırız; varsa hatamız, eksiğimiz, fazlamız, sözü olanları dinlemeye, kulak vermeye, onlardaki doğrulara sahip çıkmaya, tüm imkânlarımızla destek olmaya da hazır ve nazırız! ‘‘Kavun alırken kokluyor, karpuz alırken tık’lıyorsunuz; şeker, un ve tuz, hatta eroin ‘beyaz’ (Ha, sakınılması gereken bir beyaz da tv.lerde malumunuz!), bunları bakarak ayırt edemiyor, farklı yöntemlerle elemine ediyorsunuz; o halde size ebedi saadeti kaybettirecek veya kazandıracak meselelerde niçin bu hassasiyeti göstermiyorsunuz?!’’ diye hassaten belirtiyoruz. Bu konuda samimiyet ve Allah korkusu içinde Kur’anı elimizde bir mihenk taşı, elek kılmadıkça, ona yönelmedikçe asla kurtuluşa eremeyiz!
Gerçekler ne, algılananlar ne?! Hakikat ne yana düşer, zanlar ne yana?! İletilen din ile üretilen dinin çakışma noktaları mı fazla, çatışma mı?! Hem, bozuk saat iki kere doğruya işaret etse ne yazar?! Yüzde doksan dokuza, yüzde birlik bir karışıma, ortaklığa bu din razı gelir mi?! Rabbimiz bundan razı olur mu?!
Bakınız ‘İslama karşı İslam’ da değil mesele; bunu dahi diyemeyiz! Zira hak ve hakikat olan İslam tek ve biriciktir. Rabbimizin de tek ve bir olması gibi… Sırf O’nu tekbir edip dururken başka rabler edinmek reva mıdır?! Bu nice bir cür’ettir?! ‘Eyvah’ demeden ‘Allah’ demek, dinin aslına dönmek, özüne yönelmek zorundayız. Bu son dinin örnekliğini, şahitliğini hayatıyla, sahih sünneti ile gerçekleştiren resulümüzü örnek almak, onun sahih siretini kuşanmak mecburiyetindeyiz! Yani; ya bu dindeniz, ya da bu dine karşı! Biraz ondan, biraz bundan yok; biraz öyle, biraz böyle olmaz!
Kur’anın ‘atalar dini’ diye resmettiği ve zemmettiği/olumsuzladığı olgu, Hz. Peygamberin ve önceki tüm peygamberlerin karşılaştığı ve ilkin, ilk elden uğraştıkları bir realite idi.

Tıpkı günümüzdeki gibi! O gün peygamber(ler)e ‘sapık’, ‘sizi/bizi dinimizden döndürecek’, ‘ana baba ile çocuğun arasını açıyor’, ‘onu ilahlarımız çarpmış’, ‘ona öğretiliyor/şucu bucu’ gibi itirazlar yöneltiliyordu! Aynen bugünlerde, hakkı hakikati hatırlatanlara söylenildiği gibi! Yalnız mesele şimdilerde daha girift, içinden çıkılmaz hale gelmiş durumda! Ve fakat bu din, Kur’an muhtevalı olarak, yakınımızda, elimizin altında olduğundan, meseleyi hal yoluna koymak, asla irca etmek imkânsız da değil! Yeter ki onu terk edilmişlikten kurtararak, kapağını açıp içine, içeriğine, istediklerine bir bakalım! Samimi olalım! Dinin yegâne sahibi olarak Rabbimizi bilelim ve O’nu birleyelim! Yanına, önüne ardına rabler eklemeyelim; birbirimizi kulluğa çağırıp rabler edinmeyelim! Hz. Peygamberin sahih sünnetinin peşinde olalım, izini sürelim; sünnetini, şekline şemailine, sakalına cübbesine, uydurma rivayetlere indirgemeyelim! Onun yegâne ve asıl sünnetinin Kur’anı hayata taşıma, yaşama mücadelesi olduğunu idrak edelim ve bunun talibi, talebesi olalım!
Bakınız, açıkça söylüyoruz; bugün Allah algısı, din hakikati/bilgisi, resul tasavvuru gerçeklerle örtüşmemektedir.

İbadet/kulluk algısı sapmıştır! Mesele ta buralardan, kaynaktan itibaren saptırılmıştır. Dikkat ediniz, devenin her tarafı eğri, bunu biliyor, bunu söylüyoruz! Tek tük doğrular için ‘bozuk saat’ metoforuna dönünüz! İşimiz zor! Bunu bizler zorlaştırıyoruz üstelik! Bedavadan cennetten parsel satarak, ucuzluk sunanların, hakikatten yana sundukları, sığındıkları hiçbir şey de yok! Gerçeklerin yerini sanal algılar, zanlar almıştır. Hakikatin üstü örtülmüş, kullar ile arasına duvarlar örülmüş, zindanlar kurulmuş, tuzaklar yerleştirilmiştir! Kula kulluk edilir, beşere rablik yakıştırılır, zanlar din edinilir olmuştur! İnsanlık keskin bir virajdadır, yeniden! Yeni bir din algı ve ihdasından..! Mesele, ötede, Allah’ın aramızda hüküm vereceği güne bırakılır, ertelenirse; ‘vah ki vah’, ‘ört ki ölem’, çok geç olabilir! Zaten öyle olacaktır; zira telafi şansı, geri dönüş, bir fırsat daha sunuş ihtimali kalmayacaktır! Mazeretler kale alınmayacaktır! Ellerinizle yazdıklarınızı okuyacak, yapıp ettiklerinizi ve ihmallerinizi karşınızda, hesabı kendinizce karşınızda bulacaksınız; şeksiz şüphesiz, itirazsız!
Şimdi teşhis böyle, genelde buna katılan da çok! Ama doğru ve doğruluk yolunda dayanışma, yardımlaşma, doğruya katılım da yok! Ne acı ve ne büyük bir paradokstur bu! Tedavi için de birlik, dirlik gerek! Safları sıklaştırmak gerek! Doğruyu berkitmek için beraberce çaba sarf etmek gerek! Gönlümüz başkasından, kılcımız başkasından yana olunca, bir sonuç, dahası bir süreç de meydana çıkmıyor, çıkmayacak da! İşleri ahirete, Allah’a havale ederek de işin içinden sıyrılamayız! Böylesine girift ve sorunlar yumağı haline gelmiş bir meseleyi, böyle birkaç yazı ile birkaç söz ile düzeltebilmek de pek kolay değildir, takdir ederseniz! Dışarıda akış, başkalaşım ve tersten esen rüzgârlar o kadar yoğun ki benzer nitelikte, yoğunlukta çabalar gerek. Allah’tan, yoğun ama kuvvetli değil; zira zan ürünü, batıl gibi yıkılıp yok olmaya mahkûm, örümcek evi gibi zayıf; amma velâkin bizler de zayıfız! İsyan ve nisyan ile malulüz! Nefsimize çabuk kanıyor, uzatılan zokaları kolay yutuyoruz! Hakkı batılın, nuru/aydınlığı karanlığın üstüne boca edecek nitelikli ve yetkin çabalar gerek! Adanmışlık ve samimiyet gerek! Bu işi ilk ve asıl işi bilmek gerek! Rızaya kavuşmanın, kurtuluşa ermenin, cenneti hak etmenin bir bedeli ve o değerde ödemesi, hak edişi vardır.
Bugün herkes din diyor ama ortada ‘edDin’ yok! Herkes kendine, kendi dinine çağırıyor, İslam’a çağıran ne kadar az! Çoğunluk ‘Müslüman’ım’ diyor, ortada ‘Müslümanlık’ yok! Her kesimin peygamberi kendince! Pek çokları Allah’ı kendi algısının hizmetine koşmuş -haşa-! Kitabımız tek iken, mehcur kılınmış, parça parça edilmiş, yanına, eşdeğermişçesine kitapçıklar eklenmiş! İndî yorumlar -bizimkisi de böyle değerlendirilmeye açık olsa da- sabite haline getirilmiş! Kardeş kılınan Müslümanlar, bırakınız birbirini dinlemeyi, anlamaya çalışmayı, bir kaşık suda boğmak için mazeret üretir olmuşlar; kolayına kaçıp, kolay bulunurcasından! Aslı varken, bal, kavanozun dışından yalanıyor! Sonuçta yalamalık, yamanmışlık artıyor, eğer mazur görürseniz! Hesabı zora göre, her ihtimale göre tutturmaya çalışmak varken, ilk sakallıya ‘dede’ deyip, sorgusuz sualsiz, Hakk’a teslim olurcasına kucağına atlamak, el etek öpmek, diğer şıkları dikkate almamak nasıl bir hadsizliktir, hesapsızlık kitapsızlıktır!
Şimdi yarıya veya bir seviyeye kadar doldurulmuş bir bardak ile karşı karşıyayız! Su safiyetini kaybetmiş! Derişik hale getirilmiş! Bulandırılmış, içine bir şeyler boca edilerek katışık/karışık kılınmış! Boş kısmına mı bakalım, dolu kısmına mı?! Bardağı kırmadan bu işi nasıl başaracağız?! Bunu başaramamak bizim için başarısızlık mıdır?! Şartlarını gereğince gerçekleştirdiğimiz, süreci doğru işlettiğimiz, ilişkileri doğru kurduğumuz halde… Bardağa azar azar bir şeyler eklemek, peyderpey içinden bir şeyler çıkarmak derişikliği giderir mi?! Seyreltmeyi sağlar mı? ‘İman edenler iman edin’ uyarısı buraya nasıl taşınacak? Hak ile irtibata geçmek, halk ile irtibattan, kulların umurunun umurumuzda olmasından geçtiğine göre bu iş nasıl kotarılacak? Maslahatçılık ile maslahat arasındaki denge nasıl sağlanacak, fark nasıl belirginleştirilecek? Burada tedricilik işler mi? Bir adım sonrası için garantimiz mi var! Bu ‘kitaptan bir kısmını gizlemek’ anlamına da gelmez mi?!
İtikadın tedriciliği, müsamahası olmaz! Zamana bırakılamaz! İbadet algısına benzemez bu! İman pazarlığa gelmez! Tafsilisi de icmalisi de olmaz! Tektir, bütündür; bölünemez! Zannın konusu kılınamaz! Bunlar, kulun hata işleme/günah, gaflet, nisyan/unutma maluliyetlerinden farklıdır!
Hatırlayınız Mekke’dekilerin, cahiliyyenin de Allah, ibadet, din, ilah, rab algıları vardı! Allah ‘şirki’ konu edinerek, insanlığa bunu affetmeyeceğini, imanın niteliğini, Allah’ın isim ve sıfatlarının bölünmesinin yeni bir din inşası olduğunu beyan etmesi hususu da iyi anlaşılmalıdır.
Meselenin bu kadar sistematik olmayan analizden sonra bize bakan boyutuna gelince: Hidayetin Allah’ın elinde olduğunu biliyor olmanın verdiği sebep sonuç ilişkisini yanlışa yoruyoruz gibime geliyor. Sorumluluklarımızı ihmal ettiğimizi, farkımızı fark ettirmekte kusurlu davrandığımızı düşünüyorum. ‘Biz buyuz; gelen gelir, gelmeyen kendi bilir’ söylemi doğru görünse de kendi elimizle ayağımıza bağladığımız pranga olmamalıdır. Karşımızdakileri tek düze, eşdeğer, aynı potansiyelde görmek gibi bir zaafımız var! Herkesten aynı düşün/ce/me seviyesini bekliyoruz! Aynı karşılıkları umuyoruz! Söylemimiz teoride kalmaktan kurtarılamıyor! Kulların umurunu pek umursamıyoruz! Herkese, her kesime aynı söylem boyutu ile gidiyoruz. Tekrarlı ve sürekli de gitmiyoruz! İstişareyi, diyalogu aramızda sürekli ve nitelikli kılmıyoruz!
Ötekine de berikine de aynı tarzda yaklaşıyoruz! Karşımızda olanla, yanımızda olmasa bile karşımızda olmayanı; yanımızda olmayanla yanımızda olanı; yanımızda olanlarla aramızdaki farklılıkları ve boyutlarını; aynı düşünüp taşındıklarımızla sürecimizi ve planlamalarımızı bir türlü ayırt edip bunlara göre bir strateji geliştirip uygulayamıyoruz! Muhataplarımızın ekonomik, sosyal, kültürel seviye ve kapasitelerini, ilgilerini, hazır bulunuşlarını hep hesaba katmalıyız. Söylemlerimizi aynı boyutta ve nitelikte davranışlarımızla bütünleştirmemiz gerekiyor! Bu farkındalık bizlere daha büyük sorumluluklar yüklüyor.
Merhum Seyyid Kutub’un ‘cahiliyyeden ayrışma’ ve iki kişi bir oldukta, bu birliktelik çerçevesinde üçüncü ve sonrakilere doğru bir sürece girilmesi, bu hassasiyetin dosdoğru olarak sürdürülmesi, kendi sosyal çevresini oluşturulması şeklindeki düşüncesi anlaşılmayı bekliyor, her zamanki gibi…
Bizim derdimiz karanlıklara karşı ışık yakmak olsun; Kur’anın ışığına tabi olup onu en berrak şekilde aksettirmek…İKTİBAS DERGİSİ