Dindarlık tekeli

Ayşe Böhürler

VAN 11.07.2015 14:02:21 0
Dindarlık tekeli
Tarih: 01.01.0001 00:00
 “Dindarlık tekeli” bu mahallede en çok baş etmek zorunda kaldığımız davranışlardan birisi oldu hep. Dinin kendisi tam tersini emrederken “dini ve dindarlığı tekelinde görmek”; kibir, nefse itaat, büyüklenme gibi İslam'ın yasakladığı birçok özelliği içinde barındırıyor. Aslında her şey insanın kendini bilmesinde toplanıyor. Bir kitapta rastlamıştım: “Nefsini bilen ve aynı zamanda yüz günahı olan kimseden kaçma, fakat yüz iyiliği olup da nefsini bilmeyen kimseden kaç!” Mevlana bunu kuru ve yaş dal benzetmesi ile anlatır. Yaş dal eğri büğrü de olsa zamanı gelince yeşerir, çiçek açar, meyve verir, fakat kuru dal için böyle bir ihtimal kalmamıştır. Dini metinler, kendi nefsine tapmanın sayısız tarifini verirken aslında buna kapılmanın ne kadar kolay olduğunun da altını ısrarla çizer. Kur'an buna karşı bizi defalarca uyarır.

Hiç farkına varmadan oluşturduğumuz birçok yargının –dinsiz de bunlardan birisidir- altında da bu bakış yok mudur? Kendine ait olduğundan kesinkes emin olduğun en doğru din halkasının dışına atılmanın işareti binlerce kelime tedavülde dolaşıp duruyor. 'İman' bir nasipse bu nasibi kendine münhasır görmek de rahatsız edici bir tutum değil mi?

Kur'an adanmış bir kişilik öngörmez. Kulluk, köle-efendi ilişkisi değildir. Kendi iradene sahip olarak, attığın her adımda önündeki seçeneklerin idrakinde yaparsın bu tercihi. Günah işleme, hata yapma özgürlüğünün sigortasıdır tövbe ve dua.
….
Suçlamayla karışık yargılarımız, dilimizden dökülürken, aslında kendimiz dışındakilerle kurduğumuz ilişkilerdeki noksanlar da dilimizden dökülüyor. Kendimizi ayrıksı ve en üstün görmek yerine bütünün bir parçası olmayı başarmak insanlık sınavı olarak karşımızda duruyor. Alev Alatlı'yla henüz yayınlanmayan uzun bir söyleşi yaptım. Adanmış kişilikler ve narsistik yapılar üzerine... Kendi bireyselliğini ve iradesini yok etmeden bir başkasının bireyselliğinin sorumluluğunu üstlenmek, en az kendisi kadar onun da hasar görmemesi için çaba sarf etmek, saygı, enformasyon, itina ve sorumluluk istiyor. Söyleşinin bütünü çok uzun, bir kitapta belki gazetede yer alır. Ancak son bir haftanın bende bıraktığı iz düşümlere tercüman olması açısından o söyleşiden bir bölümü paylaşmak istiyorum.

NİZAM-I ALEM SİZE BENZEYEN YA DA BENZEMEYEN HER CANLIYI YAŞATMA EĞİLİMİ ÜZERİNDEN ALGILANMALI

“Toplumla ilişki kurmanın iki yolundan söz edilir: nekrofilik- ölüsevici veya biyofilik-yaşamsever. Nekrofilik ilişki biçiminde, birey toplumun bir parçası olmaktansa, toplumu “kendisinin bir parçası” yapmaya yönelir. Yaşamsever ilişki, kişinin toplumun “bütünü”ne onarıcı/hayırhah sevgiyle bağlandığı, kendisini “bütünün bir cüzü” olarak algıladığı halidir. Biyofilik ilişki türünde aslolan, toplumun bütünüyle, ve fakat “bireysellik”ten ödün vermeden, yani muhalif düşüncelerinden ödün vermek durumunda kalmadan bağdaşmaktır.

Yaşamsever bir insanın, cesedin simgelediği, gerçek hayatta karşılığı olmayan aklî kurgular, kurallar, kaidelerle işi olmaz. Nizama, intizama, kışla disiplinine, bürokratik kırtasiyeye bağlanmaz. Hayatı bir makine, insanları makinenin parçaları olarak görmez. Törenlerde/seremonilerde takılıp kalmaz. Biyofil, yaşama dönüktür. İlgisini kanlı canlı olan üzerinde yoğunlaştırır. Yaşayan, gelişen, serpilen varlıklarla hemhal olur. Nesnel olmaya, toplumun bütününü kavramaya, yüzeyin altında kalanı keşfetmeye, ötekinin gerçekliğinin özüne inmeye gayret eder. Farklı ve karşıt kimliklerle kaynaşmaya, onları kaynaştırmaya çalışır. Ayrıştırmaya değil birleştirmeye, dağıtmaya değil, toparlamaya uğraşır…

Toplumun “bütünü” ile bireysellikten vazgeçmeden de ilişki kurulabileceğini teslim edersiniz. Sizin gibi düşünmeyenlerle, iktidarsanız muhalefetle, muhalefette iseniz iktidarla, savcı iseniz sanıkla, sanık iseniz savcıyla, hekim iseniz hasta yakınıyla, hasta yakını iseniz hekimle, Kürt iseniz Türk'le, Türk iseniz Kürt'le, Sünni iseniz Alevi'yle, Alevi iseniz Sünni'yle, kadın iseniz erkekle, erkek iseniz kadınla, hasılı size benzemeyen her canlıyla yaşama ve yaşatma temelinde organik ilişki kurmaktan bahsediyorum. Düşünün ki,güneş, kahkaha çiçeklerini de ısıtır, deve dikenlerini de...”