DİN

Her dinin Rabb kabul ettiğine karşı bir ibadeti

VAN 25.06.2015 13:48:19 0
DİN
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Din denildiğinde kavradığı konuların temelinde dünya hayatı hakkında bir temel görüş -doğru ya da yanlış- ve bu görüşe bağlı olarak, onun cinsinden bir düzen akla gelmiştir. Her dinin Rabb kabul ettiğine karşı bir ibadeti (ibadetleri), sosyal düzeni, ekonomiye taalluk eden kaideleri, insanın kendini ilgilendiren derûnî konularda vazettiği kanunları vardır.

 İnanmak ve Yaşamak S. 29 Lügatlarda hüküm, örf ve adet, muhasebe-ceza ve mükâfat gibi anlamlarla anılan din doğru veya yanlış, yaşanılan hayatın üzerine kurulu bulunduğu esasları ve buna bağlı olarak konulan kuralları, tutulan yolu anlatan bir kelime olarak insanlığın gündeminde hep buluna gelmiş bir kelime ve kavramdır. İnsanlar var olduklarından bugüne kadar hep bir din üzerinde buluna gelmişlerdir. Bu din, ister vahye dayansın, ister prensiplerini insanlar ve giderek toplum geliştirmiş olsun hep vardır. Din, insanlardaki fıtrata bağlı olarak var olagelmiştir. İnsanın kendini karşısında aciz gördüğü, ona ta’zim ederek sevgi ve yakınlığını kazanmak istediği şeye karşı izhar ettiği duygu, düşünce ve hareketlerden oluşan dindarlık içgüdüsünün tezahürü olarak meydana çıkar. Hatta kurumlaşan böyle bir müesseseye karşı olarak da meydana çıktığı görülmüştür.

Reaksiyon şeklinde tezahür eden bu tür dinler, dinler içinde en az ömürlü olanları bulunmuşlardır. İnsanlığın elindeki bilgilere göre dinler kaynağı itibariyle iki esas üzerinde kurulu olmuşlar, bunlardan biri daima vahy bulunmuşken, diğeri hep değişiklik göstermiş, akıl veya vehim ona kaynaklık etmiş, ekonomiyi temel kabul edeni de bulunmuş fakat hiçbir zaman vahye yanaşmamıştır. İnsan aczi, insandaki eksiklikler dine hep bir şeyler katma temayülünde bulunmuş, çoğu kez bunu yapmıştır da. Din denildiğinde kavradığı konuların temelinde dünya hayatı hakkında bir temel görüş -doğru ya da yanlış- ve bu görüşe bağlı olarak, onun cinsinden bir düzen akla gelmiştir.

Her dinin Rabb kabul ettiğine karşı bir ibadeti (ibadetleri), sosyal düzeni, ekonomiye taalluk eden kaideleri, insanın kendini ilgilendiren derûnî konularda vazettiği kanunları vardır. Yanlışında da, doğrusunda da din insan ile diğer insanlar arasındaki münasebetlere taalluk eden kaideler vaz ettiği gibi, insanın adını koysun ya da koymasın Rabb edindiği varlıkla -ya da prensiplerle, bu prensiplerin kaynağı ile- ilişkileri düzenlenmiş, insanın kendisi ile ilişkisi üzerinde de durulmuştur. Her din, sahibine, içinde bulunduğu ortamdaki yerlerden bir yer gösterir. Kainattaki yerini belirler ferdin. Kainata bir konum kazandırır ve ferde bu konum içindeki yerinin de ne olduğunu bildirir.

Bundan sonra da o ferdin gerek kendisi ile, gerek eşya ile gerekse başka insanlarla ilişkilerine dair esaslar vazeder. Yani batıl olsun, hak olsun her dinin bir akidesi ve bu akide (dünya hayatı hakkındaki esas görüş)ye dayalı, bu akideden çıkan bir düzeni (kaideler manzumesi) vardır. Gerek akidesi, gerekse düzeni doğru olsun, yanlış olsun herhalde vardır. Kimi detaylı olarak bulunduğu gibi, kimi daha az ve bütünü kapsayıcılıktan uzaktır. Lakin hepsinde vardır dinlerin akide ve düzen.. İdeoloji de bu anlamda din karşılığı olarak kullanılmaktadır. Dinin yanlış veya doğru oluşu nasıl onun din oluşuna mani değilse ideolojinin de insan kafasından çıkışı onun din oluşuna mani değildir. Belki doğru oluşuna manidir ama din oluşuna mani değildir. Zira din, doğru veya yanlış bir akide ve ona dayalı düzenin bütününe verilen isim olagelmiştir (109 Kafirun 6)… Din kelimesi Kur’an’da 42 surede tam 94 defa bazı müştaklarıyla kullanılmıştır.

Bunların hemen hepsinde din, hesab günü, ceza günü, Allah’ın dini, babalarının dini, hak din, batıl din, Allah indinde kabul gören din, dini Allah’a halis kılmak, dirilip ceza görülecek, yargılanılacak gün, din günü olarak tavsif eder şekilde geçmektedir. Hükümdarın dini (12 Yusuf 76) olarak kullanılan ayette ise hükümdârın kanunları -düzeni- olarak geçtiğini görmekteyiz. Din Allah’ın oluncaya kadar (2 Bakara 193; 8 Enfal 39) ibaresi insanların yeryüzünde Allah’ın ismini ilâ ettiği dini -İslam- hakim kılmasını anlatırken, bu dosdoğru dindir (98 Beyyine 5) denirken de İslam kasd edilmektedir. Ki İslam oldum olası yalnızca Allah’ın dinine verilen isim olagelmiştir. Dinde taşkınlığa düşmenin kınandığı (5 Nisa 171) ayette Allah, koyduğu kanunların, bildirdiği gerçeklerin değiştirilmemesini istemektedir. O’nun bildirdikleri bildirdiği gibi bilinecek, inanılacaktır ki o dinin sahibi, dinini taşıyandan razı olsun. Aksi halde rıza beklemenin yeri yoktur.

Dinde zorlama yoktur (2 Bakara 256) hükmü ile din Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın (8 Enfal 39) hükmü nasıl imtizac edebilir. İlk bakışta bu iki ayet birbirine ters gibi görünmektedir. Din sonuç olarak ferdin Yaradanına karşı kişisel hesabını vereceği gün gerçekliği iyice anlaşılacak bir vakıa olarak ferdin derununda ve amelinde kendini gösteren bir gerçektir. İşte bu gerçeği insanın bir zorlama olarak kabul etmesine karşı çıkıyor ayet. Zira zorla kabul edilen bir dinden nasıl sual sorulacaktır.

Cevabının şöyle veya böyle olması yani, bahanesi bulunan bir cevap, cevap olmayacaktır. Bu sebebledir ki insan kabul edeceği dinde mutlaka kendi iradesini, aklını kullanmalı, başka bahanesi olmamalıdır. Öyle ise din Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın âyetinin manası nedir? Dikkat edilirse rahatça görülür ki Allah’ın dininin -ki içinde o dinden olmayanlara da yaşama imkanı verilmiştir- hükümlerinin hakimiyet sahibi olması, ona inanmayanların bile nimetlerinden yararlanacağı bir düzen olarak yeryüzüne hakim olması, hükmünün bütün arz üzerinde geçmesi istenmiştir. Bu demek değildir ki yeryüzünde yaşayanlar zor da kullanılarak İslam edilsinler.

Düzen İslamî olacak lakin fertler bu dini zorla değil düşünerek seçeceklerdir. Böylece küfrün, zulmün sonu alınmış olacak ve insan kendi iradesi ile başbaşa karar verecektir. Görüldüğü gibi zahirde var sanılan çelişki yoktur iki ayetin anlamları arasında. Allah’ın dinde izin vermediği bir şeyi meşru’ kılacak ortakları mı var? (26 Şuara 21) buyuran Allah, dinini kimsenin değiştirmesine, yeni şeyler eklemesine veya çıkarmasına müsaade etmediğinin kesin ifadesini ortaya koymaktadır. İçinde din kelimesi ve müştaklarının geçtiği ayetlerin tamamı insanlara defaatle Hak dinin İslam olduğunu, İslam’ın ise Allah’a has (O’na ait) din olduğu, bu dinin yalnızca Allah’a hâlis kılınması taleb edilmektedir. Dinin Allah’a halis kılınması ise O’na ortak koşulmaması ve koyduğu dinin değiştirilmemesi ve yalnızca O’nun rızası için inanıp amel etmeyi gerektirmektedir. Puta tapanlar veya nefsine uyanlar hoşlanmasalar da bu böyle yapılmalıdır. O’ndan başka birinin rızası dinde söz konusu değildir.

Zira din (hesab, ceza) gününde bir tek razı olucu, bir tek Malik vardır; O da eşi, ortağı, yardımcısı olmayan Allah’tır. Genel bir ifade olarak âyette ‘.. dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan, her fırkanın da kendisinde bulunanla sevindiği müşriklerden olmayınız’ buyurulmaktadır. Bu bir yandan İslam dışı dinlerin mensuplarının halini bize anlatırken, diğer yandan Müslümanların da Allah’ın dini üzerinde çekişmemeleri, bu çekişmeleri ile İslam’ın dışına çıkmamalarını, böylece müşrik olmaktan da sakınmaları gereğini vurgulamaktadır. Nitekim İslam Tarihinde bir takım fırkalar böyle ortaya çıkmış, din üzerinde ileri geri çekişmiş ve giderek şirke de girmişlerdir.

Hz. Ali’ye Allah’lık veya Peygamberlik izafe eden Aliyullahi’ler,  Gurâbiyye, tenasüh ve nasranilikle yakından alakalı Dürzîler, Bahaî ve Kadiyânîler İslam Ümmeti içinde din üzerinde en çok çekişen taifeler olmuşlar, sonunda da bu dinin dışına çıkmışlardır. Üstelik ayet-i kerimenin de isabetle işaret buyurduğu gibi her biri kendinde bulunanla sevinen müşriklerden olmuşlardır. ‘Kendinde bulunanla sevinen’ ibaresi, kendi görüşlerini hak sanan anlamındadır. Zira ancak hak veya hak sanılan şey insanı sevindirir. Kimsenin haksızlıkla sevindiği görülmemiştir. Haksızlık (batıl üzerinde bulunma) da insan tarafından hak sanıldığı için sevilir.

Mekke ve Taif’in ileri gelenlerinin de ‘Peygamberlik gelecek idiyse, bizler dururken bir yetimi mi buldu, bizlere gelmeli değil mi idi’ demeleri kendilerini haklı saymalarının ifadesidir ki bununla sevinmişler, hallerinden, tavırlarından memnun olmuşlardır. Bu memnuniyet onları gerçek olduğuna inanmadıkları din gününe kadar götürmüştür. Sebebi ne olursa olsun yalanlamalarının sonucunu göreceklerdir. Günümüzde de Allah’ın dinini yalanlayanlar, onu bir oyun ve eğlence edinenler, kendilerinde bulunanla sevinenler vardır.

Dinlerinde taşkınlık edenler, Müslümanları dinlerinden döndürmeye çalışanlar, döndüremeseler de İslam’da değişiklik yapanlar, onu kendi amellerine hizmet ettirmenin aracı yapmak isteyenler vardır. Bu tavır gerek kişisel olarak insanlarda, gerekse topluma hakim düzen olarak devletlerde vardır. Allah’ın dinini değiştirenler elbette gerçek olan din günü, gerçeği göreceklerdir. Fakat o gün pişmanlık duymanın hiçbir anlamı olmayacaktır. Dirilip karşılıkların görüleceği günü (56 Vakıa 86) inanan da inanmayan da görecektir. Zira o gün (hesab günü) bir gerçektir. İslam da dindir, diğerleri de dindir. Fakat bilinmelidir ki Allah indinde din yalnızca İslam’dır (3 Al-i İmran 19). Din gününde yalnızca İslam ile din’lenenler, İslam’ı din edinmelerinden, Allah’ın dinini sahiplenmelerinden râzı olunacaklardır, başkaları değil.

- See more at: http://www.iktibasdergisi.com/din/#sthash.y4n6F1md.dpufİktibas Dergisi/ Haziran 2015/438/Ercümend ÖZKAN