Din Ahlak'tır

Ahmet Şat

VAN 14.09.2013 11:31:19 0
Din Ahlak
Tarih: 01.01.0001 00:00

Kur’an’daki ahlaki kavramlar ve talepler, müslümanın inşa etmesi gereken bilincin nasıl olması gerektiğini gösteren bir kaynaktır. Peygamberimizin din nedir sorusuna verdiği yanıtlardan biri de “Din ahlaktır.” olmuştur. Yine Peygamberin “Ben güzel ahlakı tamamlamaya geldim.” demesi dışında Allah’ın, peygamberi için “Sen yüksek bir ahlak üzerindesin.”[1] buyruğu bize ahlaki yaşamın Müslüman olmakla aynı şey olduğunu gösteren önemli bir dayanaktır.

Ahlakla ilgili Kur’an’dan referans alacağımız iki tür ayet grubu var. Birincisi Allah’a ait olan sıfat veya eylemlerdir. İkincisi ise insanın yapması veya sakınması gereken eylemleri gösteren ayetlerdir.

Allah’ın kendini tanıtırken kullandığı sıfatların birçoğunun izdüşümünün insanda bulunduğu görülür. Adalet, merhamet, bilgi, mükâfat, kudret veya ceza gibi… Allah’ın bu sıfatlara sahip olduğunu bizlere bildirmesinde iki neden görülür:

Birincisi Allah’a gereği gibi tanıdıktan sonra O’na olan kulluğumuzu yine gereği gibi yapmaktır. Müşrik Mekke toplumunun sahip olduğu Allah inancı, içinde birçok yanlışlıkları barındırıyordu. Bunları gidermek için Allah kendisini onların anlayacağı şekilde doğru olanı anlatırken bir yandan da onların iftiralarına yanıt vermekteydi. Aslında müşrikler de Allah’a inanıyordu. Yalnız bu inanç Allah’ı göklere hapsediyordu. Ve aracılar (putlar, melekler, cinler, kutsal insanlar vs…) ile Allah’a yönelerek isteklerini iletiyorlardı. Ayrıca Allah’ın sahip olduğu birçok özellik veya hak bu aracılara tahsis edilmekteydi. Köşesine çekilmiş bu tanrıya karşı ahlaki görevleri yok denecek kadar az idi. Bunun için Allah, sahip olduğu tüm kudreti Kur’an’ın merkezine koymuştur. Okunan her ayette bunu görmek mümkündür. Bunun içindir ki İslam’ın dünya görüşü “Allah merkezlidir”; Allah’tan bağımsız yani O’na rağmen bir şey yapılamaz. Her eylemde O’nun rızası aranır. O’nun bizi gözetmediği bir an olmadığı gibi hesaba çekilmeyeceğimiz tek bir eylem dahi yoktur.

Allah’a ait sıfatların anlatılmasının ikinci nedeni de bu sıfatlar üzerinden insana yol gösterilmek istenmesidir. Örneğin Allah, adaletinden ya da merhametinden öyle bahseder ki, insana şu mesajı verir: “Ben nasıl size karşı bunca kudretime rağmen adil ve merhametli davranıyorsam, siz de eylemlerinizde öyle davranın…” Ya da “Ben size nasıl hesapsız rızık veriyorsam siz de aynı şekilde karşılıksız olarak bunu insanlarla paylaşın.” Kudret sahibi ve hiç kimseye hesap vermek zorunda olmayan bir yaratıcının eylemlerindeki bu ölçülü davranış, biz kullarının nasıl davranması gerektiğini gösteren ahlaki mesajlarla yüklüdür.

Ahlaki davranmanın gerekliliği ile ilgili ikinci grup ayet ise neredeyse tüm Kur’an ayetlerinde serpiştirilmiş halde bulunmaktadır. İnsanın muhataplarına nasıl davranması gerektiğini öğütleyen bu ayetler, insanı fıtratı ile yüzleştirerek ona uygun davranmasını sağlamaktadır. Tabi insanın ahlaki davranması gereken muhatapları sadece insanlar değildir. İnsan öncelikle Allah’a karşı ahlaki davranmak zorundadır. İbadetlerinde adalet sahibi olması yani Allah’ın hakkı olan ibadetlerin bir bütün olarak Allah’a mahsus kılınması,  ihlasın gözetilmesi, takvanın bütün davranışları kapsaması ya da ahlaksız bir davranış olan riyadan kaçınılması gibi… Yine Allah’a karşı en ahlaksız davranış olarak şirki görürüz. Zulüm olan bu eylem, Allah’a ait olan hakların bir başka canlı ya da nesneye atfedilmesi nedeniyle Allah’a iftira etme anlamına gelmektedir.

İnsanın Ahlaki davranması gereken diğer saha ise insan-insan eylemlerinde gerçekleşir. Dinin ahlak olarak tanımlandığı bir inanca sahibiz. Yani ahlaklı olmak sadece bir meziyet değil dine olan mensubiyetimizi belirler. Bu nedenle her ahlaki emir, yapılması gereken bir davranışı gösterir.

Ahlaklı olmamız gereken diğer muhatabımız tabiat/eşyadır. Allah bunun için ihtiyaç ve israf dengesini kurmuştur. Evrendeki her varlığın gece gündüz Allah’ı zikretmesi nedeniyle Müslüman bilinci, tüm yaratılmış varlıkları canlı olarak algılar. Ve onlara karşı adil ve ölçülü davranır. Çünkü her biri Allah’ı zikreder. Onlara saygı duymak ahlaki bir ödevdir. Bunun için israftan kaçar ve tabiata karşı korumacı davranır.

Yüksek ahlakı tanımlayan en önemli kavram salih ameldir. Bu kavram, Allah’ın muradına uygun, doğru, yararlı ve vicdandan neşet eden eylemleri ihtiva eder. Ki Kur’an, insanın mutlak kurtuluşu için iman eyleminden sonra Allah’a, insanlığa ve tabiata/eşyaya karşı ahlak ve adalet temelinde eylemleri kapsayan salih amel kavramını ortaya koyar.

“Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”[2]

Gerçekten iman edip salih amellerde bulunanlar ise; onlar için nimetlerle donatılmış cennetler vardır.[3]

Salih olarak tanımlanan doğru ve yararlı eylemlerin bir özelliği Müslümana muhatap farkı gözetmeden herkese karşı bir sorumluluk yüklemesidir. İslam’ın sahip olduğu tüm faziletler bu kavram ile müminin şahsında belirginleşir. Bugün yaşanan bireysel ve toplumsal sorunların altındaki temel etken de, bu kavramın muğlâk ve sadece Müslümanlara yönelik kullanılma algısıdır. Oysa Peygamber başta olmak üzere ilk Müslümanların tümü müşriklerle mücadelenin en sert döneminde bile, ahlaki davranışlarından ödün vermemişlerdir. Ve bütün Mekke boyunca müşriklerin iman etmesinde, Peygamberin şahsında gördükleri yüksek ahlak değerleri etkili olmuştur.

Sonra, Müslümanların Kitap Ehli ile yaşadığı mücadeleler ile kendi siyasal iktidarları arasında sıkıştığı dönemlerde ve yaşadıkları mezheb çatışmaları sonucu ürettikleri hukuk terminolojileriyle (Darul Harp, Takkiye, Hile-i Şerriye vs.) ahlak dışıcılık İslam’ın ön kapısından içeri girmiştir. Böylece ahlaki davranmak bir ayrıcalığa dönüşmüştür. Dinin ahlak olduğu gerçeğinin unutulması bu sürecin en olumsuz yanı olmuştur.

Ortaçağda Müslümanların yaşadığı fikrî ve siyasi sorunların uzantısı olan ahlak kurallarının toplumda geçerliliğini hala koruması acı vericidir. Oysa Kur’an tüm korunmuşluğu ile bize nasıl Müslüman olunur ve kurtuluşa erişilir sorusunun yanıtını vermektedir.

Bugün yeni bir ahlak felsefesine yani geleneğin ortaya koyduğu mantıktan sıyrılıp Kur’an ahlakını güncelleştirmeye ihtiyaç duymaktayız. Muhatap gözetmeden adil ve doğru davranışlar göstererek Kur’an’ın şahitliğini yapmalıyız. Gücü elimize aldığımızda adalet ve ahlaktan ödün vermemiz bizleri sadece zalimlerimize dönüştürür. Ve insanlığın yaşadığı en büyük yıkım ve trajediler, zayıf olan insanların güçlendiklerinde kendi zalimlerini örnek alması sonucu yaşanmıştır.

Son sözü Bilge Kral Aliya’nın ahlaki tavsiyelerine bırakıyorum:

“Nefreti bastır; sade ve mütevazı ol; başka insanları kendine eşit gör; beraberliği gözet; özgürlük uğrunda çaba göster; kendi hakkını ve başkalarının hakkını müdafaa et; ekmeğini kendin kazan; başkalarının emeğini takdir et; anne, baba ve büyüklere hürmet et; söz ve taahhütlerini yerine getir; güçsüzleri koru; insanlarla iyi münasebetlerini devam ettir; başka kişilerin bela ve başarısızlıklarına sevinme, saadet ve muvaffakiyetleri yüzünden kıskanma; kibirli olma ve mağrurane dolaşma; acıya karşı sabırlı ol; kuvvetli olanlara dalkavukluk etme; güçsüzleri ezme; insanları renk, zenginlik ve menşelerine göre tefrik etme; müstakil görüşlü ol; zevklerde ölçülü ol, egoist olma…”[4]

 

 



[1] 68/4

[2] 2/62

[3] 31/8, 30/15, 19/60, 41/8

[4]Doğu-Batı Arasında İslam”, Aliya İzzzetbegoviç, Nehir Yayınları / İst. 2010. Sf: 227