Din afyon mu? (2)

Abdurrahman Dilipak

VAN 17.08.2017 11:31:14 0
Din afyon mu? (2)
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Dün kaldığımız yerden devam edelim.

Marks daha 17 yaşında iken yazdığı bir kompozisyonda önemli bir tesbit yapar. Bunu önce bir kenara not edelim.. O sözün ne anlama geldiğini anlamak için o zamanı ve mekânı sorgulamak gerek. O kişiyi doğru anlamak gerek. Kullanılan kelimelerin o günkü anlamına bakmak gerek. Aslında Karl Marks’ın kendine has dinleştirdiği bir vicdanı var aslında. Uğrunda büyük fedakârlıklar yapabileceği, hayatını adayabileceği üst bir manevi değere sahip. Onun için de “Gençler meslekî seçimlerini yaparken ödev şuuruyla hareket etmeliler, kendilerini insanlık için feda edebilmeliler ve nefisleriyle mücadele ederek erdemli olmaya çalışmalılar” diyor.

Marks’a göre Religio “Kalpsiz bir dünyanın kalbi” olmaya aday.. Marks’a göre “gerçek kalp” değil. “Baskı altında ezilen yaratık” bir “kalp”e ihtiyaç duyuyor. Bunun yerini tutacak şeyin o inanç sisteminde değil, hayatın gerçekleri içinde aranması gerektiğini söylüyor..

Marksistler Marks’ı doğru anlamak yerine, ABD’nin oyununa gelip, soğuk savaşta dindarları Marksizm’e karşı “Ehli kitap” propagandası ile yanlarına çekmelerine yardımcı olmuşlardır.

İsmet Özel bir röportajında, özetle “Niye Sosyalist oldu ise onun için Müslüman olduğunu” söylüyor. Aradığı şeyi başka bir yerde aramış, İslam’la tanışınca aradığını orada bulmuş.

Marks aslında, o gün, “din” gibi algılanan ama “din” olmayan, Plesibo, sentetik bir din olan “Religio”nun bir illüzyon olduğunu söylüyor.. İnsanların din diye yönelmedikleri şeyin, onlara varmak istedikleri şeyin hayalini vadettiğini ama bu şekilde o hedefe ulaşmalarının mümkün olmadığını söylüyor ki, bu doğru bir tesbittir.. Marks’ı biz okumadık ve anlamadık, okuyanlar da bir şeyler anladılar ama, onu da yanlış anladılar..

Maks “La ilahe” diyordu, ama “İllallah” demiyordu. Marks’tan din çıkmaz. Ama bizim Sosyalistlerin “din” zannettikleri Religio’ya “Hayır” demek, onu, o gün anlaşılan şekliyle “afyon” olarak tanımlamak da bizim sağcı ve solcuların bugün anladıkları gibi “afyon” anlamı taşımaz.. Batıda birçok Sosyalist aydın dine karşı, Marks’ı referans göstererek acımasızca saldırdılar. Baudelaire’e göre dindarlık itiraz etmeden katlanılan, alışılmış bir köleliktir.

“Strauss’tan Stirner’e kadar bütün Alman felsefi eleştirisi dinsel anlayışların eleştirisiyle sınırlıdır. Hakiki dinden ve gerçek deyimiyle Hıristiyan ilâhiyatından yola çıkılır. Dinsel anlayışın ne olduğu ise, yol alındıkça farklı biçimlerde belirlenmeye başlandı. Kaydedilen ilerleme, egemen oldukları öne sürülen metafizik, siyasî, hukukî ve ahlakî alanlardaki anlayışları da ilâhiyata dahil etti. […] Son tahlilde insanın, dinsel bir varlık olduğunu açıklamaktan ibaret kaldı. Dinin egemenliği veri alındı. Ve yavaş yavaş her egemen ilişkinin dinsel ilişki olduğu ortaya atıldı ve sonra, bu, bir din haline, hukuk dini, devlet dini vb. haline getirildi. Her yanda sorun, artık yalnızca dogmalar ve dogmalara olan inançtı. Dünya gittikçe daha büyük ölçüde kutsallaştırıldı, ta ki saygıdeğer Aziz Max, [Max Stirner] onu tamamen kutsallaştırıncaya ve böylece büsbütün ortadan kaldırılıncaya kadar.” (Marx’ın Engels ile birlikte kaleme aldığı Alman ideolojisi’nden)

Roland Boer’in tercümesi “İştiraki”de yayınlanan bir makalesindeki şu ifadeler dikkat çekicidir: (Özetle) “… Engels, dinin içerilip aşılması (Aufhebung) meselesini nasıl görüyordu? Din (Engels’in kafasındaki biçimiyle Hristiyanlık) devrimci bir hareket olabilir. Bu aşamada, gerçekte ömür boyu sürecek bir proje olarak söz konusu konumun nasıl inşa edildiğine bakmak gerekecek. Engels eleştirel bir Hristiyan ama özünde dindar bir kişi olarak yetişmiştir. Ailesi Kalvinist’tir.. Engels dindar bir hayat yaşamışsa da onun Hristiyanlığa karşı eleştirel olduğunu söylemek mümkündür. O doğduğu kasabada, Wuppertal’daki iki önemli kasabadan biri olan Elberfeld’deki insanların ikiyüzlülüklerine tanık olmuştur. Kasabadaki halkın dindarlığına rağmen fakir işçilerin berbat bir biçimde sömürülmesi ve işçilerin yaşadıkları hayat koşulları çok kötüdür.. Bu çelişki Engels’i rahatsız eder. “Wuppertal’daki inanca” karşı çıkar, söz konusu itiraz onu yeni ufuklara taşır ve (özellikle Wilhelm ve Friedrich Graeber gibi) dindar dostlarıyla tartışmaya iter. Yapılan tartışmalar İncil, teoloji ve felsefeyle ilgilidir. Bu tartışmaların yaşandığı süreçte Engels zaman içerisinde inancını kaybettiğini acıyla fark eder.” Yani Marksizm Hristiyan bir toplum ve inanç sistemi içinde anlam ve biçim kazanır.

Şunu görelim; “Hristiyanlık” Hz. İsa’dan 50 yıl sonra Saul tarafından ortaya atılan bir dindir. Bu din daha sonra Katoliklik adını almıştır. Ortodoksluk ve Protestanlık nasıl ortaya çıktı ise Hristiyanlık bu anlamda yeniden üretilebilen bir inanç sistemidir.. Bu anlamda Sosyalist bir Hristiyanlık özellikle Latin Amerikan halklarının yabancısı olmadığı bir kavramdır.. “Hristiyan Demokratlar” varsa neden Hristiyan sosyalistler” olmasın ki! Ama İslam’ın önüne ya da sonuna bir şey eklenemez. Böyle bir durumda kişi eklediği ve çıkarttığı ile başbaşa kalır ve din aradan çekilir.

Atilla Yayla bir makalesinde bu konuya değinir ve özetle şöyle der: “Değerli meslektaşım Doç. Dr. Bengül Güngörmez, siyaset felsefesi sohbetlerimiz esnasında, sıklıkla, Batı’da bütün siyasî felsefenin ve ideolojik tartışmaların temelinde teolojinin yattığını söyler. (…) Değerli meslektaşım Doç. Dr. Bengül Güngörmez, siyaset felsefesi sohbetlerimiz esnasında, sıklıkla, Batı’da bütün siyasî felsefenin ve ideolojik tartışmaların temelinde teolojinin yattığını söyler. (…) Orta Çağ’ın Hristiyan sosyalizmi, ağırlıklı olarak İsviçre, Kuzey İtalya, Güney ve Kuzeybatı Almanya gibi yerlerde ve Taboritler, Catharlar, Waldenseler, Free Spiritciler, Anabaptisler ve benzeri heretik (sapkın) hareketlerde belirdi. Evet, batıda felsefe, bilim ve sanat büyük ölçüde kilisenin kontrolünde biçimlenmiştir..” Selam ve dua ile..


Din afyon mu?1-

Soğuk savaş yıllarında Amerikalılar, Sovyetlere karşı düşmanlığımızı pekiştirmek için, dindarlar üzerinde hep bu propagandayı yaptılar: Mark “Din afyondur” derdi.. Marksistler de bize karşı hep bunu ispatlamaya çalıştılar, kıvılcımlı gibi bir kaş kişi hariç. Marks, toplumla iletişim kurmada bu söylemenin engel olduğunun farkındaydı ve dinden antiemperyalist bir söylem üretmenin mümkün olduğunu düşünüyordu. O, Eba Zer üzerinden gitmek gerektiği fikrindeydi. Bakü’deki “Doğu halkları konferansı”nda, sahnedeki “Ve emruhum şura beynehüm” yazan ayete gönderme yapıyordu. Ayet “Aranızda şura ile hükmedin” diyordu ve şura Rusça’da “Sovyet” anlamına geliyordu. Yani “Aranızda Sovyetle hükmedin” diyen bir ayet vardı. Bazı mollalar ise “Şureviliğin, yani Sovyet rejiminin, yani Komünizm’in Kur’an’ın mehdiyeti” olduğunu söylüyordu.

1. Meclis’te de kürsünün arkasında bu ayet yazıyordu. Gelelim Marks’ın şu meşhur “Din afyondur” sözüne. Sözün aslı şöyle: “Din halkın afyonudur”. (Almanca aslı: Die Religion ist das Opium des Volkes) Karl Marks’ın bu sözüdür. 1843 yılında kaleme aldığı bir makalesinde kullanır.

Eroin, Mezopotamya’da M.Ö. 3400 yılından bu yana üretilir. 19. yüzyılda afyon kimyasal olarak analiz edildi. Eroin maddesi ilk olarak 1874 yılında Londra’da bir üniversitenin tıp fakültesinde çalışan İngiliz bir kimyacı tarafından sentez edilmiştir. 

Meşhur Bayer ilaç firması 1897 yılında bir eroini ilaç olarak tescil ettiriyor. Müthiş ağrı kesici özelliği olan ilaç, zaman kaybetmeden piyasaya sürülüyor. Anlatılana göre, Bayer’de çalışan bir mühendis, keşfettikleri ilacın insan bedenindeki etkilerini tam anlamak ve bir test sürüşü yapmak için, ilacı damarına enjekte ediyor, ilacın etkisindeyken de “Kendimi kahraman gibi hissediyorum” deyince, bunu duyan diğer ayık kafalı mühendisler ilacın adını “Heroin” koyuyor. Bugün FETÖ’cülerin sanık olarak yargılandıkları mahkemeye HERO yazılı T-Shirt ile gelmeleri ve bunlara HAŞHAŞİ denmesi ilginç bir tevafuk. Ve tabi CHP’nin bunlara sahip çıkması da ilginç bir buluşma. Zira Türkiye 1932’ye kadar eroin üretip satıyordu.

Konumuz Marks’ın “Din halkın afyonudur” sözü. Marks “ed-din”den söz etmiyor. “Religion”dan söz ediyor. “Opium” dediği afyon. O zaman “eroin” denmiyor. “Volkes” Halk. O günkü “Halk” bugünkü “Demos” değil, “avam”.

Demos eski Yunan’da ayak takımı, baldırı çıplaklardan oluşan halkı ifade eder. Folks ise aynı yerde yaşayanlar, ev halkı, insanlar, arkadaşlar, bir şekilde yakınlık kuran insan topluluğu gibi bir anlam taşıyor.

Religion din değil, din yerine ikame edilen sentetik, tanrı adına hareket ettiğini söyleyenlerin tanrıya şükran sunmak için örgütledikleri ritüel ve seremonilerden oluşan bir inanç sistemini ifade etmektedir. Dolayısı ile bu sözle İslam’ı ilişkilendirmek mümkün değildir. Bu sözü söyleyen kişi Yahudi geleneğinden gelen ve Almanya, İngiltere gibi batılı ülkelerde Hristiyan, Katolizm’e karşı Protestan gelenek içinde yaşayan biridir.. Muhtemelen de Katolik düşüncesi yanından Luther ve Evangelik gelenek yanında Kapitalizmin doğuşunda önemli bir rol oynayan Hollanda’daki Kalvinizm’i de bilen bir kişi idi. Yine aydınlanma düşüncesi, laiklik tartışmalarının yabancısı değildi. Yani Marks’ın İslam hakkında derinlemesine bir bilgiye sahip olması çok mümkün değil.

“Opium” o zaman bir parfüm markası değildi. Ve eroin yasak da değildi. Ağrı kesici, keyif verici, acıları unutturan, hayali bir kahramanlık ve mutluluk veren bir “illüzyon”dan söz ediliyordu. 18 Mart 1839’da, Marks bu sözü söylemeden 4 yıl önce afyon ticaretini bitirmekle görevli komisyon üyesi Lin Tse-Hsu, yabancılardan ellerindeki afyonları iade etmesini istedi. İngiltere buna karşı savaş gemilerini Çin’e gönderdi ve ilk “afyon savaşı” başladı.. Bunun neticesinde Çinlilerin yenilmiş, yenilmekle kalmayıp, Hong Kong, Birleşik Krallık’a geçmiştir.

Yani İngiltere’de o yıllarda Opium biliniyordu ve yasak değildi. Marks’ın eleştirdiği “Aldatıcı bir mutluluk” ve hastalığın sebebini ortadan kaldırmadan ağrının duyulmasının önlenmesi ise, “tedavi değil hastalığın geçiştirilmesi” anlamına geliyordu.

Bana şu yorum daha gerçekçi geliyor: “Din içinde çekilen ızdırap, aynı zamanda, gerçekte çekilen ızdırabın bir ifadesi ve gerçek ızdıraba karşı bir protestodur. Din, baskı altında ezilen yaratığın iç çekişidir; kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. Halkın afyonudur. Bundan ne anlayacağız? Bir kere, içinde yaşadığımız koşullarda dinin açıklanabilir, somut temelleri olan bir ihtiyaç olduğunu anlamak gerekiyor. “Kalpsiz bir dünyanın kalbi”. Marks’a göre “gerçek kalp” mi? Hayır, değil. Ama gerçek koşullar “kalp” için bir yer bırakmamış. Oysa “baskı altında ezilen yaratık”, bir “kalp”e ihtiyaç duyuyor. Bunun yerini tutacak şeyi de dinde buluyor.” Bu çerçevede İnanç uğruna çekilen çile, aslında, o çileye sebeb olanlara karşı, çile çekenlerin yanında yer alarak çile çektirenlere karşı bir protestodur. İnanç, baskı altında ezilenlerin acılarına ortak olmaktır; kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. Böyle olması gerekir. Değilse halkın afyonudur.

Ve sonuçta Marksistler kendi inkârlarını dinleştirdiler. Prezidyum kendini la yüs’el dokunulmaz, mutlak ilan etti. Artık onlar, Marksizm’in azizleri ve ruhanileri idiler.. Ve Marks yeni bir peygamber, Marksizm dine karşı bir dindi.. Halk temsilcileri ise ruhani birer kimlik kazanarak İlah ve Rab olmuşlardı. Galu belada kaybeden şeytan konjonktürel olarak yine kazandı. Bazı Marksistler zaman içinde gerçekten dine ve dindarlara karşı savaş açtılar. Dini yok edeceklerini sandılar. DEV-GENÇ, DEV-YOL ve DEV-SOL anti emperyalist savaşta İslamcılarla işbirliği yapabilir miyiz sorusu boşuna sorulmadı. Ayrışma dikey olmaktan çıkıp yatay hale gelmiştir. İdris Küçükömer konuya “Düzenin Yabancılaşması”nda bir başka açıdan bakar. Bu konu burada bitmeyecek. Yarın da bu konuya devam edelim. Selam ve dua ile.