DAĞA KAÇIRILAN ÇOCUKLAR

MUSTAFA BOZACI

VAN 12.06.2014 11:39:42 0
DAĞA KAÇIRILAN ÇOCUKLAR
Tarih: 01.01.0001 00:00
Gündemi işgal eden meselelerin başında geliyor, ‘dağa kaçırılan çocuklar’ meselesi. Elbette önemli; zira can meselesi, insan meselesi… Bir değil birçok yönüyle bizleri de yakinen ilgilendiriyor. Hem insani, hem de İslami anlamda söylenecek sözler, alınacak dersler var! Ortada bir sorun olduğu kesin! Reel bir durum bu! İster doğal olsun, isterse yapay/sun’i! Şu topraklarda bir yönüyle, bir şekilde bu meseleyle yüz yüze gelmemiş bir ferdimiz yoktur zannedersem. Son zamanlarda, ‘çözüm süreci’ adıyla belli bir normalleşme görünüyor olsa da, meselenin bileşenleri dolayısıyla her an tersine dönme ve/veya başka bir boyuta bürünme, farklı bir kisveyle/isimle/cisimle karşımıza çıkma/çıkartılma ihtimali mevcuttur. Olayın iç ve dış bileşenleri, olağanüstü bu ve benzeri durumlardan vazife çıkaranlar, nemalananlar, karanlık ve kargaşadan hoşlanıp geçinenler düşünüldüğünde geçişin çok yumuşak ve kolay olması da beklenmemelidir. Yıllarımızı, emeğimizi enerjimizi, ekonomimizi, değerlerimizi, insanımızı heder eden bu süreçte annelerin son kalkışmaları; ‘şimdi mi?’, ‘işin ucu size dokununca mı?’, ‘kendi canınız incinince mi?’ denilebilse de bir hak arayış, itiraz dile getirme, sonuca belki bir nebze yaklaşma, ateşe bir damla su taşıma adına anlamlı bulunabilir. Desteklenebilir! Farklı yöntemleri aynı meselenin halli yolunda işe koşulması, bir arayış, bir çaba/katkı olarak görülebilir. Bu olumsuz sürecin sona ermesini aklı evvellerden ve bataklıktan nemalananlardan, yarasalardan başka kim istemez ki?! Nemli, mikrobik bir ortam var! Bağışıklıkla ilgili tedbiri olmayanlara sair hastalıklar kolaylıkla sirayet edebilecektir tabii ki! İslam’ın tevhid, adalet, kardeşlik, yeryüzünün imarı, ifsaddan uzak durma, mal/can/nesil/akıl/din emniyetleri konusunda bilgi ve imanı olmayanların bağışıklığından söz edilemez elbette! Ne ektiniz de ne biçeceksiniz? Ne verdinizde istiyorsunuz? Aydınlığı, İslam’ın ziyasını şifasını istemeyenler, buna yönelik hassasiyeti olmayanlar, nasıl kalkıp da karanlıklardan şikâyet edebilir? ‘Siyasi hayatıma mal olsa da… kapattım’ diyerek meydanlarda bağırana mukabil tebaanın cevabı, mücadelesi ne yönde olmuştur? Namussuzların hile ve entrikaları, çalıp çırpmaları, yakıp yıkmaları, zulüm ve ifsatları devam ederken, ahali neredeydi? Ne haldeydi? Bırakın bir samimimi, fedakâr duruşu, her türlü fatura da onlara ödettirilmedi mi? ödettirilmeye devam edilmiyor mu? Aydını, âlimi, kanaat önderi, lideri, abisi, şeyhi, hacısı hocası neredeydi? Dahası ensesinde boza pişirilen, hesabı da kendisinden sorulacak olan kişinin kendi ve kişiliği neredeydi? Bunlar süreç ve arka planla ilgili soru/n/lar! Şimdi ‘kaçırılmak’ ile ‘gönüllülük’, ‘küçük’ ile ‘büyük’ arasındaki ayırımın mantıklı bir izahı olabilir mi? ‘Hak, hukuk, adalet’ gibi temalar, ‘reel durumu doğuran hususlar’, ‘dış bağlar, bağlantılar’, ‘küreselleşme’, ‘İslamofobia/İslamizasyon/ılımlı İslam’, ‘enerji politikaları’, ‘İsrailin güvenliği’, ‘karakol ve güdümlü yönetimler, işbirlikçi düzenler’, ‘eroin, silah sanayi ve kaçakçılığı, organ mafyası’ gibi meseleler masaya yatırılıp doğru teşhis ve tedaviler yapılamazsa bu sorunlar kolaylıkla halledilemez. ‘Ulusçuluk’ illetinin açtığı sorunlar bunlar… ‘Böl parçala yönet’ taktiğinin…Dağa çıkma, kaçırılma meselesi ise oyunun, senaryonun bir parçası, hatta gereği belki! Sahnelerden bir sahne, safhalardan bir safha! Bataklık değil, içindeki bir sivrisinek misali… Devenin herhangi bir yeri… daha önce dergimizde konuyla ilgili yazmıştık. ‘Müslümanlar, özellikle Türk Müslümanlar(!) –ifadenin kendisi sorunlu; ulusçuluk mantığı, bölücülük açısından- Kürt sorunu karşısında sessiz kaldılar!’ serzenişinden ‘demokratik İslam konferanslarına’, ‘İslam imajlı mektuplara’ evrildik. Süreç farklı boyut ve renklere büründü. Oyun içinde oyun var yani! Bakınız biz, pratisyence bir tesbit, betimleme yapmaya çalışıyoruz. Doğru teşhisi koymaya çabalıyoruz. Meselenin, kabulümüzdür ki, ihtisasa yönelik, birçok bileşeni, ayrıntısı var; es geçilmemesi, incelenmesi, analiz edilmesi gereken. Bunu umarız ehli görev addeder!Şimdi ben meseleyi farklı bir alana çekeceğim… Dün tağuti, bugün Davudî olan sistem, daha yakın zamanlarda birçok insanımızın yıllarını, umutlarını, çalıp sömürmedi mi? 28 Şubat zemherileri çok mu farklı bir olguya işaret ediyordu? Toprağı ne olursa olsun müslümanım diyenler üzerinde bir toplumsal mühendislik ameliyesinden geçmedik mi hep beraber? Bu hala sürmüyor mu? Havuç sopa taktikleri dönüşümlü kullanılıyor ve maalesef bizler de çok çabuk unutuyoruz, uyutulup uyuşturuluyoruz. ‘İhl’ler, Kur’an kursları, vakıf ve dernekler –bunların fonksiyon ve edinimleri ayrı yazılar konusu-, başörtüsü özelinde kimlik izharı, görünürlük, kamusal alan, pastadan pay talebi..’ gibi konular üzerinden teste tabi tutulmadık mı? Bitti mi süreç gerçekten?! Meydanlarda öncesinde kime sorulup iş tutulduğu belli olmadan alan açılan bir hizmete(!), camiaya savaş ilan edilirken, onun farklı uzantı ve bulanık renkli hemcinslerine aynı alanlar sunularak, amaçlanan ne acep? Üretilen dinin inanalar üzerinde açtığı tahribat ve tahrifat olduğu gibi duruyor ve devlet ve kurumları marifetiyle sürdürülüyor! Senaryoda değişen bir şey yok, rol ve aktörlerdeki değişimler dışında! Eğitim farklı terkiplerle öğütüm ameliyesi görmeye devam ediyor. Ailelerin çoluk çocuğu, bırakın gençlik çağını, daha neredeyse bebek çağında aileden kopartılıp torna tesviyeden geçirilmiyor mu? Müfredat ne zaman İslami renge büründü? On iki yıllık süreç, o bulamaçlı, muhafazakârlık soslu içeriğiyle sürmüyor mu? Açılan alanlara rağmen bazı ifsad ve ilhad/inkar alanlarının kapatıl(a)maması kar hanemize yazılmalı mıdır?! Dindarlık ve muhafazakârlığın görece artması fayda mıdır? dini retoriğin keyfe keder kullanılması ile üretilmiş din simsarlarının, kendilerine/kendi dinlerine çağırmasıyla insanımızı yoldan/sıratı müstakimden çıkarması, kaçırması az bir dert midir?! Üniversite ve ilahiyatların çoğaltılması lehte işlev mi görüyor hakikaten? Üniversite ve yüksekokulların girdiği her noktanın dokusuna bir bakın, değişimi ölçün biçin; bakın bakalım elinizde bir şey kalıyor mu? Her ilahiyatın/ihl’nin ayrı bir ekol olduğunu sağır sultan bile biliyor! Diyanetin işlevini hakeza! Cemaat denilen cemadatlarımızın hali zaten ortada! Tabi bilmek, duymak, görmek isteyene! Sakın iki kere doğruyu gösteren bozuk saat metaforuna sarılmayın; aksi halde o saate kim bakar ki? Bizim(!) çoluk çocuğumuz, muktesebatımız, değerlerimiz, aidiyetlerimiz, iddia ve ideallerimiz, kadınımız kızımız, yaşlımız gencimiz, ahiretimiz çalınıyor, imanımızın içi boşaltılıyor, gün be gün haberiniz olsun! Bu, başlıktaki meselenin görmezden gelinmesi, ötelenmesi, tahlil edilmemesi anlamına gelmez ama, meseleye bir de bu açılardan bakalım, isterseniz!