ÇÖZÜM SÜRECİ / DÖNEMSEL GELİŞMELER VE YENİ ARAYIŞLAR -

ABDULLAH PAMUK

VAN 12.06.2014 11:37:45 0
ÇÖZÜM SÜRECİ / DÖNEMSEL GELİŞMELER VE YENİ ARAYIŞLAR -
Tarih: 01.01.0001 00:00
Çözüm süreci, dönemsel gelişmelere rağmen yoluna devam etmektedir. Bölgede Barzani gerçekliği ve diğer örgütlenmelerin yanında PKK-KCK-BDP-HDP çizgisi, süreç içerisinde evirilerek nüfuzunu ve varlığını koruyabilmek için kimilerinin beklemediği adımlar atmaktadır. Öcalan, önderlik ettiği hareketini, Kürtlerin dindarlık realitelerine ve Türkiye’deki çözüm sürecinin ideolojik eksenine adapte etmeye çalışırken Demokratik İslam Kongresi {DİK} ile yeni stratejisinin gereğini hızla yapmaya çalışmakta…Zeminini değişen dünya ve bölge koşullarının oluşturduğu çözüm süreci, içeriden ve dışarıdan malum odakların tüm rahatsızlıklarına, engelleme çabalarına, sabote etmeye yönelik algı yönetimlerine, hatta süreci hedef alan operasyonlara rağmen yolunda ilerlemektedir. Hem de süreç, derinleşerek kendi mecrasında hızla ilerlemektedir. Ve en önemlisi, zaman zaman aykırı seslere rağmen sürecin “ideolojik ekseni” de netleşmektedir. Hatırlanacak olursa, İktibas Dergisi’ndeki yorum/siyasi analiz köşesinde, “Yolun Sonu Gözüküyor”, “Süreç Kanlı mı Olacak, Kansız mı?” vb başlıklı değerlendirmelerimizde konuyla ilgili genel yaklaşımlarımızı ve bölge şartlarının böyle bir süreci gerektirdiğinin altını çizerek dikkatlerinize sunmuştuk. Nitekim süreç, niteliğinden kaynaklanan tüm iniş-çıkışlarına rağmen ana çizgisinde ilerledi ve sürecin görünen tarafları ve küresel destekçileri bunun gerekliliğine inançlarını devam ettirmektedirler. Öyle ki bir tarafta Yeni Türkiye’nin temsilcileri, orta ve uzun vadeli hedeflerine ulaşabilmek için sorunun çözümü yolunda her şeyi yapmaya hazır olduğunu ihsas ettirmekte. Diğer taraftan da, bölgede silahlı bir örgüt olarak yola çıkan, çeşitli aşamalardan sonra uluslararası boyut kazanan örgüt yöneticileri, değişen şartların kendilerini değişmeye, stratejilerini değiştirmeye icbar ettiğini görmeye başladılar. Yani KCK’sı, BDP’si, Kandil’i, en önemlisi de İmralı’daki Abdullah Öcalan’ı, bölgedeki yeni gerçekliği olabildiğince doğru okumaya başladılar. Haliyle bu arada PKK içinde bazı odaklar, işbirliği içinde oldukları küresel ve bölgesel güçlerin desteği ve kışkırtmasıyla bazı provokasyonlar peşinde koşmaya devam ederlerken, yeni Türkiye’nin kurumları içinde de ciddi direnişler dış bağlantılarıyla koordineli olarak devam etmektedirler. Bu vesileyle Çözüm Süreci’nde kilit rol oynayan MİT’e yönelik dışarıdan ve onlarla bağlantısı açıkça görülebilen içeriden saldırılarında doğru okunması ve diğer nedenlerin yanı sıra süreç ile ilgili boyutu ıskalanmaması gerekli…Tüm bu gelişmelere rağmen Yeni Türkiye’nin bölgenin merkez ülkelerinden biri olduğu ve stratejik konumu ve misyonu ile küresel sistemin geleceği açısından vazgeçilmez olduğu gerçekliği unutulmamalıdır. Bu nedenledir ki bölgedeki yeni denge arayışı sürecinde, kazanımlarını korumak ve bölgedeki hâkimiyetlerini sürdürmek isteyen odaklar tarafından çökertilmesine seyirci kalınmayacak bir Türkiye gerçekliği söz konusu. Türkiye Cumhuriyeti’ de, artık eski konumu ve misyonu ile varlığını, bütünlüğünü koruyamayacağının, gelecek beklentilerine ulaşamayacağının farkında gözükmektedir. Yani uzun süredir ilk defa iç dinamiklerle dış dinamiklerin bir şekilde örtüştüğü bir konjonktürde yol alınmaktadır. Bahse konu ortaklığın temelinde ise hiç şüphesiz, küresel bazı güçlerin, uzun süredir üzerinde çalıştıkları telifçi/uzlaştırıcı “Ilımlı İslam” projesi olduğu ve bu projenin dönemsel ve pragmatik gerekçelerle bölgemizdeki malum örgüt, yapı ve cemaatler tarafından da kabulüyle hızla yaygınlaştığı malumdur. Söz konusu projenin genelde bölge insanına benimsetilmesiyle de Ortadoğu’da yeni bir süreç meydana geldi. Bu proje, geçmişte olduğu gibi, güya “sahte Müslümanlığın” karşısına “gerçek İslam”/”Müslüman” çıkarılmasına yönelik farklı versiyonları olan projelerden çok daha derinlikli, boyutlu ve etkili bir proje olarak gözükmektedir. “İçimizden birileri”nin de aktör olarak projeye dahil olmasıyla toplumu ikna ve meşruiyet boyutlarıyla etkili, tehlikeli olmaya devam etmektedir bu proje. Ve Yeni Türkiye’nin “Ilımlı laiklik” ekseninde yeniden inşa sürecinde bu sinsi proje, sürecin eksenine oturtulmuş ve stratejik bir misyon yüklenilmiştir. Müslüman toplumların zihinsel olarak kuşatılmaları ve küresel sisteme dahil edilerek potansiyel bir tehlike ve alternatif olmalarının önüne geçmek temel amaçtı bu projede. Nitekim söz konusu projenin Türkiye’den sonra bölgede de uygulanmaya başlaması ve bazı gerekçelerle sürecin fetret/geçiş dönemine girmiş olması insanımızı şaşırtsa da proje hala geçerliliğini korumaktadır. Bu bağlamda 2013 yılı, hem Yeni Türkiye hem de Ortadoğu için stratejik öneme sahip olağan dışı gelişmelere şahit olunan bir yıl oldu. Daha öncesinde Oslo süreci ile başlayan çözüm süreci arayışları nihayet ete-kemiğe büründü…Diyarbakır’daki “Nevroz” töreninde okunan Öcalan’ın mesajı ile de kamuoyu, sürecin hangi esaslar üzerinde ilerleyeceği konusunda daha net bilgi sahibi oldu; bu vesileyle bazı hususlar da netleşmeye başladı. Bu gelişme, sadece Türkiye coğrafyasında değil, aynı zamanda Ortadoğu’da ve dünyada da büyük yankı uyandırdı. Ve sürecin devamı daha da ilginç gelişmeleri beraberinde getirdi. Öcalan ile İmralı da yapılan seri görüşmelerin belirli bir aşamasında “Demokratik İslam Kongresi” {DİK} yapılması çağrısının gündeme düşmesi kimilerini rahatsız ederken kimlerinin de kafasını iyice karıştırdı. Bazı değerlendirmelere göre, bu girişim bir zorunluluğun ortaya çıkardığı bir hamleydi. Aynı zamanda bölgedeki gelişmelerin temel eksenini dikkate alan isabetli bir yaklaşımdı. Bunların yanında bu girişimden tedirgin olanlarda oldu. Malum bu çevreler ise sürece bakışlarının bir gereği olarak bahse konu çağrıdan ciddi düzeyde rahatsız oldular. Ve süreci sabote etmek için kullandıkları “AKP ile barış olmaz” tezi düzlemindeki argümanlarına yenilerini eklemeye çalışırken daha da organize hareket etmeye başladılar. Bu arada, “Çözüm Süreci”nin kendilerinin öngördükleri ideolojik eksende yürütülmemesi ve yeni şartların hareket alanlarını daraltacağı düşüncesiyle sürece karşı muhalif bir duruş sergileyen liberal entelektüellerin, yeni açılım karşısında nasıl bir itiraz üretecekleri da her halde eskisi kadar merak edilmiyordur. Güya eskiden beri Kürt siyasetinin yanında, yakınında olduklarını iddia eden muhalif unsurlar, AKP’nin çözüm diye bir derdi olmadığını, bu iktidarın tek amacının Kürt siyasetini kandırmak olduğunu iddia ederlerken strateji değişikliği karşısında elbette yeni itiraz gerekçeleri oluşturacaklardır. Tüm bu gelişmelerin yanında liberal çevrelerinde dahil olduğu müzmin bir muhalefet bloğunun oluşturduğu, iç ve dış odakların işbirliğine şahit oluğumuz bir dönem yaşandı. Gezi olaylarıyla başlayan ve organize, hem de güçlü odakların desteklediği ciddi bir organizasyon olduğundan şüphe duyulmayan krizler, operasyonlar peşi peşine yaşandı. Erdoğan’ın temel yanlışlarını eleştirmekten çok rejimin yeni versiyonundan rahatsız olan iç ve dış odakların kızgınlıkları ve kaybettiklerinin bir reaksiyonu olarak küresel boyutta bir algı yönetimi devreye sokuldu. Erdoğan’ın hedef alındığı; onun, “otoriteleşmek”, “diktatörleşmek” ile suçlandığı ve olur olmaz “istifa” ya davet edildiği bir dönemden geçildi. Sandıkta elde edemeyeceklerini bildikleri şeyi sokakta arayan bu muhalefet bloğu, Kürtleri de sokaklara, en azından kendilerine destek vermeye çağırdılar. Ancak bekledikleri karşılığı göremediler. Gezi olaylarından sonuç alamayınca da vazgeçmediler tabii. Bu kez çok daha boyutlu, çok daha organize ve en ilginci de rejim içerisinden bazı unsurların da açıkça müdahil oldukları 17 Aralık operasyonuyla ikinci hamleyi yaptılar. Yeni Türkiye ve AKP hükümeti bu organizasyonlardan önemli darbeler almış olsa da muhalif blok amacına ulaşamadı. Söz konusu operasyonların en önemli hedeflerinden biri olan çözüm süreci tartışılır hale getirilemedi. Ve değişen şartları doğru okuyamamakta ısrar eden ve/veya eski düzenle göbek bağlarının açmazlarıyla malul olan bu çevreler, CHP’si ile marjinal sol partileri ile aradıklarını sokaklarda bulmaya çalışırken, BDP/HDP çizgisi ise bu tür çağrılara olumsuz cevaplar vermiş, daha doğru bir ifadeyle çözüm sürecinden beklentileri onları buna mecbur kılmıştır. Hiç şüphesiz BDP/HDP çizgisinin bu duruşu, çözüm sürecinin genel gidişatından daha çok bölgedeki yeni şartları farklı okuma çabalarının bir yansıması olarak değerlendirilmesi isabetli olacaktır. PKK/KCK/BDP, NEREYE DOĞRU EVRİLİYOR? Söz konusu hareketin, aslında birçok boyutu olmasına rağmen, silahlı gücüyle elde ettiğini düşündüğü bölgedeki nüfuzunu koruması, hatta siyasi hayatına devam edebilmesi için daha geniş toplumsal kesimlere ulaşabilmesi gerekmektedir. Son dönemlerde gündeme gelen HDP projesi ve bu projenin istenilen sonucu vermemesi nedenlerinin sorgulanmasıyla yüksek perdeden konuşulmaya başlanan “Demokratik İslam Kongresi”, yeni ihtiyaçların doğurduğu sonuçlar olarak değerlendirilebilir. Bu dönemde Halkın Demokratik Partisi {HDP}’n den beklenilen; etnik temelli siyaseti aşmak ve toplumun tümünü kucaklama yolunda mesafeler almak, böylelikle Türkiyeleşmek olduğu çok açıktır. Zaten Türkiye’nin sosyolojik gerçekleri de bunu gerektirmektedir. Ne var ki HDP, mevcut yapısıyla kendisinden bekleneni vermekten uzak gözükmektedir. Hiç şüphesiz bunda tüm toplumsal kesimlere ulaşmak için öncelikle inançlı insanlardan çok toplumsal karşılığı olmayan sol guruplarla işbirliğinin öncelenmiş olmasının rolü büyüktür. BDP Diyarbakır milletvekili Altan Tan’da aşağıdaki ifadeleriyle buna işaret etmektedir:“… HDP projesi bütün liberal demokratları, Müslüman demokratları, Kürt halkının büyük bir kesimini içine alması gereken bir projeyken, maalesef sadece marjinal Türk soluyla sınırlı kalan, kadük, dar bir proje haline geldi.”Yani gelinen bu aşamada çözüm sürecinin muhataplarından olan söz konusu Kürt siyasi hareketinin, 30 yılın ardından, adına savaştığını iddia ettiği bölge halkının temel değerlerini yok sayıcı tutumundan vazgeçme çabasında olduğu anlaşılıyor. Tıpkı Kemalist rejimin jakoben/radikal eksende kurguladığı iflas etmiş modernleşme modelinden vazgeçme süreci yaşadığı gibi… Öyle anlaşılmaktadır ki taraflar, değişen dünya ve bölge dengeleriyle birlikte esmeye başlayan rüzgâr yönünde bir arayış içindeler. Ancak bu arayış içinde olanlardan biri, toplumun değerleriyle barışık bir siyasi gelenekten bu günlere gelirken, diğeri ise uzun süre Marksist-Stalinist bir çizgi takip etmiştir. Her ne kadar şartların değişmesine paralel olarak öncelikle etnik temelli bir ulusalcı çizgiye evrilmiş, en sonunda da Yeni Türkiye’nin siyasi aktörlerini takip eden ideolojik bir çizgiye yönelerek kendi hareketini yeniden üretmeye soyunmuşsa da ciddi açmazlarla karşı karşıya olduğu ortada. “Devlet kurma anlayışından vazgeçtik..’ Ulusların kendi kaderlerini tayın hakkı’ devlet kurma hakkı olarak anlaşılıyordu. Bunun doğru olmadığı, ulusların devlet kurmadan da özgür ve demokratik yaşam içinde kendi kaderlerini tayin edebileceği yaklaşımı içindeyiz. HDP ile Türkiye sınırlarında Türkiye’nin demokratikleşmesi içinde Kürt sorunu ’nu çözmeyi hedefliyoruz. Bu bir stratejik projedir.” Mustafa Karasu’ya {KCK yöneticisi} ait bu ifadeler de hiç şüphesiz gelinen aşamayı çok net olarak dile getirmektedir. Karasu’nun bunun bir stratejik proje olduğunu özellikle ifade etmesi de doğru anlaşılmalıdır. Diyarbakır’da düzenlenen “Demokratik İslam Kongresi” de bu strateji değişikliğinin/stratejik projesinin bir sonucu olarak algılanmalıdır. Bahse konu kongre ile ilgili çalışmaların, Demokratik Toplum Kongresi {DTK} İnanç Komisyonunda Öcalan’ın Demokratik İslam Kongresi {DİK} çağrısıyla birlikte başlatıldığını ilgililerin açıklamalarından öğrenmekteyiz. Şimdiye kadar konuyla ilgili bir çok kurum, kuruluş ve önemli şahsiyetlerle görüşmeler yapılmış, toplantılar tertip edilmiş…, İstanbul ve Ankara’da bu tür çalışmalara hız verilirken İzmir, Mersin, Van ve birçok şehirde komite çalışmalarına devam edilmiş…, DTK Komisyonu’nun Antikapitalist ve {Ilımlı} Kürt Müslümanlarla yaptıkları görüşmelerden ilginç görüşler gündeme gelmiş…Öcalan’ın Diyarbakır’daki Kongreye {DİK’e} gönderdiği mesajda, İslam’ın ümmet anlayışının özü itibarıyla ulus devletçi anlayışla bağdaşmayacağı ifade etme gereği duyularak “ulus devletçi” anlayışı açıkça reddeden ifadelere yer verilmiştir. Bir anlamıyla Öcalan ve ekibi, değişik aşamalardan geçen örgütünü yeni bir senteze oturabilmek için küreselleşen dünyada İslam gerçekliğiyle yüzleşmenin kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Aslında Müslüman Kürt Halkı’nın, geleneksel dindarlığıyla Cumhuriyetin tepeden inmeci, jakoben modernleşme anlayışına ta başından beri karşı çıktığını yeni hatırlamışlardır. Bu meyanda Öcalan’ın geçmişte “gerici” olarak nitelediği, hatta Kemalist rejim ile birlikte İngiliz emperyalizminin işbirlikçisi olarak itham ettiği Şeyh Said ve arkadaşlarının kalkışmasından, çalışmalarından söz etmesi örgütün hitap ettiği toplumun öne çıkardığı hassasiyetleri fark ettiğinin bir göstergesi olarak bizce önemlidir ve altı çizilmelidir. PKK-KCK-BDP-HDP çizgisinin mücadele süreci içerisinde geçirdiği bilinen aşamalardan sonra, değişen bölge şartlarıyla uyumlu olarak “Devrimci Halk Savaşı’ndan “Demokratik Cumhuriyet” içinde birlikte yaşama çizgisine gelmiş olması stratejik öneme sahip bir gelişmedir. Üstelik bu gelişme Yeni Türkiye ve bölgenin geleceği açısından kritik öneme sahiptir. Ancak, bölgemizi ve dolayısıyla Müslümanları kontrole yönelik “Ilımlı İslam Projesi”nin Yeni Türkiye ve bölgenin diğer ülkelerindeki yansımalarını ciddi planda takip etmesi gereken Müslümanların bu “ideolojik savaş”a karşı nasıl bir tavır geliştirecekleri de en az onun kadar stratejik ve hayati bir konudur. İktibas okuyucularının çok iyi bildiği gibi bu konuda uzun süredir yaptığımız değerlendirmelerle insanımızın dikkatlerini çekmeye, “durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” demeye çalışmaktayız. Ancak bölgemizdeki insanlarımızın büyük bir kısmının konuya ilkesel yaklaşmadığı, projenin asıl hedefini konjonktürel gerekçe ve pragmatik bir mantıkla, ısrarla ıskaladığını görmek bizim için kabul edilemez bir durum…Bilindiği üzere, “Müslümanlar”, bu günlere değişik süreçlerden geçerek küresel ve bölgesel değişik rüzgârların etkisi altında kalarak ciddi düşünsel savrulmalarla sorunlu konumlarına, tartışmalı, sorunlu düşünsel ve siyasal duruşlara evirildiler. Ve zamanla bazı temel hususlarda birbirlerine benzemeye ve ilkeli duruşlarını sürdürmeye çalışan Müslümanlardan hızla uzaklaşmaya başladılar. İste bunun tipik örneklerinden biride Demokratik İslam Kongresini {DİK} değerlendirdiği yazısıyla Doç. Dr. Ahmet Yıldız. Daha önce, Ulusçuluğun türleri ve geçirdiği aşamaları ele alan ciddi bir eseriyle tanıdığımız Ahmet Yıldız Star gazetesinin Açık Görüş ekinin 18 Mayıs 2014 tarihli nüshasındaki yazısında {‘Demokratik özerklik’in tazammunu olarak‘Demokratik İslam’ başlıklı} konuyla ilgili değerlendirmeler yapmaktadır. Konuyu birçok boyutuyla değerlendiren Ahmet Yıldız’ın yazısında üzerinde durulması gereken hususlar, bizce, Müslümanların değerleriyle {sözde evrensel} Batılı değerleri uzlaştırmaya çalışan ve bu hastalıklı sentezden yararlanarak güya “sistem-içi” mücadeleyle bir çıkış arayan malum çevreleri de kısmen ya da tamamen ilzam eden konulardır. Ahmet Yıldız, diyor ki, “PKK’nın lider kadrosunu, siyasi elit’inin ve elbette Abdullah Öcalan’ın İslami itikat açısından ‘mümin olmama’ durumu, geliştirdikleri bu yeni pozisyonda onların samimiyetsizliklerine işaret etmez.” Bu kanaatine gerekçe olarak ta, “Demokratik toplumlarda, siyasi karar vericiler, dini ihtiyaçların karşılanmasını kurumsal bir hizmet olarak değerlendirir ve buna dönük politikalara destek verirler.” ifadelerine yer vermektedir. Devamla A. Yıldız, Türkiye’deki sağ partilerin din ve dini cemaatlerle ilişkilerini bu hususa örnek olarak sunduktan sonra, nasıl bu sağ partilerin samimiyetsizliklerinden söz edilemez ise benzer şekilde “PKK’nın demokratik açılımının da samimi olmadığı iddiası “demokratik bir itiraz” olarak ileri sürülemez, demektedir. Düşünsel yapısının bir gereği olarak A. Yıldız, daha da çarpıcı değerlendirmeler yapmakta ve “İslam’ın araçsallaştırması” tartışmasının anlamlı bir tartışma olmadığını, zira bununda bir siyasi tez olduğunu, dile getirilmesi engellenmediği sürece “demokratik bir kamusallığın” varlığına işaret edeceğini, iddia etmektedir. Tüm bu açıklamalarından sonrada, sadece PKK’nın “demokratik İslam” açılımına karşı çıkmanın bir ön yargı “demokratik bir çelişki” olduğunu ifade etmektedir… A.Yıldız’ın son cümlesine bir boyutuyla hak vermek gerekmektedir. Çünkü bir Müslüman, ‘içeri’den, ‘dışarı’dan, İslam’ı araçsallaştırmaya çalışan tüm açılımlara, projelere, stratejilerekarşı çıkmak; İslam’ı hayatının tümünü düzenleyen bir yaşam biçimi olarak algılayarak “teslim olmak” durumundadır. Aynı zamanda bunu tereddütsüz eğip bükmeden, ortaya koyması da bir gerekliliktir. Bu konudaki netliğin belirginleştirilebilmesi için ise, Müslümanların dönemsel rüzgârların etkisiyle savrulmadan bunun bir “maraton koşusu” olduğunun idrakiyle “Müslüman’ca duruşu”nu bozmadan yoluna devam etmesi, konjonktürel yaklaşımlardan kaçınarak ilkesel bir bakış açısıyla mücadelesini sürdürmekte ısrarlı/sabırlı olması elzemdir. Bu vesileyle Kürdiyle, Türküyle, Arabıyla, Acemiyle; Müslümanların kontrolü ve küresel sisteme eklemlenmelerini amaçlayan “Ilımlı İslam” projesini yeniden gündemimize almamız, Kur’an merkezli perspektiften değerlendirerek kendimizi gözden geçirmemizin gereğini bir kez daha hatırlatmak bir kardeşlik görevidir. -