Çözüm süreci devam edecek ama ne zaman bitecek

ÖMER LEKESİZ

VAN 14.10.2014 15:53:16 0
Çözüm süreci devam edecek ama ne zaman bitecek
Tarih: 01.01.0001 00:00
 İnsani ve kavmi hakları son yüz yıldır gasbedilen, ihlal edilen, ertelenen ya da görmezlikten gelinen Kürtlerin söz konusu haklarına, Türkiye milletinin olmazsa olmaz bir parçası olma bilinciyle yeniden kavuşturulması şeklinde özetlenebilecek olan 'barış / çözüm süreci'nin Kobani terörüyle etkili bir sarsıntı yaşadığında hemen herkes hemfikirdir.

Kısa süreli ve sonuçları 'olumsuz' olan bu sarsıntı, çözüm süreciyle ilgili sorunmuş gibi görünmeyen ve taraflarınca 'şimdilik saklanması gereken bir belirsizlik' olarak halının altına itilen kimi önemli hususların gün yüzüne çıkmasıyla diğer bir söyleyişle konuşulabilir hale gelmesiyle de kimi olumlu yanlar taşımaktadır.

Öncelikle çözüm süreciyle ilgili algının açıklığa kavuşması planında şunu söylemeliyim:

Çözüm sürecinin esas tarafı ve uygulayıcısı olan 'devlet' sadece Kürtlerin değil Müslüman halk başta olmak üzere Kemalist olmayan diğer unsurlarla, İslam hukukuna göre Ehl-i zimmet'in, modern hukuka göre ise azınlıkların haklarını aynı düzeyde ama faklı formlarda gasbetmiş, baskı altına almış bir devlettir.

Dolayısıyla konunun muhatabı bir avuç Kemalist'in dışındaki Türkiye milletinin tamamı olunca 'hakların iadesi' de 'sistemin / devletin' zorunlu kaldığı bir durum ya da 'Türkiye milleti için onun bir lütfu' olarak görülmemelidir. Çünkü milletsiz devlet olmaz ve devlet millete hizmet edebildiği sürece varlığını sürdürebilir.

Bu nedenle 'demokrasinin gelişmesi, yaygınlaşması' şeklindeki söyleyişte ifadesini bulan 'hakkı verenin devlet, hakkı alanın millet olması' şeklindeki algı ya da yaklaşım 'mutlak' otoriteyi (sistemi) ve onun arzusuna, insafına göre millete 'tenezzülü' içkin olması bakımında hatalıdır.

Doğal ve doğru hakların kullanılması bağlamında hatasız olan, Türkiye milletinin zamana ve yeni koşullara göre mevcut demokraside yenileşme, tashih ve tadilat yapabilme istidadını kendisinin sahip olması ve sistemin de bunu koşulsuz olarak kabullenmesidir. Türkiye milleti, kuvveden fiile çıkması gereken söz konusu istidadını mevcut yönetim şekli gereğince vekiline devretmiştir ki o vekil şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve mevcut hükumettir. Yakın geçmişte çokça tartışılan 'yenilik' konusunun tezahürü, hükmü ve içeriği de aslında ve öncelikle budur.

Dolayısıyla çözüm süreci, 'nihayet insafa gelmiş' olan sistemin bir mecburiyeti, lütfu olarak değil, Türkiye milletinin kendi içinden ürettiği bir eşitlenme arzusu, sistemin (Kemalist otoritenin) neden olduğu baskıyı ve tahribatı ortadan kaldırmaya yönelik ortak çabası olarak anlaşılmalıdır.

Buradan baktığımızda Kobani terörüyle ortaya çıkan hususlardan başlıcaları şunlardır:

Kürtlerin çözüm süreciyle ilgili görüş ve taleplerinde kendi içlerinde bir ortaklığın sağlanamadığı bilinmektedir. Çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir kesim 'demokratik hakların kendileri için tahakkuk ettirilmesini' yeterli görürken, laikçi-solcu kesimle, HDP=PKK ise bunun ötesinde, sistemin kendilerine yönelik 'maddi bir bedeli' ödemesinde ısrar etmektedir. Nitekim Kobani terörünün esas nedenlerinden biri, bedel talebindeki ısrarın ve onun gerekirse 'zorla' yani Kürtlerin terörize edilmesiyle alınabileceğinin sistem'e fiili olarak gösterilmek istenmesidir.

Peki Kobani terörüyle birlikte ne olmuştur:

1-Çözüm kapsamında Türkiye milletiyle eşitlenmeyi yeterli gören kesim, laikçi-solcu ve HDP=PKK tarafından düşman ilan edilmiş, bu nedenle onların da kendilerini savunmaları meşru olmuştur.

2-HDP=PKK, söz konusu adlandırmalarıyla, Abdullah Öcalan'ın 21 Mayıs 2013 tarihli 'Bugün kadim Anadolu'yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır' sözlerine muhalefet etmekle kendi içinde yeni bir çelişkiyi üretmiştir. Hissedilen odur ki, Öcalan'ın belirlediği yerde durmaya çalışan HDP, silahlı örgüt olması nedeniyle sistemden 'bedel' almakta asıl ısrar eden PKK tarafından Öcalan'a karşı muhalefetin içine çekilmiştir. Bu durumda HDP'de köklü bir revizyonun yapılması zorunlu hale gelmiştir.

3-Bu durum bir yandan, IŞİD ile Türkiye arasında sıkışmış bulunan PKK=PYD'nin akıbetini hayırlı görmeyen Kürtlerin HDP=PKK'ya olan güvensizliklerini pekiştirirken, diğer yandan onların gönüllerinin IŞİD'e kaymasını hızlandırarak yeni bir oluşuma zemin hazırlamıştır.

4-Yine bu durum, PKK=PYD'nin Türkiye sınırı dışındaki konuşlanmasının asli değil, arızi bir durum olduğunu ortaya çıkartarak, Peşmerge tarafından doldurulmasına sıcak bakılan o bölgeye IŞİD'in talip olmasıyla PKK=PYD'nin varlığı bu yönden de tartışmalı hale gelmiştir.

Tali unsuruları da dahil bunlar, çözüm sürecinin sahibi ve uygulayıcısı olarak Türkiye'nin konuyla ilgili portföyünde de değişikliğe neden olmuştur. Çünkü bu gidişle: PKK'nın muhatabı IŞİD olarak değişebilecek, militanlarını savunma için Kobani'ye değil terör için Türkiye'ye gönderen PKK'ın Öcalan'a muhalefeti kemikleşecek, Öcalan ise çözüm konusunda tek muhatap olarak kalabilmek için taleplerine kendisinin önerdiği (Markar Eseyan'ın kelimeleriyle) 'biz bize çözüm' ana başlığı altında daha milli (içeriye dönük) davranabilecektir.

Ancak Türkiye'nin önüne şimdi de laikçi-solcuların ve HDP=PKK'nın dışında kalan Kürtlerin IŞİD nedeniyle radikalleşmesi problemi çıkmıştır. Bu problemin aşılması ise IŞİD ile kurulacak sağlıklı ilişkilere ve çözüm sürecinin tamamlanabilmesine bağlı görünmektedir.

Sonuç olarak, çözüm sürecinin 'bedel' ödenmek suretiyle halledilmesi milletin arzuladığı bir durum değildir. Mevcut gelişmeler Öcalan'ı bu yönde yeterince ikna etmiş, milletin vekillerini de gereğince aydınlatmış olmalıdır. Dolayısıyla çözüm süreci Türkiye milletinin, millet olma haklarının eşitlenmesiyle bitirilebilecek kıvama gelmiştir. Önemli olan bu sürecin doğru zamanda tamamlanmasıdır.

twitter.com/OmerLekesiz