CEMİL ERTEM

Faize, ribaya karşı çıkmadan barışı savunamazsınız!

VAN 22.03.2015 10:58:06 0
 CEMİL ERTEM
Tarih: 01.01.0001 00:00
 CEMİL ERTEM

Dün önemli bir gündü; Nevruz Bayramı, Diyarbakır’da Öcalan’ın yaptığı “silahları bırakma” çağrısı ile çözüm sürecinin yeni döneminin de başlangıcı oldu. Öcalan’ın mesajına geleceğiz ancak öncelikle şu temel tezi yazmak istiyorum; Bugün Türkiye’deki çözüm (barış) süreci, tüm dünyada doksanlı yıllarda başlayan barış süreçlerinden ayrı bir süreç değildir ve bu sürecin ekonomi tarafını ihmal edemeyiz. Yani siz, ekonomide neoliberal politikaları savunurken, barışın da “sahibi” olacağım diyemezsiniz. İşte burada, bu sürecin mimari olan,  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Merkez Bankası’dan başlayarak, Derviş ve IMF’den kalma neoliberal politikalara karşı çıkması ve bunu yüksek faiz üzerinden politikleştirerek anlatması, onun çözüm sürecinin mimarı olmasıyla tutarlıdır. Ancak, yine Merkez Bankası’ndan başlayarak borca, faize ve tüketime dayalı neoliberal hattı Erdoğan karşısında savunanların, “çözüm sürecini işte biz bitiriyoruz, Erdoğan artık karışmasa iyi olur” diye tam şimdi ortalığa dökülmeleri, politik olarak, hadi ahlaki yoksunluk olarak nitelendirmeyelim  ama en azından şuursuzluktur. 

Temel ayrım noktası… 

Dikkat ediyorsanız Öcalan’ın mesajı neoliberal politikaları eleştiri ile başlıyor. Bu çok önemli ve stratejik bir başlangıç cümlesidir. Öcalan’ın mesajı şu cümleyle başlıyor: “Emperyalist kapitalizmin ve despotik yerel işbirlikçilerinin tüm dünyaya dayattığı Neo liberal politikaların yol açtığı kriz, bölgemiz ve ülkemizde çok yıkıcı bir şekilde yaşanmaktadır.” Şimdi bu cümleyi Çipras’ın, Arjantin Devlet Başkanı Cristina Fernández de Kirchner’in, Brezilya’da Lula ve Rousseff’’in Ortadoğu’da İsrail’e direnen Filistinli liderlerin ve Erdoğan’ın BM’de, meydanlardaki konuşmalarında aynen ya da başka biçimde bulabilirsiniz. Ama bu cümleyi HDP dahil, “sol” olduğunu iddia eden Türkiye’de hiçbir siyasi oluşumun metinlerinde bulamazsınız. Aslında bakarsanız pekâlâ samimi bir milliyetçi çizginin de dile getireceği bu vurgular, şu sıralar neoliberalizme teslim olmuş resmi “milliyetçi” kesimde ise anlaşılmaktan bile uzaktır.  
Artık samimi ve doğru olmak lazım; ekonomi ve politikayı ayrı alanlar gibi anlatmak bir sorun değildir, doğrudan ahlaki bir sorundur. Bugün barışı savunmanın ilk adımı Washington ve Londra’nın dayattığı neoliberal ekonomi-politikalarına karşı çıkmaktan geçer. Yani hem “Washington Uzlaşısı” tarafında olup hem de Çözüm Süreci diyemezsiniz. Burada MHP lideri Bahçeli samimi hiç olmazsa, o hem çözüm sürecine karşı çıkıyor, hem de neoliberal faizci-riba ekonomisini samimi olarak savunuyor. (Bkz: Durmuş Yılmaz’ın MHP’den MV aday adayı olması) 
Şimdi ne demek istediğimizi daha iyi anlatmak için şu Barış Süreçleri’nin dünyadaki ekonomi politikları açısından karşılığı ne, hangi sürecin ürünü buraya biraz değinelim isterseniz.  

Barışın küresel ekonomisi 

Doksanlı yıllarda, dünyanın farklı coğrafyalarında, başlayan barış süreçleri şimdilerde sonlanıyor ve daha önce savaşla ayakta kalan, silah sanayii, kirli finans gibi yapıları ve geleneksel sektörleri besleyen ekonomiler de hızla bu alanları geriye itip, bilgi ağırlıklı yeni sektörlerle donanıyorlar ve bu sektörlerin hızlı yükselişi sürece damgasını vuruyor. Doksanlı yılları hatırlayın, seksenli yılların başında devlete dayalı ekonominin sosyal yanını tasfiye edip, militarist bir devletçiliği ve savaşı krizden çıkış reçetesi olarak yürürlüğe sokan Britanya ve ABD, bu yıllarda, barış görüşmesi yapılan bütün ülkelerde, darbeleri destekledi ve/veya iç savaş süreçlerini kışkırttı. Ancak bu, onları da uçurumun kenarına götüren yanlış bir politikaydı. Doksanlı yıllar gelişmekte olan ülkeleri vuracak kriz dinamikleri ile başladı. Pazarlar daralıyor, yeni yatırımlar yapılmıyor, ABD ve Britanya’nın desteklediği geleneksel sektörler bir türlü ayağa kalkamıyordu. Bugün üretimi bırakın Ar-Ge yatırımlarınında da rekor kıran G. Kore gibi ülkeler yurttaşlarına, krizden çıkmak için altınlarınızı merkez bankasına teslim edin çağrısı yapıyordu. Bu yılları Türkiye’de krizle, post modern darbelerle ve yoğun bir çatışma ortamıyla yaşadı.
Ancak, geleneksel yapıları ve sektörleri desteklemek ve ulus-devletleri daha fazla militaristleştirerek bu işin olmayacağını, 21. yüzyıla damgasını vuracak olan bilgi temelli sermaye anladı. Doksanlı yıllarda, bir yandan çatışmalar ve savaş ekonomisi ve bunun krizi devam ederken, bir yandan da başta G. Afrika’da olmak üzere yeni bir süreçde başladı. Bu süreç, bilgi teknolojilerine dayalı sektörleri öne çıkaran, azgelişmiş ülkelerde de bireysel talebin öne çıkmasını isteyen, böyle olunca, ekonomiyi yalnız milyarlarca dolarlık ulus-devlet silahlanmasına ve ekonomik çevrimine dayandırmayan, tam aksine bu ekonominin yarattığı kirli finansal balonları, kanserli hücre sayıp bunları temezlemek isteyen, tüm dünyada legal bir piyasa çevrimini öne çıkarmaya çalışan yeni bir gücü yukarı çıkardı. Bu güç, ilk defa ABD’de Obama’yı işbaşına getirerek kendini gösterdi. Düşünün son on yılda tüm dünyada yüzden fazla barış süreci başlamış, cuntalar, çeteler, silah lobileri gerilemeye, bilgi teknolojileri ağırlıklı sektörler öne çıkmaya başlamış. Bu gerçekten, insanlığın en uğursuz zamanlarından biri olan 20. yüzyılın kanlı tarihinin bittiğini gösteren önemli bir gelişme. Artık küresel finans çevreleri de bu gerçeği kabul ediyor. Bu, şüphesiz barışın ve demokrasinin de kazanımıdır. Bu gerçeği onlara, yıllardır yapılan mücadeleler de kabul ettirmiştir.

Gerçek bu; ötesi yalan, dolan… 

Bütün bunların sonucu olarak, bu toprakların bütün halkları ve onların kadim uygarlıkları -yani ta Makedonya’dan, Kuzey Afrika’yı içine alarak Anadolu’dan geçen ve Çin sınırlarına varan büyük coğrafya- böylesine büyük bir değişim fırsatını belki ilk defa eline geçiriyor ve bunun için siyasi bir inisiyatif geliştiriyor. 
Avrupa Birliği, Türkiye, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkaslar coğrafyası ve tabii koca Dicle’nin, Fırat’ın arasında hayat bulan, bunun için de adına ırmaklar arasındaki ülke anlamında Yunanca Mezopotamya denen, insanlığın uygarlığının doğduğu bütün medeniyetlerin anası olan topraklar… Bu topraklara Arap Yarımadası’nı da kattığınızda son semavi din olan İslam’ın da ortaya çıktığı, insanlığın o büyük Hakk arayışı önünüze gelir. Yani, insanlık için, her şey buralarda başlamış ve buralarda devam etmiştir. İşte şimdi de yine buralarda değişecek ve insanlık, yine bu topraklarda yeni bir düzeni, 21. yüzyılın ilk şafağında örmeye başlayacak… 
 İşte bundan dolayı, çok doğru bir tespitle, Öcalan’ın Nevruz mesajı neoliberal politik hattın eleştirisiyle başlıyor, işte bundan dolayı, Erdoğan’dan başlayarak halklarının şimdilerde yoğun desteğini alan dünya liderleri ilk önce bu çürümüş ekonomi-politikalarına karşı çıkıyor. Bunun için Erdoğan hangi ülkeye gitse-özellikle yıllardır emperyalizmin böl-yönet politikalarına ve zulmüne uğramış yoksul İslam ülkelerinde- büyük destek ve umutla karşılanıyor. Durum ve gerçek budur; ötesine kulak asmayın…