Cemaleddin Afgani ve İttihad-ı İslam Projesi

Ali Güler'in Yeni Şafak'taki Cemaleddin Afgani ve onun İttihad-ı İslam projesine dair makalesi hem üslup hem içerik bakımından okunmaya değer.

VAN 15.04.2015 10:19:08 0
Cemaleddin Afgani ve İttihad-ı İslam Projesi
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Selahaddin Eyyubi’den Cemalettin Afgani ve II. Abdülhamid’e İslam birliği düşüncesi

Ali Güler • Araştırmacı Yazar/Ortaçağ Tarihi Uzmanı
 

Selahaddin Eyyubi, Mısır'a Sultan olduğunda 32 yaşındaydı. O sırada emri altındaki Türk, Kürt, Arap, Çeçen ve kısmi Gürcü'lerden oluşan15.000 kişilik birleşik bir orduyu bir arda tutarak, tek hedefe odaklaması gelecekte yapabileceklerine ilk işaretti. Özellikle nüfuzlu ve çok tecrübeli Emirlere rağmen ve Mısır gibi tabiatında entrikaların olduğu, darbeler ülkesinde hakimiyet kurmak çok zordu. İslam dünyasını, iki halifeli yapıdan, çift başlılıktan kurtarma başarısıyla İslam Birliğine ilk hizmetini vermiş oluyordu. Şii Fatımi Hanedanlığını nezaket ve cesaretle sonlandırıp, Bağdat'taki Sünni Halifesine bağlamıştı. Çeşitli milletlerden ilmiyle ve düşünce yapısıyla öne çıkmış alimleri yanında toplaması, onlara saygı göstermesi ve danışma meclisine alması toplumsal dinamikleri İslam Birliği üst kimliğinde buluşturması halis niyetinin en belirgin işaretleriydi. Selahaddin, gücün tek başına yeterli olmadığını, gücün ancak sözün rehberliğinde gerçek bir zafere ulaşacağını biliyordu. İlmin ve alimin rehberliğinde askeri kadroların başaracağını çok iyi biliyordu. O, söze olan sadakati sayesinde kazanmıştı. Bu sebeple tarihçiler sadece onun için “ Selahaddin, savaşı, barış için yapıyordu.” diye tarihe not düşüyorlardı.
Haç yollarının güvenliğini sağlaması, hacıların daha rahat ve güven içinde ibadetlerini yapmalarını sağlıyordu. Hicaz Emirlerinin hacılara getirdiği haksız ve ağır vergileri ortadan kaldırarak daha çok Müslümanın hac yapmalarını sağlamıştı. Onun Mekke, Medine ve Hacılara olan düşkünlüğünü göstermek için tarihten bir anektod; Hısnül Ekrad (Kürt Kalesi), Frenklerin koyduğu ismiyle Kerak Kalesi hakimi zalim Ernat (Chatillonlu Renauld), Kızıldeniz'e inmiş, korsan gemilerle yağmaya başlamıştı. Mekke ve Medine'yi işgal etmek istediğini söylemiş ve peygamberimize hakaret etmişti. Sürekli Haç kervanlarını basıyor ve hacıları öldürüyordu. Selahaddin, onları Kızıldeniz'de darmadağın etti. Yakaladığı 2000'e yakın tapınak şövalyesini Mina'a hacıların gözü önünde idam etmişti. Hem kutsal mekanlara saldıracak saldırganlara bir ders oluyordu. Hem de Hacılara bir moral oluyordu.

 

Selahaddin Eyyübi

Selahaddin, Zalim Ernat'ı kendi eliyle öldürmeye yemin etmiş ve Hıttin Savaş'ında, kellesini kendi eliyle kesmişti.

Mısır'ın zengin hazineleri, muhteşem sarayları ve Nil'in suladığı verimli deltaları ona yeterdi. Ama O, bunları elinin tersiyle itmişti. Kuzeye çileli bir aşkın peşine düşmüştü. Ondaki Kudüs aşkına hiç bir hazine ve saray denk değildi. İlk devlet merkezi Mısır'a bir daha gelmeyecekti. Kuzeydeki iktidar düşkünü, hatta küçük iktidar hırsları uğruna, Selahaddin'e karşı Haçlılarla iş birliğine giren, onlara koruma karşılığında haraç veren, Sultanı öldürmesi için suikastçi Haşhaşileri kiralayan, Türk Emirlerinin hepsini tek tek emri altına almıştı. Bu Emirler, bazen gönüllü, bazen gönülsüz ama mutlaka tüm ihtiyaçları karşılanmak ve ganimetten hatırı sayılır pay almak şartıyla savaşa katılıyorlardı. Kuzeyde sadece Müslümanları birleştirmesi 17 yılını almıştı. Zaten bütün iktidar dönemi 25 yıldı. Geri kalan ömrünü Kudüs'e ayırdı. Tüm Müslümanların ortak paydası, ortak acısı ve ortak sevdası Kudüs 88 yıl sonra tekrar özgürlüğüne kavuşmuştu. Tarihe Krallar Savaşı olarak da geçen, Kudüs'ü tekrar geri almak isteyen Avrupalı krallar, 3.Haçlı Seferine çıkmıştı. Akka Kuşatılması sırasında, Kudüs'ü korumak ve Akka Garnizonunu kurtarmak için üç yıl sabır sınavı vermişti. İngiliz Kralı Aslan Yürekli Richard, Fransız Kralı Philippe II Auguste, Avusturya Dükü Leopold ve Alman birlikleri karşısında koskoca İslam dünyası adına sadece Selahaddin Eyyubi vardı.
Bağdat'taki İslam Halifesinden yardım istemişti. Diğer Müslüman devletlerinden yardım istemişti ama hiç bir yardım alamamıştı. Hatta kendi istikbali için Bizans İmparatorunun Selahaddin'e o gün verdiği, istihbarat desteği kadar Halifeden destek görmemişti. Çünkü o dönemde kimse kendisinden daha güçlü birini istemiyordu. Akka önlerinde savaş uzadıkça kalplerinde dünya sevgisi olanlar ve başka hesapları olan emirler savaşmak istemiyordu. Ganimetsiz bir savaşı istemiyorlardı. Selahaddin bir taraftan Müslümanları cihad aşkıyla tutmaya çabalarken dışarıda da Ehli Salibin azgın saldırılarına karşı orduyu motive etmek için adeta canını dişine takmıştı.

 

Osmanlının dağılma süreci
 

Haçlılara karşı verdiği savunma savaşı, beş yıllık bir barışla neticelendi. Batılı Krallar bir daha bu maceraya katılmamak üzere ilk ve son kez bu topraklardan yenik ayrılıyorlardı. Bu bunalımla gittikleri Avrupa'da yüz yıl savaşlarına tutuşacak ve Avrupa nüfuzunun yarısı bu savaşlarda ölecekti. Bu arada Osmanlı kurulacak ve batıdan hiç bir ciddi direnişle karşılaşmadan büyüyecek ve İstanbul'u fethedecekti. Eyyubi tecrübesi Osmanlıya miras kalacak, Şam ve Halep'teki seçkin medreselerden yetişen alimler İstanbul'a akın edeceklerdi.
İslam birliğinin ilim ve kültür boyutunu besleyecek olan seçkin alimlerin korunması, medreselerin ve bunların finansı için vakıfların teşekkülü bu dönemde hız kazandı. Endülüs karışınca bir çok alim daha güvenli olan Eyyubi yurduna hicret ediyordu. İslam topraklarında ilk defa medreselerin yanında dünyanın bir çok bölgesinden gelen cins kafa alimler ve talebeler için ücretsiz yurtlar inşa edilmişti. Halep, Dımaşk (Şam ) ve Mısır'daki Medreselerde hocalık yapan dönemin en meşhur yüzlerce alimi bu bölgedeydi. Eyyûbîler döneminde ilim hayatı bakımından Dımaşk ve Kahire Bağdat'ı geride bırakmıştır. Bu bölgeye gelen âlimler arasında Bağdatlı, Horasanlı, Türkistanlı, Endülüslü olanlar vardı. Alâeddin el-Kâsânî, Kutbüddin en-Nîşâbûrî, Ebü'l-Yümn el-Kindî, İmâ-düddin el-İsfahânî, Abdüllatîf el-Bağdâdî, Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Şehâbeddin es-Sühreverdî ve İbnü'l-Baytâr gibi âlimler bunlar arasında sayılabilir. İbn Cübeyr, Mağribli talebelere Doğu'ya gitmeyi tavsiye ederken orada yabancı öğrencilere ayrılmış birçok hayır kurumu bulacaklarını söylemektedir. Eyyubi ailesinden de üç, dört önemli alim çıkmıştı. Ebul Fida, Melük ül Muazzam bunlardan ikisi...
Osmanlının dağılma sürecini hızlandırmak isteyen batılıların İslam coğrafyasını parselleme hesapları yaptığı birinci dünya savaşı öncesi dönemde
İslam topraklarında toparlanma ve birlik adına birçok ciddi çabanın içinden bayraklaşan bu cins kafa adamın çabaları karşısında koca devletler korkacaktır. Yüreğini, emeğini ve bütün hayatını İslam'a ve Müslümanlara adayan bu adamın bugün sevenleri olduğu kadar onu yanlış anlayan ve yargılayanlar da mevcuttur. Onu anlamaya değil, tanımlamaya, bir kalıba sokmaya çalışanlar bilmiyorlar ki, o bir kalıba sokulamayacak kadar yüreği ve bakış açısı büyük bir adamdı. Tek başına bir ordu ve tek başına bir ümmetti. Afgan asıllı olan bu zat, çocukken yetimhaneden kaçıyor. Kaçış o kaçış, hiç durmuyor. Hayatı artık bir koşuya dönüşüyor. Bir bakıyorsunuz İran'da bir alimin dizi dibinde ilim öğreniyor. Başka zaman bakıyorsunuz Afganistan'da başbakan, Hindistan'da Müslümanları şuurlandırma çabasında, Mısır'da İngiliz işgaline karşı faaliyettedir. İngilizlerin sürgününe uğruyor. Bir bakıyorsunuz İngiltere'de El Urvetül Vüska adında, öğrencisi Muhammed Abduh'la birlikte ümmet medyası derdinde. Yine başka bir zaman Rusya'da Müslümanları birleştirme ve bilinçlendirme çabasındadır.
Afganistan'dan Mısır'a, Hindistan'dan Orta Asya'ya, Anadolu'dan Avrupa'ya dolaştığı her noktada İslâm Birliği hareketinin en ateşli savunucusudur. Faaliyetlerinden rahatsız olan istilacı yönetimler onu sürgün etmekten, o da bu gaye için çalışmaktan usanmaz. İslâm Birliğine olan aşkı ve ümitleri onu bir süre danışmanlık yaptığı ve fakat birçok noktada ihtilafa düştüğü Abdülhamid'e biata kadar götürür. O, birtakım hesaplara dayalı bir “İslâm Birliği”nden yana değildir. Onun kafasındaki İslâm Birliği Endonezya'dan Orta Asya'ya, Açe-Sumatra'dan Nijerya'ya, İran'dan Madagaskar adalarına kadar uzanan bütün bir ümmet coğrafyasında Şiîsiyle, Sünnisiyle tüm Müslüman halkların dahil olduğu birliktir.
İslam birliği fikri
Başkenti Mekke olan, lideri Halife olan, devlet sınırları bütün Müslümanları kuşatan evrensel bir İslam devleti özlemiyle koştu ve bu uğurda öldü.
Ignaz Goldziher onun bu yönünü şöyle vurgular: “İslâm Birliği, Avrupa'nın, İslâm coğrafyasının içişlerine karışmasına engel olabilir inancıyla Şiî İran hükümeti de dahil bütün hükümetleri İslâmi hilafet çerçevesinde toplamayı düşünüyordu. Ve Cemaleddin, kalemi ve kafasıyla İslâm Birliği düşüncesinin en sadık temsilcisiydi.
İslâm Birliği hareketine kimi gelişmeler de moral destek sağlar. 1897 Osmanlı-Yunan savaşı bunun bir örneğidir. Osmanlı savaşı kazanınca, gerek Osmanlı hududu içinde, gerekse dışında yaşayan tüm Müslümanlar günler süren destek ve sevinç gösterileri yaparlar. En canlı gösteriler Türkistan, Azerbaycan, Madagaskar, Sudan, Tunus, Cezayir gibi Batı işgali altındaki İslâm topraklarında gerçekleştirilir. Buralardaki gösterilerde sömürgeci Batının işgalini kınayan sloganlar atılır ve bildiriler dağıtılır. Bu küçük zafer esir İslâm halklarının tekrar ümitlenmesine vesile olur.
İslâm Birliği hareketi güçlendikçe Osmanlı sultanının Avrupa nezdindeki konumu da güçlenmiş ve önem kazanmıştır.
Alman İmparatoru Wilhelm'in resmî ziyaretinin İslâm Birliği hareketiyle alakalı bir boyutunun da olduğu unutulmamalıdır. Wilhelm İstanbul'dan Kudüs'e geçerken Şam'a uğrar ve Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubi'nin en büyük hayranlarından biri olduğunu söyleyerek, kabrine çiçek koyar. Ayrıca kişisel hediyesi olarak kabre gümüş bir de havuz yapılmasını emreder. Orada yaptığı konuşmada “Azamet sahibi Sultan ve onu halife telakki eden üç yüz milyon Müslüman emin olsunlar ki, ben ve halkım daima sadık dostları olarak kalacağız.”

 

Müslümanlar birleşmezse
 

Aslında yayılmacı Avrupa'nın Mısır işgalinden sonra (1882) bir müddet sömürgeleştirme atağını durdurmasının sebebi de İslâm Birliği hareketidir. Bu hareketin başarıya ulaşması halinde işgal ettikleri topraklardan çekilmek zorunda bırakılacaklarını anlayan işgalci Batı, bir süre işgal siyasetini durdurup İslâm Birliği hareketinin Müslüman halklar üzerindeki olumlu etkilerini kavmiyetçiliği körükleyerek kırmak istemişlerdir. Maalesef bu çabaları sonuç vermiş ve başarılı da olmuşlardır.
Ne bir evi ne bir eşi, ne de bir evladı oldu. Onun tek derdi, İslam'ın ve Müslümanların izzet ve şerefiydi. Müslümanların birleşmezlerse, yeniden hortlayan bu Haçlı zihniyeti karşısında tutunamayacağını çok iyi görüyordu. İslam yurdu yanıyordu ve o da “Yangın var” diye diyar diyar bağırıyordu. İstanbul'a gelmiş ve Sultan Abdülhamid'e biat etmişti. Müslümanları birleştirmesi için ona her türlü yardımı ve desteği vereceğini söylüyordu. Teşkilatı mahsusa ile evhamlarının doruğunda olan ve etrafını saran dalkavukların etkisiyle Sultan, onu tam manasıyla anlayamayacaktı. Sultanın birlik fikriyle onu birlik fikirleri aynı olmamasına rağmen biat etmişti. O birliği her zaman ve her zeminde koşulsuz istiyordu. Sultan, onu izzet ikram içinde ağırlamıştı. Kendisine tahsis ettiği bir konakta alıkoymuştu. Bir konak, bir at dört hizmetçi ve on sekiz casus tahsis etmişti. Bu konakta hayatının koşusu son bulacaktı. O, nefesi kesilmeyen cins Arap atları gibi koşmuştu. Koşarken ölmüştü.

Yeni Şafak