Cemaat anlayışımızı da gözden geçirmeliyiz

FARUK BEŞER

VAN 26.04.2015 14:01:43 0
 Cemaat anlayışımızı da gözden geçirmeliyiz
Tarih: 01.01.0001 00:00
Cemaat, bir araya gelme, parçalanmama, tefrikaya düşmeme demek. Dinin vurgu yaptığı ve olmasını istediği oluşlardan biri cemaat. Tevhîd de hem Allah'ı birleme, hem de ümmetin O'nun kitabı/Hablüllah etrafında bir'leşmesi demek.

Kur'an-ı Kerim'de cemaat/el-cemaah kelimesi böyle isim olarak geçmiyor, ama aynı kökten kelimelerle bu oluş vurguyla isteniyor. Mesela “Allah'ın ipine cemaat olarak/cemîan sarılın, tefrikaya düşmeyin” deniyor. Bu kelimeyi 'toptan sarılın' diye çevirmek doğru olmamalıdır.

Hz. Peygamber'in (sav) hadislerinde ise 'cemaat' kelimesi çokça geçiyor ve yerine göre farklı anlamlarda kullanılıyor. Mesela:
“Bu ümmet asla bir yanlış üzerinde ittifak etmez, Allah'ın eli cemaatle beraberdir. Siz hep en büyük karartıya/sevad-ı azama tabi olun. Çünkü tek kalan tek başına cehenneme gider” (Tirmizî, Hâkim). İcma kavramı ve icmanın bağlayıcılığı da buradan gelir.
Bir fazla olan, az olandan hep daha hayırlıdır:

“Tek başına bir yolcu bir şeytandır, iki yolcu iki şeytandır. Üç olurlarsa cemaat olurlar” (Ebu Davud).
“Cemaate uyun, çünkü kurt sürüden ayrılan koyunu kapar” (Ebu Davud, Nesaî, Hakim).
Cemaatle olma, kararlarını cemaatle verme öyle büyük bir iksirdir ki, mümin olmayanlar bile bunun bereketini yaşarlar. Sinerji dedikleri güç, aslında cemaatten doğan güçtür.

Sünnette Cemaat kelimesi genellikle iki anlamda kullanılır: 1.İtikadi anlamda, Hz. Peygamber ve onun ashabı gibi inananlar, 2.Bu inanç üzerine kurulu olup İslam ümmetini temsil eden siyasî otorite.
Birincisi Ehlisünnet velcemaat, ikincisi de onun siyasi temsilidir.
Ehlisünnet kavramının bugünlerde ayağa düşürüldüğünü ve her ideolojik bir İslam anlayışına sahip olanların onu kendi zanlarını terviç için kullandıklarını, böyle olunca da akıllılarımızın bunları eleştireceklerine, Ehlisünnet'i küçümsediklerini defaatle söyledik. Oysa tanım çok açık, 'Hz. Peygamber ve onun yetiştirdiği ashab' gibi inananlar. O halde dinde, yani aklın alanı olmayan sabite hükümlerde, akide ve ibadetlerde Hz. Peygamber'in benimseyip öğretmediği hiçbir şey dinden ve Ehlisünnet'ten olamaz. Bu alandaki değiştirmeler, ekleme ya da çıkarmalar bidattir ve her bidat dalalettir, her dalalet de cehenneme götürür. Kendi düşüncelerini batıl tevillerle Kur'an-ı Kerim'den çıkarsamaya kalkışanlar ise iki kez azîm hata yapmış olurlar. Bir, bidat işledikleri için. İki, Kur'an'a kendi ideolojilerini söylettirdikleri için.

Günümüzdeki tarikatlar, cemaatler ve siyasi otoriteler ise mutlak anlamda Hz. Peygamber'in sözünü ettiği cemaat olamazlar. Ancak onların bu hedefe ulaşmak isteyenlerine isabetleri ve Peygamber'in metodunu izledikleri oranda, mecazen cemaat denebilir.

O halde Rasulüllah'ın istediği 'cemaatle birlikte olma' keyfiyeti, bunlardan birine katılmayı değil, öncelikle Ehlisünnet inancını benimsemeyi ve bu inancın kendi otoritesini kurması yolunda çalışmayı gerektirir.
Şu gerçeği iyi anlamamız gerekiyor: “Bu ümmetin başı ne ile salah bulduysa sonu da ancak onunla salah bulacaktır”.
Böyle olmayanlardan özür dileyerek söylüyorum, bana öyle geliyor ki, bugünkü cemaatler ve tarikatlar kahir ekseriyetiyle birleştirmeyi/cemaati değil ayrıştırmayı hedefliyorlar. Kimse hatayı ortadan kaldırmak için öbür cemaatle diyaloğu gerekli görmüyor. Kılık kıyafetlerine kadar farklı olmayı istiyor. Bu durum, birey olarak da “cemaat” olarak da kişiliğimizin henüz oluşmadığını da gösterir.

O halde işin başına dönülmeli ve Hz. Peygamber'den Selefi Salihîn döneminin sonuna kadar ilk Müslümanlar cemaati, lideri, imamı nasıl anladıysalar, şimdi de öyle anlaşılmalı diye düşünüyorum. Bunlar benim sesli düşüncelerimdir, tartışılabilir, tartışılmalıdır.

Yanılmayan tek önder, İmam Malik'in dediği gibi, Hz. Peygamber'dir. Mezhep imamları dâhil, onun dışındaki âlimleri ve önderleri ilk müslümanlar kabul edip saygı duymakla beraber, tek birinin etrafında hiç öbeklenmediler, yeri ve zamanına göre hepsinden bilgi ve amel aldılar. Yani kendi akıllarını, iradelerini ve kişiliklerini de hesaba kattılar. Tek tek Allah'ın birer muhatabı olduklarının bilincini hiç kaybetmediler.

İnat, enaniyet ve mükâbere ile, Hakikat arayışını da birbirine karıştırmamak lazım.
İşte bu bilinç Hz. Peygamber'in oluşturduğu bilinçti. O kendisi hatadan korunmuş olmasına rağmen, arkadaşlarını/ashabını böyle bir anlayışla eğitti. Sahabe, Hudeybiye'de, kendi görüşlerinde isabetli olmasalar bile, davranışlarında isabet gösterip hepsi birden ona itiraz ettiler. İkna olunca da yine ona tabi oldular. Bu olay bu ümmete Allah'ın bikasdın gösterdiği muhteşem bir örnektir.
Biz de böyle olursak dağılır mıyız? Bunu da bir sonraki yazımızda görelim.