CAHİLİYENİN DEĞİŞMEYEN YÜZÜ

“İlahi bir akidesi olmayan insanların,

VAN 20.04.2015 08:57:47 0
CAHİLİYENİN DEĞİŞMEYEN YÜZÜ
Tarih: 01.01.0001 00:00
Düşünce tabiatı gereği sınır tanımaz, zamandan zamana, zeminden zemine insanla birlikte intikal eder. Tevhidi düşüncenin taşındığı gibi Tağuti düşünceler de taşınır. Tağuti düşüncenin bir diğer ismi de cahiliyedir. Cehalet/bilmezlik ilimde, bilgide değil; hakka vakıf olmada, hakkı kabullenmede, Allah’a Allah’ın istediği gibi teslim olmamaktadır.
 
Gülşen TAŞ / Elazığ
Soru1- Şehit Seyyid Kutub’un “cahiliye toplumu” kavramına getirdiği izahları nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Hüseyin BÜLBÜL
Cevap: Fert ve toplumun hayat boyu sergilediği eylem ve söylemleri düşüncelerinin görünen halidir. Çünkü davranışların kaynağı, insanda var olan akide dediğimiz hayat hakkındaki genel düşüncesidir. Bu nedenle davranışlar daima düşüncenin tecessüm etmiş hali olarak tezahür eder.
Düşünce tabiatı gereği sınır tanımaz, zamandan zamana, zeminden zemine insanla birlikte intikal eder. Tevhidi düşüncenin taşındığı gibi Tağuti düşünceler de taşınır. Tağuti düşüncenin bir diğer ismi de cahiliyedir. Cehalet/bilmezlik ilimde, bilgide değil; hakka vakıf olmada, hakkı kabullenmede, Allah’a Allah’ın istediği gibi teslim olmamaktadır. Allah’a iman ve Hakka teslimiyetin dışında kalan ne varsa hepsi cahiliyedir. İsminin Demokrasi, Sosyalizm, Faşizm, gibi yaşam tarzları; Rahiplerini, Hahamlarını ve bilginlerini; heva ve heveslerini ilah edinenlerin durumu gibi değişik isimler altında ifadesini bulan yaşam biçimleri, milenyum çağında insanlar tarafından parlatılarak sunuluyor olması, o dünya görüşlerini “cahiliye” olmaktan çıkarmaz. İslamdan geriye kalan ne varsa cahiliyedir. Dün olduğu gibi bu günde yarında hep aynıdır; bu gerçek değişmez. Bu nedenle Seyyid Kutub da cahiliye kavramını şöyle değerlendirmektedir:
“İlahi bir akidesi olmayan insanların, ahlaki seviyesi olabilir mi? Bu insanlar yüce bir tasavvura sahip olabilirler mi? Hiç şüphe yok ki, geçmişi, hali ve geleceği ile cahiliye hep aynı cahiliyedir. Her cahiliyenin kendine has fenalıkları vardır. İnsan gönlü ne zaman hâkimiyeti altında bulunduğu ilahi tasavvurlardan ve akideden mahrum olursa, böyle bir akideden neşet eden ve hayatı idaresi altına alan bir şeraitten azade kalırsa, mutlaka ortaya pek çok cahiliyet şekillerinden birisi çıkacaktır… Bu gün beşeriyetin çamurları içine gömüldüğü cahiliyet, tabiatı itibariyle o günkü Arap cahiliyetinden veya muasır herhangi bir cahiliyet şekillerinden farklı değildir. O gün Arap insanını cahiliyet bataklığından İslam kurtarmıştı.
Bu gün beşeriyet, korkunç bir bataklıkta yaşamak bedbahtlığına terk edilmiştir!.. Günümüz insanının, okuduğu gazeteler, seyrettiği filimler, kıyafet balolarına, güzellik yarışmalarına, dans pistlerine, meyhanelerine, radyo yayınlarına (TV ekranlarına) bir bakın… Çıplak etlerin çılgınca teşhir edildiği kadın pazarlarına, şehvet duygularını gıcıklayıcı mikrop yuvası sanat ve edebiyat anlayışına, her türlü reklam vasıtalarına bir bakın… Bir yandan hayata hâkim olan faiz nizamına, tefeciliğe, savurganlığa ve bunların gerisinde gizlenen hasis vasıtalara bir bakın… Kanun kisvesiyle gizlenmiş şans oyunlarına, piyango dalaveresine bir bakın… Bunların yanı sıra toplumdaki Ahlakî çöküntüye, toplumsal buhranlara, her ferdi, her aileyi, her cemiyeti, her nizamı tehdit eden ruhî krizlere bir bakın… Evet, bütün bunlara kısa bir bakış, günümüzdeki cahiliyet nizamının beşeriyetin başına musallat ettiği elem ve ızdırapların, bela ve musibetlerin ve korkunç akıbetlerin anlaşılmasına ve bu hususta bir hüküm verilmesine yetecektir.
Bu gün beşeriyet kendi insanlığını yemekte halini ve geleceğini mahvetmekte; Âdemiyetini (insanlığını) haleldar etmekte; Hayvani duygularının peşinde ıhlaya tıslaya koşmaktadır. Bütün akidevi bağlardan kopmuş cahiliye bataklığına doğru yuvarlanıp gitmektedir. Hâlbuki Allah Teâlâ bu Kitabı Mübiyn ile Müminleri cahiliyenin iğrenç bataklığından kurtarıp; sağlam bir akide temeli üzerinde inşa etmişti…
Ve Allah’ın izni ile en sonunda bu günkü insanlığı da düşmüş olduğu modern cahiliye bataklığından yine o kurtaracaktır. Çünkü bu günkü cahiliye de, bütün hususiyetleri ile dünkü cahiliyetten farksızdır. Bunca maddi ilerlemeler, sınaî inklablar ve maddi refah seviyelerine rağmen…” demektedir. ( Seyyid Kutub, Fi Zılalil Kuran c.2 S.523-525)
Soru 2- Kadınlara cuma namazı farz mıdır?
Cevap: Takdir edersiniz ki İslam insanlar için gönderilmiş bir dindir. Bu nedenle onun hitabı cinsiyet ayrımı yapmadan tüm insanlaradır. Ancak cinsiyete özgü birkaç hitabında ise sadece kadını ilgilendiriyorsa hitap kadına veya sadece erkeği ilgilendiriyor ise erkeğe hitap etmiştir. Örneğin Nur suresi 30-31 de cinselliği ilgilendiren bir konuda “mü’min ve mü’minat” olarak iki cins ayrı ayrı zikredilmektedir. Cuma suresinin ilgili ayetlerinde ise:
“Ey iman edenler; cum’a günü namaz için çağrıldığınız vakit, hemen Allah’ ın zikrine koşun ve alış-verişi bırakın. Bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.
Namaz bitince; yeryüzüne dağılın. Ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin ki felaha eresiniz.” (Cuma 62/9-10)
Bu ayetteki “amenû” fiili cemi müzekker gaib kalıbıyla verilmiştir. Ancak Arapçada bir kural vardır “küllü cem’in müennesün” her cemi müennestir diye. Allah doğrusunu bilir kaydıyla “Ey iman edenler” hitabının muhatabı hem kadın hem erkek tüm iman edenleri kapsamaktadır. Ne namaz sadece erkeklere özgüdür, ne de ticaret. Her ikisi de hem erkekler hem de kadınlar tarafından icra edilmektedir. Benzer bir hitapta orucu emreden Bakara suresinin 183. Ayetidir:
“Ey iman edenler; sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı. Ta ki korunasınız.” (Bakara 2/183)
Şimdi diyebilir miyiz ki oruç sadece erkeklere farzdır? Bu konuda ilk bakacağımız yer, bu ayetin ilk muhataplarının nasıl anlayıp uyguladıklarıdır. Asrısaadet diye tabir ettiğimiz Peygamberimizin yaşadığı döneme ve onun halifelerinin uygulamalarına gittiğimiz zaman işin doğrusunu öğrenme imkânımız olacaktır.
Gelen rivayetlere baktığımızda Peygamber efendimizin mescidinde kadınlar vakit namazlarında bulunduğu gibi Cuma ve bayram namazlarında da bulunduklarını görüyoruz. Bir sabah namazını Felak ve Naas surelerini okuyarak kıldırdığında sebebini soranlara: “Çocuk ağlıyordu namazı kısa tuttum ki annesi çocuğu sakinleştirsin diye “ buyurur. Yine Hz. Ömer’in Cuma hutbesinde kadınların mehirlerini çok istedikleri konusunda ikaz edince, bir kadın tarafından itiraz edilmişti. Bu durum göstermektedir ki Cuma, bayram ve vakitlerdeki namazlara kadınlar da iştirak etmektedirler.
Bundan sonra şunu çok rahat söyleye biliriz ki kadınlarımız da bu ibadetlerden müstağni değildir. Ancak Müslümanlar asrısaadetin tabi olduğu Kur’an çizgisini kaybedince din anlayışı belirli konularda erozyona uğratıldı. Din algısı değişti. Din toplumsal hayattan alınarak ibadet hanelerde sadece ibadet olarak icrasına izin verilerek hayattan koparıldı. Böylece din hayattan uzaklaştırıldı. Kamusal alanda tatbikine izin verilmedi. Din inanç olarak inananların sinesine, icraatı da mescitlerin duvarları arasına mahkûm edilince, ortaya bu günkü manzaralar çıktı. Din sadece hayatın içe bakan kısmında yaşam alanı bulabildi. Kamusal alandan tamamen uzaklaştırıldı. İnsanlar devletin istediği ölçüler çerçevesinde yaşamaya mahkûm edildi.
İman İnkâr ve Münafıklık gibi sıfatlar ve bu sıfatları muhatap alan hitaplar, cinsiyet ayrımı yapmadan tümünü içine almaktadır. Bu nedenle bu sıfatlara sahip olanlar yapılan hitabın, verilen emrin kapsamına girmektedirler. Karşı bir bakış açısıyla değerlendirecek olursak, kadınların bu ibadetleri yapmaması konusunda bir emir de yoktur. Bu nedenle kadınlarımız ve erkeklerimiz “ey iman edenler” hitabının muhatabıdır ve verilen emir ve yasaklardan da sorumludurlar.
Toplumun Tahkikten taklide yönelmiş olduğu fetvalar döneminde kadın fitne unsuru olarak görülmüş; camiden ve cumadan uzaklaştırılarak evine kapatılmıştır. Kadınlarımızın Resulüllah dönemindeki yerlerini almaları için, Kur’an’la hayatlarını inşa ve ihya ederek, İslamî mücadeledeki yerlerini almaları gerekmektedir.
Soru 3- Kadının şahitliği erkeğinkine denk tutulabilir mi?
Cevap: Konuyla ilgili olarak Kur’an’ın beyanı, olaya göre değişmektedir. Mesela ticari bir konuda yapılacak şahitlikle ilgili olarak “iki erkek şahit bulamazsanız, bir erkek şahidin yanında unuttuğu zaman diğerinin ona hatırlatacağı iki kadın şahitte gösterebilirsiniz…” (Bakara 2/282) buyrulurken; zina gibi bir konunun isbatında adil dört erkek şahit istemektedir. (Nisa 4/15) Zina olayında kendisinden başka şahidi olmayan karı koca için lanetleşerek ispat etme konusunda kadın ve erkek eşit sayılmaktadır. Lanetleşme gerçekleştiği zaman evlilik sona erdirilir fakat her ikisine de ceza uygulanmaz.(Nur 24/6-9) Kur’anda belirtilen konular dışında “beraatı zimmet asıldır” kuralı gereğince hareket edilir. Örneğin, bir cinayetin aydınlatılmasında, hırsızlık olayı gibi görsel bir konunun isbatında v.b. konularda her hangi bir kayıt yoktur. Kadın erkek eşit olarak şahitlik yapabilir. Ancak hükmü belirlenmiş konularda ise söz Allah Teâlâ’nındır ve verilen hükümlere aynen itaat etmemiz Rabbimize olan teslimiyetimizin gereği olarak zorunludur.
Soru 4- Kadın, kendisine verilecek “mehiri” ne zaman almalıdır?
Cevap: Mehirin kendisi nasıl kadın ile koca veya velileri arasındaki anlaşma ile belirleniyorsa, ne zaman alınacağı da aralarındaki anlaşma ile belirlenebilir. Ancak böyle bir zaman tayini yapılmamışsa yine aralarında anlaşarak zaman tayini yapabilirler veya en son ayrılık söz konusu olursa ayrılıkla birlikte tamamının kadına ödenmesi gerekir. Bu husus zamanımız çiftlerinin pek bilmediği bir husus olması nedeniyle pek gündeme getirilmiyor. Hal bu ki bu konu nikâh yapılırken taraflara sorularak üzerinde hem miktar hem de ödenme zamanı olarak anlaşılması gerekir. “Mihri muaccel” hemen acilen ödenmesi gereken mehir ve ya “Mihri müeccel” belli bir zaman sonra gelecekte ödenen mehir şeklinde zikredilir. Bu nikâha şahit olanların huzurunda yapılır veya daha önce anlaşılmış ise hatırlatılır ki ileride bir niza olmasın diye. Böylece şahitler de hem nikâha hem de mehirin durumuna vakıf olurlar.
Çocuklarımız ve gençlerimiz evlenmeden önce evlilik hukukunu bilip öğrenmeleri gerekir. Aynen ticarete başlamadan önce ticaret, trafiğe çıkmadan önce trafik kurallarını ve hukukunu öğrendiğimiz gibi. Bu da yaşadığımız hayatın gerçeklerindendir. Gerçekleri hiçbir zaman göz ardı edemeyiz. Her yönüyle hayat bir bütündür ve biz bu bütünün tamamından hesaba çekileceğiz!..iktibas dergisi