BÜYÜK ÇERÇEVEYE DAİR

Süleyman Seyfi ÖĞÜN

VAN 17.09.2015 10:57:58 0
BÜYÜK ÇERÇEVEYE DAİR
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Önümüzdeki on seneler îtibârıyla “savaşan” bir Ortadoğu veridir. Buna, meselâ şimdilik kenarda duran Lâtin Amerika’nın; ya da öngörülüyorsa Afrika’nın nasıl dâhil edileceği şimdilik belirsiz kalıyor. Ama Pasifik dünyâsının esas düğüm noktası olacağı muhakkak. 
Dünyâ yeni bir döneme giriyor. Bu, öncelikle ekonomik olarak böyle. Biliyoruz ki, yeni dünyâ 2000’li senelerde olduğu gibi bir sermâye akışına sahne olmayacak. Kaynaklar kısıtlanacak. Bunun neticesi durgunluktan başka bir şey değildir. Ekonomik durgunlaşmadan herkes payını alacak. Durgunlaşmanın uzun erimli olması ve aşılamaması; Allah esirgesin ama küresel savaş riski ihtimâlini doğuruyor. Bu çok kötü senaryoyu, “felâket tellallığı” yapmadan akılda tutmak gerekiyor.
Tırmanan süreçte, aktörlerin de yavaş yavaş şekillendiği ortada. Bir tarafta “merkez kapitalist dünyâ”; diğer tarafta ise, bağımlılığını henüz aşmamakla birlikte ona kafa tutan “yarı-merkez dünyâ”nın güçleri var. Daha önceki bir yazımda, dünyâ gerilimi ve hesaplaşmasının; “merkez” ile “yarı-merkez” dünyâlar arasında yaşanmakta olduğuna temas etmiştim. Hâsılı, siyâseten ve militer temelde eşitsiz, ama bağımlı ekonomik ilişkilerin tarafları olan güçler, mâhut dünyâ ekonomik durgunluk sürecinde, siyâseten ve militer temelde ayrışma eğilimi kazanıyor. Zâten hep böyle olmadı mı? Garip bir paradoks bu: Meselâ “kapitalist ekonominin” dizip düzenlediği dünyânın; siyâsal , ideolojik ve militer temelde nasıl ayrıştığı gördük. Açalım: Birbirinden ideolojik temelde keskin bir biçimde ayrışmış olan Üç Kutuplu Dünyâ; ekonomik temelde , Keynesyen paradigmanın çeşitlemelerinden başka bir değildi.
Aslında buradaki mesele, merkez-yarı-merkez kod ve koordinatların bizâtihî kendisiydi. Marx’ın bakışındaki temel savrulma, süreci basit olarak emek-sermâye çelişkisi olarak okumaktı. Halbuki belirleyici dinamik ve çelişki; “merkez dünyâ” ile “yarı-merkez” dünyâ arasındaydı. Buna göre Sovyet Bloku ya da Çin, yarı-merkez dünyânın en hatırı sayılır güçleri olarak Atlantik merkez dünyâ ile yarışa girdi. Bu yarışın kaybedeni olacakları muhakkaktı. Nitekim öyle de oldu. Tuhaflık surada: Orta vâdeli hesaplara dayanan Keynesyen paradigmanın, yeni sermâye ve teknoloji hareketleriyle çözülmesi, onu çözen merkez dünyânın yenilenme başarısı; yarı-merkez dünyânın ise çözülmesi ya da yenilgisi oldu.
Keynesyen paradigmanın, durgunluk üzerinden çözülmesi görece barışçıl oldu. Tabii ki çeperde , özellikle Güneydoğu Asya, Latin Amerika’da çözülme kanlı hesaplaşmalarla oldu. Hattâ Sovyetlerin, ya da Balkanların çözülmesinde de yer yer kan aktı. Ama, merkez ve yarı-merkez dünyânın güçleri arasında daha büyük çaplı bir çatışma yaşanmadı.
Soğuk Savaş sonrası dünyâda merkez dünyâ ile yarı-merkez dünyâ arasındaki bağımlılık ilişkileri yeniden, ama eskisinden biraz daha farklı bir şekilde kuruldu. Buna göre yarı-merkez dünyâ, Asya, Lâtin Amerika ve Ortadoğu uzanan bir yelpâzede sermâye temerküzünden daha fazla pay aldı. Elini görece güçlendirdi. Özellikle Çin, büyük bir tasarruf ve üretim gücü olarak sivrildi. Güney Kore ve Tavyan gibi diğer üretim güçleri ise merkez dünyâya eklemlendi. 2008’den başlayarak tırmanan krizde, yeniden merkez- yarı-merkez dünyâ ilişkileri geriliyor. Bu defa, başka bir küresel düzleme doğru geçişin nispeten barışçıl evrelerden geçebileceğinden emin değilim.
İşin daha ilginç olan niteliği, çerçevenin içi ile âlâkalı gözüküyor. Çerçevenin içinin inceden inceye doldurulduğunu, kesin bir senaryoya bağlandığını da zannetmiyorum. Kanlı da olsa daha peşrev aşamasında olduğumuzu düşünüyorum. Peşrevde olup bitenler güreşin nasıl olacağını kestirmemizi sağlamaz. Kervan biraz da yolda düzülecek gibi.
Ortadoğu okumam da bu bağlama oturuyor. Ortadoğu çoktan, büyük çerçevenin içine alındı bile. Körfez Savaşı belki bunun milâdı sayılabilir. Ama yangının büyümesinde Arap Baharı ateşleyici oldu. (Nâzım Hikmet’in Taranta Babu’sunda yazmış olduğu gibi, “ölüm kolonyal şapkasına bir bahar çiçeği takıp geldi”). Ben, bu çatışmaları bölgesel dinamiklere havâle eden, ârızî olarak tanımlayan bakışa artık fazla îtibar etmiyorum. Bölgesel savaşların, daha genel bir dünyâ okuması üzerinden anlaşılmasını daha kavratıcı görüyorum. Önümüzdeki on seneler îtibârıyla “savaşan” bir Ortadoğu veridir. Buna, meselâ şimdilik kenarda duran Lâtin Amerika’nın; ya da öngörülüyorsa Afrika’nın nasıl dâhil edileceği şimdilik belirsiz kalıyor. Ama Pasifik dünyâsının esas düğüm noktası olacağı muhakkak.
Bu çerçevede bizim payımıza düşen ve bugünlerde, hiç şüphesiz ve bir o kadar da tuhaf bir şekilde tırmanan Kürt meselesi oldu. Zâten meseleye sâhiptik. Ama, nihâyetinde bu bizim iç meselemizdi. Artık değil. Meselenin aktörleri artık basit olarak ne TC; ne de PKK . Sivil siyâset düzleminde ise ne AK Parti; ne de HDP. Bundan sonra, “dış dinamikler” hesâp edilmeden Kürt Sorununu tartışmanın anlamlı olduğunu sanmıyorum.
Büyük çerçevenin kapanından ağır kayıplı; az kayıplı ya da kazanımlı çıkmak ise yarı-merkez dünyânın kendi gücünü ne kadar konsolide etmiş olduğuna ve uluslararası ilişkilerde geliştirdiği ustalıklı stratejik çeşitliliğe bağlı.
Yenişafak/Süleyman Seyfi ÖĞÜN