Bu ateş hepimizi yakar

Çatışma ve kavga başlatmakla gidilecek bir yol yoktur. Süreci bitirmek ve tekrardan savaşı başlatmak, ne Türkiye’deki Kürtlerin sorunlarını çözer, ne de Kobani’nin derdine derman olur. Aksine her iki tarafta da, yaraları derinleştirir,

VAN 12.10.2014 12:42:36 0
Bu ateş hepimizi yakar
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Prof. Dr. Vahap Coşkun Dicle Üniversitesi

IŞİD’in her geçen gün Kobani’ye daha fazla yaklaşması ve kenti ele geçirme tehlikesinin artması, Türkiye’de de ateşin yükselmesine neden oldu. HDP’nin 7 Ekim tarihinde yaptığı “acil eylem çağrısı”nın ardından 35 ilde büyük olaylar meydana geldi. 31 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce insan yaralandı. Farklı kesimler karşı karşıya geldi, aralarında çatışmalar yaşandı. Bölgede kent merkezleri yakıldı, yakıldı, dükkânlar yağmalandı, kamu ve özel mülkler tahrip edildi, araçlar ateşe verildi. Bazı kentler harabeye döndü.

Üç gündür devam eden eylemler, Kobani’ye bir fayda sağlamadı. Kürt siyaseti ve Türkiye de bundan bir yarar görmedi. Çözüm süreci kırılganlaştı, barış düşmanlığı yükseldi. Devlet zafiyetinden ve bölgenin PKK’ye teslim edildiğinden bahisle milliyetçi sinir uçları harekete geçirildi. Ülkenin Batı’sında birçok ilde eylemciler ile karşıt gruplar çatıştı, bunu üzerinden “Kürt karşıtlığı” pompalandı.

Geç gelen itidal çağrısı

İktidarla olan kavgalarında Kürtleri vurucu bir güç olarak kullanmak isteyenler Kürtleri sokakta tutmak için canla başla çabaladılar. Ateşin harını büyütüp Hükümeti buradan vurmaya çalıştılar. Bu tablo sadece IŞİD’e yaradı; Kobani üzerinden Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması, değirmenine su taşıdı.

Cehennemi üç günden sonra HDP bir basın toplantısı düzenledi. Demirtaş, eylemlerin anayasal demokratik sınırlar içinde yapılması ve şiddetin durdurulmasını istedi. KCK, yakıp yıkma eylemlerinin yanlış olduğunu bildirdi. Öcalan, bir gece yarısı mektubuyla olaya müdahil oldu, itidal çağrısında bulundu, müzakerelerin güçlendirilmesini tavsiye etti. Fakat HDP, KCK ve Öcalan’dan gelen bu açıklamalara rağmen olaylar durulmadı, hatta şiddetin dozu arttı. İki açıdan ele alınabilir bu durum:

1. Sokak eylemlerinin yapılan çağrılarla bıçakla kesilir gibi kesilmesi her zaman mümkün olmaz. Zira sokağa çıkanlar genç, hareketli ve öfkeli gruplardan oluşuyor. Sokağa taşınan böyle bir kitle mutlak bir kontrol altında tutulamaz. Bu kitlenin belirlenen çerçeve içersinde hareket etmesi sağlanamaz ve bu kitle istenildiği zaman durdurulamaz. Hele, burada olduğu gibi 35 ile yayılan, farklı grupların çatışmalarına sahne ve ölümlere sebebiyet veren olaylar varsa, sokakları boşaltmak daha güç bir hale gelir. Sokakları sakinleştirmenin öncelikli gereği, kitleleri sokağa davet edenlerin bu kez onları sokaktan çekmek için kararlı bir irade ortaya koymalarıdır.

2. Üzerinde daha fazla durulması lazım olan, Bingöl’de Emniyet Müdürü’ne yapılan suikast ile Tunceli ve Dargeçit’te karakollara yapılan silahlı saldırılardır. KCK ve Öcalan’ın çağrısına rağmen bu saldırıların yapılmış olması, çözüm sürecinin geleceği açısından endişe vericidir. Bölgede 13 yıldan sonra bir emniyet müdürüne suikast girişiminde bulunuyor. Bu satırların yazıldığı sırada PKK’den buna dair bir açıklama yapılmış değildi. HDP ise, Bingöl saldırısını bir provokasyon olarak nitelemişti.

Burada üç ihtimal var: Suikast girişimi;
 
a) Kandil’in bilgisi dahilinde yapılmış olabilir. Son dönemde bütün açıklamalarında çözüm sürecini Kobani’ye bağlayan Kandil, Kobani’deki durumu meşru bir gerekçe sayarak süreci sonlandırmayı kararlaştırabilir.
 
b) PKK içinde herkesin süreçten memnun olmadığı biliniyordu. Dolayısıyla bu eylem, süreçten rahatsız olan ve Kandil’den bağımsız hareket eden bir grubun tasarrufu olabilir.
 
c) Geçmişte örneklerini (mesela Bingöl’de 33 silahsız erin öldürülmesinde olduğu gibi) çokça gördük: Barış umudunun doğduğu ve barış iradesinin güçlendiği zamanlarda karanlık bir güç (bu hem örgüt, hem devlet içinde olabilir) toplumu ayağa kaldıran eylemler yaparak, bu umudu ve iradeyi boğmuşlardı. Her barış çabası başarısızlığa uğradığında, Kürt meselesinde çok daha kanlı bir sayfa açılmıştı. Bingöl’de perdeye konulan oyun, bu bağlamda mevcut süreci bitirmeye dönük bir girişim de olabilir.
 
Kaos kaosu doğurur
 
Eğer son iki ihtimalden biri geçerliyse, karşı karşıya bulunulan kriz, daha kolay aşılabilir. Ama eğer ilk ihtimal geçerliyse, o zaman bu hem Öcalan’ın devre dışı bırakılması, hem de çatışmalı döneme geri dönülmesi anlamına gelir. PKK dahil hiç kimseye bir menfaati dokunmayacak böyle bir krizi aşmak ise çok daha büyük bir güçlük taşır.
Çatışma ve kavga başlatmakla gidilecek bir yol yoktur. Süreci bitirmek ve tekrardan savaşı başlatmak, ne Türkiye’deki Kürtlerin sorunlarını çözer, ne de Kobani’nin derdine derman olur. Aksine her iki tarafta da, yaraları derinleştirir, yarılmaları büyütür. Bir an önce akl-ı selimi hakim kılmak gerekir. 
 
Bu meyanda siyasilere düşen önemli sorumluluklar var:
 
1. Mevcut durumda sokakta olmak hali; şiddet üretiyor, karşıt grupların çatışmasına zemin yaratıyor, ortamı provokasyonlara açık bir hale getiriyor. Her çatışma haberi, karşılıklı öfke ve hınç duygularını bileyliyor, birliktelik atmosferini zehirliyor. Acil olan çatışmaları durdurmak ve yeni acıların oluşmasını engellemektir. Sokağın tansiyonu düşürülmeli, sokağı sakinleştirmeli ve mümkün olan en kısa zamanda sokağı normal işlevine döndürmeye gayret edilmeli. Bunun için bütün siyasi gruplar, başta da HDP, destekçilerini sokaktan çekmeli.
 
2. Barışı inşa edilmeye çalışıldığında bazılarının çarklarına çomak sokulmuş olur. Bu nedenle, barış herkesin menfaatine denk düşmez ve çözümü herkes istemez. Savaştan ve çatışmadan nemalananlar, her zaman çözüme giden yolları kapatmaya çalışırlar, bunun için çok kışkırtıcı eylemlere imza atabilirler. Siyasetçilere düşen, bu provokatif eylemleri açığa çıkartmak ve kesin bir dille karşısında durmaktır. Provokasyonların yıkıcı etkisi başka türlü önlenemez.
 
Sağduyu, hukuk, siyaset, diyalog
 
3. Sağduyu elden bırakılmamalı. Mutedil davranmalı, paniğe düşülmemeli. Hukuk ve demokrasi ilkelerinden taviz verilmeden kamu düzeni korunmalı. Herkesi, her grubu gözeten sakin bir dil kullanılmalı. Ateşin büyüdüğü bir zamanda, sürekli geçmişteki hatalardan hareketle karşılıklı birbirini suçlamaktan kaçınmalı. Bugün birlikte ne yapılacağı, nasıl bir işbirliği ve dayanışma geliştirilebileceği üzerinde düşünülmeli. Ali Bayramoğlu’nun dediği gibi, “Bu, sorunları görmeme, sorumluları aramama, bu istikamette tespitleri yapmama anlamına gelmez. Ama önce yangını söndürmek arayışını ifade eder.”
 
4. Diyalog kapısı asla kapatılmamalı. Bütün olan bitenlerin ana gayesi, süreci bitirmek, tekrar kan ve barut kokusunun solunduğu, her gün ölüm haberlerinin alındığı günlere Türkiye’yi geri döndürmek. Hem siyasi hem de insani sorumluluk gereği buna karşı durulmalı, bu da ancak siyasi kanalları güçlendirmekle sağlanabilir. Her aşamada ve bütün aktörler arasında müzakereler derinleştirilmeli. Hükümet ile Öcalan, hükümet ile HDP, HDP ile HÜDAPAR arasında sorun çözücü köprüler kurulmalı.
 
5. Çözüm süreci uzadıkça, daha önce öngörülemeyen sorunlar ortaya çıkıyor, yeni gündem maddeleri sürecin kaderi üzerinde belirleyici bir ağırlık kazanıyor. Bu nedenle hükümet süreci ilerlemesi noktasında daha hızlı ve daha kapsamlı hareket etmeli. Hazırlığını sürdürdüğü yol haritasını bir an önce bitirip açıklamalı, bunu gereği olan siyasi ve hukuki düzenlemeleri yapmalı.
 
Kobani geriliminde, kin ve nefreti büyütmeye çalışan çok sayıda mahfilin olduğunu gördük. Keza barışın ne kadar çok muhalifinin olduğunu da. Bu nedenle barış ve çözüm, yalnızca siyasilere havale edilmemeli, sivil toplum kuruluşları ve barış savunucuları da etkin bir çaba içerisinde olmalı. Zira hepimizi yakma potansiyeli taşıyan yangını söndürmek için taşınan her damla çok önemli.
 
vahapcoskun@gmail.com