BÖLGEMİZDEKİ YAKICI GERÇEKLİKLER

ABDULLAH PAMUK

VAN 10.08.2015 11:37:55 0
BÖLGEMİZDEKİ YAKICI GERÇEKLİKLER
Tarih: 01.01.0001 00:00
 
Düşünsel ve siyasal duruş sorunları, hatalı yöntemler, dolayısıyla ilkesel kaygılardan uzak hatalı tercihler bölgemizde ve dünyada yakıcı sonuçlar doğurmakta; insanımızı kaba zulümden daha sofistike zulme yönlendirmektedir.  


Müslümanların yaşadığı coğrafyadaki eski düzenin, değişen dünya ve bölge şartları gereği yeniden kurgulanmaya, inşa edilmeye çalışıldığı bilinmekte. Ve yeni şartların gerektirdiği yöntemlerle Batı medeniyeti karşısında yegane potansiyel tehlike/alternatif olarak görülen İslam’ın/Müslümanların kontrolünün amaçlandığı çok açık bir gerçeklik olarak hayatımıza yansımaktadır… Dünyada ve bölgemizdeki ekonomik ve siyasal güç merkezlerindeki kaymaların belirginleştiği bir vasatta küresel aktörlerin, eskisi ve yenisiyle bölgeye bakışları, bölgeyle ilgili temel politikaları ve içinde yaşadığımız fetret/geçiş döneminden beklentileri önemsenmelidir.


Zira hangi gücün bölgede ne kadar etkin olacağı, 1. Dünya Savaşı’nda şekillendirilen ve 2. Dünya Savaşı sonrası şartlarında revize edilen bölge haritasının nasıl şekilleneceği bu gerçekliklerle doğrudan bağlantılıdır. Ancak şu hususun altını kalın çizgilerle çizmeli ki bu, geçmişte olduğu kadar kolay olmayacak; “Müslümanlar”ın da ortak kılınmayacağı hiçbir proje başarılı olamayacaktır. Hiç şüphesiz Müslümanların duruşunun çok önemli ve yön tayin edici bir anlam taşıdığı bir konjonktür yaşanmaktadır. Müslümanların düşünsel ve siyasal duruşları, bunun ana referansımızla uyumlu ve çelişen boyutları, temel hatalar içeren okumaları ve tüm bunların ortaya koyacağı durum, bölgenin yeniden yapılandırılmasında çok etkili, hatta belirleyici olacak faktörlerdir. Ne yazıktır ki bu çok önemli gerçeklik karşısında Müslümanların duruşunu tavsif etmeye çalıştığımızda karşımıza çıkan manzaranın hiçte iç açıcı olmadığı malumdur.


Bir tarafta Müslümanları sisteme entegre ederek etkisiz kılmayı amaçlayan anlayışlarla paralel hareket eden “sistem-içi” mücadele yöntemiyle çıkış arayan değişik yapılanmalar, diğer tarafta da güya küresel sisteme meydan okuma adına ortaya konan, ancak “ilkesiz şiddet”/tehdiş ile bir yerlere varabilecekleri temel yanlışıyla malül yapılar… Dünyanın gündemine giren telifçi uyumlulaştırıcı ve korku, nefret çağrıştıran algılar; adeta Müslümanlar açısından ölümlerden ölüm beğen dedirtecek iki çıkmaz sokak.


Daha da kötüsü, tüm eksikliklerine karşın Kur’an diyen, Resullerin yolundan bahsedenlere karşı insanımızın duyarsızlaştırılması; bunların hatırlattıkları temel gerçekliklerin görmezden gelinmesi, bu duruşları net yapılarla birlikte bunların yıllardır savundukları temel tezlerinin de marjinalleştirilmeye çalışılmasıdır. İlkesel siyaset-pragmatist siyaset ekseninde doğru okunması gereken, Müslümanların küresel ve yerel sistemler karşısındaki duruş sorunlarının “ideal siyaset-reel siyaset” düzleminde flulaştırılmasının görmezden gelinmesi ayıbıdır. Kısaca Müslümanların, dolayısıyla insanlığın tek çıkışı olan Tevhidi duruş/Resullerin yolu yerine insanımızın bu kafa karışıklığı, duruş sorunları küresel küfür açısından uygun bir vasat ortaya çıkarmakta ve hızla bölgemiz kaba zulümden sofistike zulümlere doğru tam yol ilerlemektedir. Hiç şüphesiz, bu bağlamda, bölgemizde yaşananlar doğru okunmalıdır.

Arap baharı olarak adlandırılan ve değişim sürecini, ABD iç siyasetinin ve/veya oyun kurucu bütün küresel güçlerin Ortadoğu’nun geleceği çerçevesinde zaman zaman çekişen iç dinamiklerinin ortaya çıkardığı geçiş dönemi tezahürlerini ve bahse konu güçlerin kendi çıkarları ve hakimiyet planları çerçevesinde kullandıkları taşeron örgütler ve devletleri, bunlar eliyle yürütülen “vekaletler savaşları” ile birlikte sistematik, derin ve kapsamlı algı yönetimi çalışmalarını…

Yeni Türkiye-ABD İlişkilerinin Suriye Boyutu Daha öncede ifade ettiğimiz gibi bölgede yaşanan değişim ve dönüşüm sürecinde Türkiye ile demokrat ABD çevreleri arasındaki ilk ciddi politika farklılığı Suriye konusunda ortaya çıkmıştır. Hatırlanacağı üzere Suriye’deki muhalif güçlerin yeterince “ılımlı” olmadığı gerekçesiyle ABD bölgedeki dönemsel hesaplarının da bir gereği olarak adımları peş peşe atmıştı. Oysa stratejik müttefiki Türkiye, ABD’nin bu değerlendirmelerine tam olarak katılmıyor ve müttefiki ABD’nin (konjonktürel nedenlerle) verdiği sözleri yerine getirmemesi nedeniyle ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalıyordu. Başlangıçta Suriye’deki kadar vahim sonuçlar doğurmamış gözükse de, benzer nedenlerle Irak’ta da Türkiye ile tam anlamıyla işbirliği içinde gözükmeyen ABD, Irak merkezi hükümetinin “mezhepçi” politikalarının açtığı alanda “radikal” örgütlerin büyümesine göz yummuştur.

Nitekim Türkiye bu gelişmelerin Suriye’ye de yansımasından duyduğu kaygılarını müttefikleri ve bölgedeki ilgili ülkelerle paylaşmıştı. Kısaca ABD’nin dönemsel Irak politikasını, Suriye’deki oyalama politikasını, Esed yönetiminin kimyasal silah kullandığının ortaya çıkmasından hemen sonra gündeme gelen müdahaleden (Rusya ile yapılan pazarlıklar nedeniyle) vazgeçmesini ve tüm bunların bölgedeki gelişmelerin seyrini nasıl etkilediğini ve Türkiye’yi güç durumda bıraktığını biliyoruz. Dolayısıyla bölgedeki son gelişmeleri değerlendirirken yaşanan bu safhaları dikkate almak durumundayız. Aksi takdirde malum çevrelerin algı operasyonlarının kurbanı olmaktan kurtulamayız. Hafızamızı tazeleyelim. Suriye sorunun belirli bir aşamasında (2011’de) Rojava merkezli olarak gündeme gelen PKK’nın türev örgütlerinden PYD’nin bölgedeki dönemsel gelişmelerden yararlanması, daha doğrusu oyun kurucu güçlerin taktik hamlelerinin bir aracı olması söz konusuydu. PYD, burada,  bir taraftan Suriye rejimi ile ilişki halinde hakimiyet kurmaya çalışırken öte yandan da kendisini desteklemeyen Kürt grupları da Türkiye ve Kuzey Irak’a göçe zorlamaktaydı.


PYD’nin bu atakları zaman zaman gündeme gelmiş olsa da son günlere kadar ciddi bir gelişme olarak değerlendirilmemişti. Nihayet Suriye’deki değişim sürecinin 4. yılını geride bıraktığımız bir zaman diliminde başta Kuzey Suriye olmak üzere Türkiye’nin güney sınırlarında oyun kurucu malum küresel aktörlerin yeni hamleleriyle karşı karşıya gelindi… Bölgedeki mücadele süreci bu aşamaya gelmeden önce yaşananlar ve malum küresel güçlerin önünü açtıkları, lojistik destek sağladıkları yeni manivelalar, taşeron örgütlerin bölgedeki operasyonlarına şahit olduk. Bu yapılardan en etkili olanı Irak’ta başlayan örgütlenmesine, hızla büyümesine alan açılan ve sonrada lojistik destek verilen IŞİD/DEAŞ’tır. DEAŞ kadar büyük çaplı bir yapı olmasa da taktik hamlelerde kara gücü olarak kullanılan PYD de bahse konu güçlerin kullandıkları bir örgüt olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi PKK terör örgütünün türev örgütlerinden olduğu herkesçe bilinen PYD, bir takım hesapların sonucu olarak “terör örgütü” olarak nitelendirilmemektedir. Ve PYD-ABD-Esed rejimi arasındaki ilişki ağı, malum güçlerin büyüttüğü IŞİD’e karşı mücadele parantezinde meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Öyle ki PYD’nin Esed rejimi ve ABD’nin ortaya koyduğu angajmanlar üzerinden yaptığı hamlelerle Cezire, Kobani, Afrin kantonlarının oluşturulması ve bunların birleştirilerek bir “koridor” teşkili IŞİD ile mücadele zemininde izah edilmektedir. Halbuki söz konusu gelişmeler IŞİD ile mücadele çerçevesinde ele alınamayacağı gibi Suriye’nin kuzeyinde yer alan ve homojen bir yapıya sahip olmayan bölgedeki gelişmeler, hem Türkiye’yi hem de Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni (KIBKY) rahatsız etmektedir. Jeopolitik önem arz eden ve Cezire kantonu olarak isimlendirilen coğrafyada önemli petrol yataklarının bulunduğu gerçekliği bir yana, bölgede oluşturulmaya çalışılan koridorla asıl yapılmak istenenin ne olduğu ciddi bir tartışma konusudur.


Bölgeyle ilgili hesaplar, Irak-Suriye eksenindeki küresel hamleler ve bölge Kürtlerinin kontrol altında tutulması ve gerektiğinde (dönemsel olarak) kurucu güç olarak kullanılması boyutlarıyla birlikte dikkate alındığında konunun önemi daha da artacaktır… Bu arada, PYD’nin bölgede öne çıkarılan örgütlerden biri olmadan önce Suriye muhalefeti ile birlikte hareket eden Müslüman Kürtlerin liderlerinden Mişel Temmo’yu evine baskın yaparak öldürdüğü gerçeği unutulmamalıdır. Aynı zamanda PYD’nin, kontrolüne aldığı bölgelerde kendisine tabi olmayan Kürtleri Barzani bölgesine sürdüğü ya da Türkiye’ye göç etmek zorunda bıraktığı, geriye dönmek isteyenleri de bir elemeden geçirdiği dikkate alındığında bölgenin demografik yapısını kendi lehine düzenlemeye çalıştığı da gelen bilgiler arasında…

Dönemsel olarak, Suriye-Irak eksenindeki son gelişmelerle, bu coğrafyada meydana getirilen kaos ortamında açtığı alanlardan da yararlanılarak, bir taraftan Türkiye’nin bölge politikası hedef alınmakta, diğer taraftan da bölgedeki egemenlik ve çıkar dengelerinin yeniden kurgulanması için malum küresel odaklara imkanlar açılmış olmaktadır. Bölgedeki jeo-stratejik hamlelerle bölgedeki enerji kaynaklarının Türkiye’ye alternatif bir hat ile dünya piyasasına sunulması hesapları yapılmaktadır. Ancak konunun uzmanları çok iyi bilmektedir ki böyle alternatif bir hat, bunu gerçekleştirmek isteyen küresel ve bölgesel güç odaklarının maliyet hesaplarını kabartacağı gibi enerji güvenliği bağlamında da ciddi sorunları ortaya çıkaracak ciddi gelişmeleri beraberinde getirecektir.

Öyle ki PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki Araplar ve Türkmenleri (hatta kendilerine destek vermeyen Kürtleri) tasfiye etmeye çalışması ve söz konusu koridoru malum aktörlerin desteğiyle kontrol edebileceğini düşünmesi orta ve uzun vadede bölgedeki mikro oluşumlarında dahil olacağı yoğun çatışmaları beraberinde getirecektir. Zira PYD’nin bu bölgede orta ve uzun vadede tutunması mümkün olmasa da dönemsel olarak kendisine destek veren Esed yönetimi ve diğer destekçileriyle birlikte planlamalarına engel teşkil eden bölgenin asıl büyük payına sahip Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) tutunduğu topraklardan söküp atması gerekecektir. Ki bunun kolay olmadığı ve küresel güçlerin böyle bir riski göze alamayacağı değerlendirilebilir. Yani bölgenin enerji kaynakları ve hatlarının güvenliğini de tehdit edecek jeo-politik hamleler, kısa dönemdeki aldatıcı görüntülere rağmen pek akıllıca görülmemektedir. Ayrıca bölgenin yeniden yapılandırılması sürecinde İsrail’in güvenliği bağlamında böyle bir hamle ciddi handikaplarda oluşturabilir… Ki bölgenin yeniden yapılandırılması projesinde İsrail’in güvenliği kadar Yeni Türkiye’nin konumu ve misyonu da stratejik öneme sahiptir.

Aynı zamanda Nükleer enerji anlaşması sonrası İran’ında yeniden küresel sisteme entegre olması, dengelerin ana unsurlarla ilişkisiyle dönemsel gelişmelerin etkilerini doğru değerlendirmeyi gerektirmektedir. Bu çerçevede bölgede yaşanan yeniden yapılanma süreci ve bu sürecin ortaya çıkardığı açmazların doğurduğu fetret döneminin tezahürleri arasındaki ilişkiyi doğru kurmak elzem gözükmektedir. Dolayısıyla başta ABD olmak üzere oyun kurucu güç odaklarının süreçle ilgili beklentileriyle dönemsel hamlelerini doğru okumak, Türkiye-ABD ilişkilerindeki iniş-çıkışları bu zemini kaybetmeden anlamaya çalışmak kaçınılmazdır… Evet, ABD’nin eğit-donat projesiyle ilgili beklentileri, dolayısıyla Suriye’deki gelişme süreciyle ilgili bakış açısının konjonktürel olarak uyuşmadığı bilinmemektedir. Bunun doğal sonucu olarak ABD’nin PYD’yi alternatif bir kara gücü olarak kullanmak istemesi, dolayısıyla DEAŞ ile mücadele konusunda stratejik müttefiki Türkiye ile sıkıntı yaşaması kaçınılmaz bir sonuçtur.

Aynı zamanda böyle bir gelişmenin Türkiye’nin Çözüm Süreci ile son hamlesi geciktirici bir etkide bulunmasının önemini tespit etmemiz gerekir. Şüphe yok ki Çözüm Süreci’nde Türkiye temel dinamikler itibarıyla çok ciddi mesafe almıştır. Ancak, dönemsel dış gelişmelerin içerideki odaklarında işbirliği ile olağan dışı bir etki ve kaygı yaratması ve Türkiye’ye yönelik iç ve dış odakların birlikte sistematik bir algı yönetimi operasyonunun bir süredir devam etmesi kaçınılmaz bir duraklamayı, zaman kaybını ortaya çıkarmıştır. Ama Çözüm Süreci’nin geçtiği bu kritik aşamaya rağmen bir geriye gidişten bahsetmek mümkün değildir…

Nitekim bölgenin yeniden yapılandırılması sürecinin iki önemli aktörü ABD ile Yeni Türkiye arasındaki sorunlar (dönemsel gelişmeler ve bunların ortaya çıkardığı hamleler) konusunda önemli görüşmeler gündemdedir. Bu görüşmelerde IŞİD ile mücadelenin yanı sıra YPG’nin ABD tarafından kara gücü olarak kullanılmasının doğurduğu sıkıntılar masada ele alınmış ve ilkesel bir mutabakata varılmış gözükmektedir. Stratejik ortaklığın gerekleriyle birlikte İncirlik Üssü’nün ABD tarafından kullanılması ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge oluşturması konularında tarafların mesafe aldıkları anlaşılmaktadır. Tüm bunlara rağmen bölgede yaşanan dönemsel gelişmelerin yakıcılığıyla, ABD’nin Ortadoğu’da özellikle Suriye ve Irak’ta bir Kürt oluşumu fikrini desteklediği, dahası bunun operasyonel sorumluluğunu üstlendiği ve benzer bazı spekülatif değerlendirmeleri ciddiye alanlar olsa da bunların öyle kolay ifade edilebilecek kararlar olmadığının artık farkına varılması gerekir.

Değişen bölge ve dünya dengelerinde artık gelişmeleri tüm boyutlarıyla okumak ve dönemsel gelişmelerle ilkesel kararları birbirinden ayırt etmek zorunluluğu vardır. Aksi takdirde dönemsel gelişmelerin çeldirici etkisi ve dar çerçevesi içindeki analizler uzun ömürlü olmayacaktır… Unutulmamalı ki dönemsel gelişmelerin bütün yakıcılığı ve aldatıcılığına rağmen temel dinamikler işlevini yerine getirmektedir. Avrupa’nın muhafazakar sağ çevrelerini etkileyen İngiliz merkez sağ güç odaklarının Ortadoğu’daki gelişmelerle ilgili Yeni Türkiye’ye yönelik ciddi kaygıları ve çekinceleri mevcuttur.

Ve bu duruş, bahse konu çevrelerin, bölgedeki gelişmeleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek adına yaptıkları müdahalelerine yansımaktadır. Her ne kadar, bu çerçevede, Yeni Türkiye’nin bölgedeki stratejik konumu ve misyonunun farkında olsalar da Türkiye’nin iç ve dış bazı hamlelerinden zaman zaman rahatsızlık duymaları mümkündür. Buna karşın ABD’nin başını çektiği ve yenidünyacı küresel finans odaklarıyla birlikte hareket eden küresel odaklar ise zaman zaman bazı konularda farklı politikalara sahip gözükseler de ilkesel düzlemde Yeni Türkiye’yi bölgenin ve dünyanın yeniden yapılandırılması sürecinde önemsemektedirler.

Ve bunlar AK Parti’nin temsil ettiği anlayışın/ideolojinin “radikal” unsurlar karşısındaki en güçlü teminat olduğunu düşünmeye devam etmekte ve gelecek beklentilerinde Yeni Türkiye ile güçlü işbirliğini önemsemektedirler… İran’ın Temel Tercihlerinin Yakıcı Sonuçları İran, bir zamanlar meydan okuduğu küresel sistem ile yeni bir döneme girdi. Daha doğru bir ifadeyle İmam Humeyni’nin önderliğindeki siyasi boyutu ağır basan devrimi daha sonraki kadrolar taşıyamadı. Zamanla Devrim’in içi boşaltıldı. Haksızlık etmeyelim, bu süreçte, söz konusu devrimci idealler ve net siyasi duruşun arka planın da “düşünsel devrim”in bulunmayışı gerçekliğinin, sorunların çözümü ve üretkenlik konusunda ciddi açmazları beraberinde getirmesi önemsenmeli.

Ne var ki İran Devrimi’nin hızla bugünkü çizgiye savrulmasında öne çıkan bir başka önemli neden, Müslümanların büyük bir kısmının değişik gerekçelerle yaptıkları temel hataları İran’daki kadroların yapmış olmasıdır. Hatalı tercihlerin pragmatist/reel politik kaygıların rehin aldığı kadrolar eliyle devrim, özellikle Müslümanlar nezdinde kazandığı itibarı zaman içinde kaybetti. Özellikle son dönmelerdeki tercihleriyle İran’ın Müslümanlar nezdindeki desteğini ve itibarını büyük oranda yitirmiş olduğu çok net görülebilmektedir. Yaşanan bu süreçte asıl kırılma, İran’ın Suriye politikasıyla ortaya çıktı.

Başlangıçta “stratejik direnç hattı”nı koruma gerekçesiyle Suriye politikası savunmaya çalışan İran, Suriye’deki kaos ve “vekaletler savaşı” ile birlikte küresel güçlerin bölgede uyguladıkları etnik ve mezhebi fay hattını canlı tutma politikalarına karşı kendinden beklenen hamleyi yapmadı/yapamadı. Daha da ötesi bölgedeki güç savaşlarında, kendisi ve kendisiyle birlikte hareket etmeyen tüm yapıları ‘ABD emperyalizmiyle ile işbirliği yapmakla’ suçlarken Irak ve Suriye’deki politikaların neye hizmet ettiğini sorgulamadan pragmatik hedefler peşinde koştu. Ve belirli bir dönemden sonraki politikalarını devrimin ilkeleriyle gözden geçirme, revize etme gereği bile duymadan hareket etti…

Nihayet gelinen çizgide İran, (P5+1) ülkeleriyle yaptığı nükleer program çerçevesindeki anlaşma ile yeni bir döneme girmiş oldu. “Kazan kazan” esaslı bu anlaşma ile İran devletinin kazançlı bir anlaşma yaptığı söylenebilir. Zaten enerji amaçlı olduğunu deklare ettiği nükleer programın uluslar arası sistem düzleminde “meşruiyet” kazanmasını, maruz kaldığı ambargolardan süreç içerisinde kurtulacak olmasını önemsemesi tabiidir. Ancak aynı zamanda İran gerek zamanla sürüklendiği çizgi ve gerekse de son dönemlerde kullandığı dil itibarıyla, hiç şüphesiz, geçmişte meydan okuduğu uluslararası istikbarın, küresel zulüm düzeninin bir parçası olma yolunda çok kritik/stratejik bir adımda atmış oldu.

Yine de bu açık gerçekliğe rağmen İran’ın bundan sonraki aşamalarda uluslar arası sistem ile nasıl bir ilişki biçimi geliştireceği, bölgedeki jeopolitik ve jeostratejik açıdan yapacağı değerlendirmelerdeki bakış açısının esasını neyin teşkil edeceği Müslümanlar ve bölgenin yeni dengeleri açısından çok önemli… Sık sık ifade ettiğimiz, dikkat çektiğimiz gibi dünyada ve bölgede eski dengeler hızla geçerliliğini yitirmekte ve yeni denge arayışlarının tezahürleri gündemimizi işgal etmektedir. Oyun kurucu güçlerin damgasını taşıyan bu yeni denge arayışında küresel güç odaklarının iki ana stratejik çizgide yol aldıklarını görmekteyiz. Bu ana çizgi, her ne kadar yöntem ve zamanlama konularında farklı yaklaşımlara sahip bulunsalar da değişik konjonktürlerde de birlikte hareket edebilmektedirler. Ama herkes kabul etmektedir ki artık bölgedeki eski dengelerin sürdürülebilmesinin imkanı kalmamıştır. Bu çerçevede değişen şartlarda karşılıklı hamleler, bu hamlelerde “araçsallaştırılan” ya da “ideolojik” ve/veya stratejik ittifaklar kuran yapılar eliyle yürütülen politikalarla yeni bir denge oluşturulmaktadır.

Tüm bu süreçte Müslümanlar duruşu stratejik önemde olduğundan, bir taraftan değişik şekillerde Müslümanlar sistemin bir parçası haline getirilirken, diğer taraftan onları kontrol altında tutarak ve araçsallaştırmak adına algı yönetimi çabaları planlı ve sistematik bir şekilde yürütülmeye devam etmektedir. Müslümanların ve Müslümanlık iddiasında bulunanların düşünsel ve siyasal duruş sorunlarından yararlanarak etnik ve mezhebi fay hatlarını canlı tutmak suretiyle kontrollerini kolaylaştırmaktadırlar… Düşünsel ve siyasal duruş sorunları, hatalı yöntemler, dolayısıyla ilkesel kaygılardan uzak hatalı tercihler bölgemizde ve dünyada yakıcı sonuçlar doğurmakta; insanımızı kaba zulümden daha sofistike zulme yönlendirmektedir.

- See more at: http://www.iktibasdergisi.com/bolgemizdeki-yakici-gerceklikler/#sthash.sBg8n3cl.dpuf