BOĞAZ’DAKİ HASTA ADAM

1838 yılında Osmanlı ile İngiltere arasında bu yalıda imzalanan Balta Limanı Ticaret Anlaşması ile Osmanlı’nın “hasta adam” oluşu resmen teyit edilmiş oluyordu… Ne var ki, Osmanlı’yı resmen hasta adam haline sokan bir anlaşmanı

VAN 19.09.2015 10:05:53 0
BOĞAZ’DAKİ HASTA ADAM
Tarih: 01.01.0001 00:00
Yenişafak/Akif EMRE

Serin bir sonbahar gecesiydi. Boğaz tüm güzelliğinin saltanatını sürüyordu. Gecenin sessizliğinde ışıklar serin sularda adeta oynaşıyor suyun en küçük kıpırtısında renklerin dansı başlıyordu…

Hayatın tüm elemlerini, sıkıntılarını unutmuş olarak saatlerce seyredebilirdim bu dünyanın en sessiz ama çok boyutlu ışık, renk ve ahenk senfonisini…
Oysa denizin derinliklerinde sonsuzluğu arayan inci avcıları gibi şiirsel bir coşkuya kapılmışken hemen arkamda ne acıların yükseldiğini unutmuş gibiydim. Boğazdan geçen gemiler, özenle seyrettikleri tarihi yalının içinde neler yaşandığını nereden bilebilirlerdi? Kim bilir uzak ufukları aşıp gelen bir gemiden seyreden biri için bu yalının camlarından suya akseden ışıltılar geçmiş zaman saltanatlarının bakiyesi bir dünyayı çağrıştırıyordur.

Sabahı zor eden acıların kıskacında nice uykusuz gözün ne bu ışık çağlayanından ne renk cümbüşünden haberi var oysa.

Bir hastane için Boğazdaki tüm yalıları kıskandıracak yer ancak burası olabilirdi. Tarihi yalının, daha doğrusu kendi çapında sarayın denize açılan salonlarının, odalarının bir hastane olarak kullanılması kimin aklına gelebilirdi? Üstelik Osmanlı mirası yapıların yağmalandığı, el konulduğu bir dönemde böylesine bir saray yavrusu yalı neden hastane için ayrılmış olabilirdi?

Osmanlı şehir mimarisindeki hiyerarşik anlayışı zorlar gibi, adeta saray haşmetinde büyükçe yalı bir saltanatın ihtişamını yansıtıyor.

Osmanlı batılılaşmasının baş aktörlerinden Mustafa Reşit Paşa’nın yalısı, yanan binalar bir tarafa kalan ana bina bile dönemin zevkinin, mimari anlayışının, öykünmeciliğinin, buna rağmen Osmanlılığının izlerini sergiliyor.

Onlarca yalıdan bir yalı belki. Ama tanık olduğu tarihi olaylar bu yapının tek başına bir dönüm noktasını işaret etmesine yetiyor.

Boğazın en güzel kıyısında hafif dalgaların okşadığı rıhtımından karaya ayak basanlar yapacakları anlaşmayla bir devre damgasını vuracaklarının, koca bir imparatorluğun sonunu hazırlayacak yolun taşlarını döşendiklerinin ne kadar farkındaydılar bilemeyiz ama Mustafa Reşit Paşa’nın da boğazın efsunlu güzelliğine dalıp anın tadını çıkarmakta olduğunu da söyleyemeyiz.

Belki İngiliz Büyükelçisi Lord Stratford Canning’in elde ettiği başarıdan dolayı başı dönmüştür…

1838 yılında Osmanlı ile İngiltere arasında bu yalıda imzalanan Balta Limanı Ticaret Anlaşması ile Osmanlı’nın “hasta adam” oluşu resmen teyit edilmiş oluyordu. İngiltere’nin ardından benzer ayrıcalıklar peşinde koşan Avrupalılar sıraya girecekti. Bunlardan Belçika ile yapılan anlaşma da yine bu yalıda imzalanacaktı.

Bir sarayın hastane olarak kullanılmasının fiziki gerekliliklerle bir açıklaması olabilir. Ne var ki, Osmanlı’yı resmen hasta adam haline sokan bir anlaşmanın yapıldığı mekanın hastalara ayrılması da tarihin ironisi gibi duruyor.

Önümde akıp giden boğazın ışıltılı donanması içerdeki hastaların acılarını, dertlerini yok etmiyor. Tıpkı hala haşmetli görünen imparatorluğun içten içe yarı sömürgeleştirilmesinin gizlenememesi gibi…

19. yüzyılın Osmanlı yılları aslında “hangi Osmanlı” sorusunu en çok sormamızı gerektiren uzun bir tarih. İmparatorluğun en uzun yüzyılı; bir yanda belini kıran, kendisini yarı sömürge haline getiren anlaşmalara karşın ayakta kalmaya, tarihi devlet tecrübesiyle direnmeye çalışan bir devin hikayesidir.

Hepsinden önemlisi kurutuluş reçetesi olarak verilen batılılaşmanın her uygulamasının ölümcül tuzağı daha da derinleştirdiği tarihi dönem… Sonuçlarıyla hala hesaplaştığımız en uzun yüzyılın görünen ve görünmeyen yüzü…

Tüm bir gece boyunca geride bıraktığım iniltileri, iyileşme çabalarını, hayata tutunma umutlarını yaldızlı salonlarına saklayan yalının dışındaki gök ve denizin kucaklaştığı, ışık ve sessin bitimsiz bestesinin yankılandığı güzelliğe dalmak…

Hangi Osmanlı sorusunun devletin bu yüzyılda hem yarı sömürgeleştirildiği hem de hala muktedir bir imparatorluk olduğu yönünde iki cevap bulduğu o uzun yüzyıl, sanki bu yalıda somutlaşmış gibiydi.

Cumhuriyet’ten sonra, Osmanlı’nın hasta adam haline getirildiği yapının hastalara tahsis edilmesi bilinçsiz bir tercih miydi? Bunun cevabı bende yok. Ama her taşının, her köşesinin bir medeniyetin mirasını taşıyan bu şehirle şiirsiz ve hafızasız ilişki kurmanın imkansızlığını biliyorum.